Yıkım olmaya geliyorum.
Can almaya geliyorum.
Ateş ve kül olmaya... Yok olmaya geliyorum.
Kabuslarım ile canınızı yakmaya, canımın bir parçasını sizden geri almaya geliyorum.
Ben öyle bir tufan ile geliyorum ki tufanım bile beni yıkıp yutuyor. Bu öyle bir tufandı ki; Siz düşünün ben sizin canınızı almaya gelirken bile can veriyordum. Oysa bu tufan geldiğinde peşinden getirdiklerini de, giderken alıp götürecekti.
Acı, kan, ölüm ve intikam.
Bunları getirdiği gibi, giderken de alıp götürecekti. Derlerdi ya; Deniz verdiğini geri alır.
Acımda bana verdiklerini geri alıp, onlar gibi gidecekti.
Ama bu sefer tek bir farkla... Beni de alıp götürecekti. Ve geriye benden bir parça bırakmayana kadar bu tufan yerle bir olmandan gitmeyecekti.
Oysa ben tufanın arasında kaybolan bir kum taneciğiydim. Ufak bir kum taneciği koca bir tufanla nasıl baş edebilirdi ki.? Edemezdi ve bu hiç adaletli ve kolay değildi.
Ama bu kum taneciği her şeye rağmen baş edebiliyordu. Hayatı bir şeye bağlı olan insan nasıl baş edebiliyorsa oda edebiliyordu. O hayatını bağladığı her neyse o kum taneciği ona ayrılan zamanı için akmaya devam ediyordu.
İşte o zaman yakındı ve ben o zaman için bu günümü ve onların geleceğini hazırlıyordum.
Ben bu zamana kadar aynanın karşısına geçip karşımdaki kadına bakmaktan korkuyordum. Ama her bakışımda da şunu fark ediyordum. Gördüğüm acıdan doğan kadına hayran kalıyordum.
Çünkü ne diyorum biliyor musunuz.?
Yaşadığım her şeyden sonra daha ne kadarı kötü olabilir ki dediğimde benim için kötülük sıradan gelmeye başlamıştı. Öyle bir kötülük ile burun buruna geldim ki kötülüğün nefesi ensemden bana fısıldıyordu. O fısıltı öyle bir fısıldı ki insanı sağır edebilecek kadar acı doluydu.
İşte ben o fısıltıdan sağ çıktım.
1. kurşun sesi geldim.
2. kurşun sesi aldım.
3. kurşun sesi gittim.
Gidiş hiç bu kadar kolay olmamıştı. Bu kadar yakın bir gidiş hiç beklenmeli bir durum değildi. Oysa gidişler haberli olurdu değil mi.? Yani ben böyle bir gidişi abime erken bulmuştum. Ona böyle bir gidiş yakışmıyordu.
Oysa biz veda etmezdik. Edememiştik. O, o günde bana veda etmek istememişti. Bende etmemiştim.
Biz ölümün vaveylasının yankılandığı anda bile veda etmemiştik.
Ama sonra öğrendim ki abim bana çoktan veda etmişti. Ve vedalar bir kerelikti ve ben hakkımı kaybetmiştim.
Benim için kabul edilen bir veda değildi. Veda böyle olmamalıydı. Asıl veda mektupta değildi...
İnsanlara veda ederken kısa sürede döneceklerini bilirsiniz. Ben veda ederken abimin son nefeslerini zihnimde duymamalıydım.
İşte bu kadın o gece bütün hayatını sildi. Bir gecede, yağmur damlaların altında yankılanan sesten doğan acıdan hayatını kaybetti. O gece diyorum. O gece 1 kişi can vermedi. O kadında öldü. O gece, o kadın o kadar can çekişti ki acının en büyüğünü yaşadı.
Şimdi ise aynada gördüğü bu kişiliğe bulanmış kadın yaşıyor. Ve bu kadın şuan yaşayabiliyorsa ben buna hayran kalıyorum.
Oysa o mektubu okuduktan sonra herkesten tek tek hesap sormadığı için ona hayran kalıyorum. Abisinin ölüme şahit olduktan sonra veda mektubu ile karşılaşıp herkesten can parçası için hesap sormadığı için ben bu kadına minnettarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SIR
Gizem / GerilimGerçeklerim aydınlığa kavuşmayı beklerken benim ise karanlığı ayırt etmem gerekiyordu. Öyle çıkmaz bir yolun ortasındaydım ki yolların birbirinden hiç bir farkı yoktu. Belkide köşeme çekilip hayatın akışını izlemeliydim. Ama benim öyle bir şansım yo...