Ejder dakikalarca hareketsiz bir şekilde olduğu yerde durduktan sonra aniden hareketlendi ve ayağa kalkmaya başladı. Rose istemeye istemeye Ejder'i bıraktı çünkü Ejder hala kendisinin farkında değildi. Ve ayağa kalkmıştı. Bir çocuk gibi onun boynunda asılı kalmasına gerek yoktu.
Ayağa kalktıktan sonra arkasına döndü ve köye doğru, daha doğrusu köyden kalanlara doğru yürümeye başladı. Ağır adımlarla yürüyordu. Gözleri kızıla boyanmıştı ve kol damarları şişmişti. Elleri bileklerine kadar karanlıkla kaplanmıştı.
Rose şu anda Ejder'e seslenmek ve onu durdurmak istiyordu ama içinden bir ses bunu yapmamasını ve sonuçlarının ağır olacağını söylüyordu. Gördüğü her şeye rağmen Ejder ağlamamıştı bile. Sanki duyguları bir anda yok olup gitmiş gibiydi.
Ne yapacağını bilemeden öylece Ejder'in arkasından bakakaldı. Ejder ise yavaşça onun görüş açısını terk etti. Korkutucu görüntüsüne rağmen hiç tehlikeli hissettirmiyordu. Ne aurası deliler gibi parlıyordu ne de kana susamışlığı nefes almayı zorlaştırıyordu. Tamamen sakin ve normalmiş gibi hissettiriyordu.
Ama öyle değildi. Rose şu anda Ejder'in içinde ne fırtınaların koptuğunu tahmin bile edemiyordu. Artarda gelen bu ölümler Ejder'in bütün psikolojisini alt üst etmişti. Akıl sağlığı dibi görmüştü ve gerçekten iyi değildi.
O yüzden köye gidip küçük bir istekte bulunacaktı. Köye vardığında en kıdemli kişinin yanına gitti. Yani, kalanlardan en kıdemli olan kişinin. Zaten köyün büyük çoğunluğunu yok etmişti ve geriye kalan herkes kendisinden korkuyordu.
Uzaktan ya da yakından fark etmeksizin neredeyse herkes Kaplan ve Alberta'nın ölümünü görmüş sayılırdı. O yüzden herkes Ejder'in öfke dolu olduğunu ve her an hepsini öldürebileceğini biliyordu. Yani ondan daha öncesinden de çok korkuyorlardı.
Ama Ejder yanlarından geçip giderken hiçbirine bakmamıştı bile. Zaten onların orada olduğunun bile farkında değildi. O sadece görmek istediği kişiye odaklanmıştı. Babasından sonra köyün en kıdemlisi olan BioDrago.
Onun varlığını hissettiği yere kadar sessizce gidip karşısına dikildikten sonra birkaç saniye bakıştılar ve Ejder...
(Ejder)-Ne istediğimi biliyorsun değil mi?
Diyerek konuyu hiç uzatmadı.
(Bio)-Emin misin? Bu o kadar da sağlıklı bir şey değil.
(Ejder)-Sadece yap. Ama tanrılara olan nefretimin dinmesini istemiyorum. Saligia'yı ve ailemin ölümünü zihnimden yok et. Ya da değiştir. Ama yalvarırım beni bundan kurtar. Beynim patlayacak gibi hissediyorum.
Ejder sakin görünüyor olsa da Bio onun duygu durumunu anlayabiliyordu. Ejder'in duygu durumu darmadağındı. Paramparçaydı. O yüzden de zihni hangi duyguyu dışa vuracağını seçemediği için savunma mekanizması sayılabilecek bir işlem yaparak sakinliği seçmişti.
Tabii bu yine de bazı şeylere engel değildi. Ejder'in vücudu deliler gibi titriyordu. Hiçbir şekilde dışa vuramadığı duyguları vücudunu titretiyordu.
(Bio)-Eğer gerçekten istiyorsan...
(Ejder)-Tek bir şey hariç. Abimin öldüğü anı tutmanı istiyorum.
Bio Ejder'in burada kast ettiği şeyi direkt anlamıştı. Ejder'in aklında olan şey Saligia'nın Kuzgun'u öldürdüğüydü. Ama Ejder'in aklında kalacak olan şey Kuzgun'un ölüm sahnesiydi. Kimin öldürdüğü ya da nasıl öldüğünü bilmeyecekti. Bileceği tek şey Kuzgun'un kendisini korumak için öldüğü, ve yine kendisi yüzünden öldüğü olacaktı.