Kitapçıya büyü ile gitmek aklıma geldi. Ara sokaklardan birine olabilirdi ama nasıl yapılacağını bilmiyordum.
En sonunda üşenip vazgeçtim.
Ben yokken biri gelirse bahane bulamayacağıma emindim.
Boş boş oturuyordum. Bi anda aklıma Clide geldi. O da bizimle gelecekti.
- Clide.
Önümde belirdi.
- Efendim?
- Gitmemize az kaldı hazır mısın?
Kafa salladı.
- Sanırım seni Veliaht ile tanıştırmalıyım.
- Tamam, seni takip edeceğim.
- Sanırım kapıdan girmelisin.
- Eh, sanırım.
Durdu düşündü.
- Bunun yerine hafızalarını manipüle edeceğim.
- Öyle bir büyü mü var?
- Unuttun mu, sen ve ben kara büyü kullanabiliriz.
- Peki, gel benimle.
Odadan çıktık ve Veliahtın çalışmakta odasına geldik.
Kapıda izin alıp içeri girdik.
- Majestelerini selamlarım.
- Evet?
- Sizi dediğim şövalye arkadaşım geldi.
- Gelmeyecek diye düşünüyordum.
- Geç kaldım, üzgünüm ekselansları.
- Sorun yok.
- Bay Cryil için de kıyafet göndereceğim, bi misafir odasını kullanabilir.
- Teşekkür ederiz Majesteleri.
- Hizmetli size yol gösterir.
Odadan çıktık. Muhtemelen Veliaht hazırlanmaya başlayacaktı.
Hizmetlinin arkasından ilerledik. Bir odada durdu.
- Burası efendim.
Kafa salladım.
İçeri girdik. Clide bana döndü.
- İmparatordan şövalyeliğe...
Sözleri iğneliyiciydi.
Hiç bir şey diyemedim. Ne o konuştu ne de ben.
Ardından bana bakıp söze girdi.
- Kendini koruyabilirsin değil mi?
- Evet.
Kapı çaldı, kalktım açtım. Hizmetli Veliahtın bahsettiği kıyafetleri getirmişti.
- Bedeninde sorun olursa söyleyin lütfen.
- Peki.
Kıyafeti uzattım. Aldı.
- Ben gidiyorum.
Kafa salladı bende onu giyinmesi için rahat bıraktım.
Odama gitttim. Gitmeden belki de Lyux ile konuşmalıydım. Muhtemelen yolculuk boyunca konuşamayacaktık.
- Hey Lyux!
Önümde beliren tatlı su ruhuna baktım.
- Merhaba efendim.
Bana baktı. Ellerimi oturması için uzattım. Oturunca elimden vücuduma doğru ferahlık yayıldı.
- Bu ara meşgulüm seni çağıramayacağım.
- Peki efendim.
- Mutsuz gibisin.
- Efendim, öleceksiniz neden mutlu olayım ki?
- Belki de ölmem.
- Size yardım etmek istiyorum, efendim.
- Nasıl yapacaksın?
- Bir planım var efendim.
- Peki Lyux sana güveniyorum.
Kapı sertçe çaldı.
Kapıyı açtım ve baktım. Veliahttı.
- Majesteleri?
Elinde kıyafetler vardı.
- Sana söylemem gerekenler var ama önce şunları al.
Alıp yatağın üzerine koydum.
- Neden geldiniz, beni çağırtsaydınız.
Dudağı hafiften kıvrıldı.
- Beni mi sorguluyorsun?
- Üzgünüm içeri gelin.
Üstünde siyah bir takım belinde siyah bir kılıç vardı. Gri saçlarını geriye atmıştı. İki renkli gözlerini ortaya çıkarmıştı. Bir leydi görse şuraya bayılırdı.
Bana bakıp gülümsedi.
- Beğenmedin mi?
Alayla söyledi.
- Ne haddime.
Lyux yanıma geldi. Veliahtın tuhaf bakışları Lyuxun üzerindeydi. Arkama saklandı.
- Bir değil, iki ruhlamı anlaşman var?
- Evet.
- Delirdin mi?
- Ha?
Yüzüne baktım.
- Anlaşılan erkenden ölmek istiyorsun.
- Öleceğim zaten.
- Anlaşma yapan ruhlar anlaşma yaptığı ruhun hayat enerjisini kullanır. Eğer hayat enerjin biterse ölürsün. Anlaşma yapan kişilerin hepsinin genç öldügünü bilmiyor musun?
Sinirli gibiydi.
Lyux bi anda Veliahtın önüne geçti.
- Clide ve ben ikimizde efendimin hayat enerjinisini kullanmıyoruz. İkimizde hayat ağacının enerjisini kullanıyoruz.
- Hayat ağacı mı?
- Evet.
- O bir efsane.
- Hayır ruh aleminde olan bir ağaç.
Veliaht Prens Lyuxa dik dik baktı. Lyux ürküp tekrar arkama saklandı.
- Tamam Lyux artık gidebilirsin.
- Peki efendim.
Lyux gidince Veliaht Prens bana baktı.
- Gördüm ki yanımızda getireceğin şövalye yani Cryil bir ruh.
- Ne?
- Clide, Cryil değil mi?
- Nasıl anladınız?
- Ondan gelen manadan.
Yüzüne baktım.
- Şaşırmış gibisin.
- Üzgünüm fakat gerçekten yetenekli.
- Fark etmeden önce kardeşin olduğunu sandım. Gözleriniz saçlarınız benziyor hatta tıpatıp aynı fakat ondan sızan manadan anladım ki o Clide yani senin anlaştığın ruh.
- Sizi kandırdığım için özür dilerim Majestleri.
- Normalde şu anda kendini giyotinde bulurdun fakat ben cömert bir Prensim.
İçimden ne kadar cömert anlatamam dedim.
Sessiz kalmayı tercih ettim.
- Her neyse ona söyle onun Clide olduğunu bildiğimi fakat Cryil rolune devam edecek ve şüpheli hiç bir şey yapmayacak. Eğer İmparator ve İmparatoriçe anlarsa seni ben bile kurtaramam.
- Peki majesteleri.
- Birazdan yola çıkacağız git Clide ile konuş ve sarayın önüne gel.
- Anlaşıldı majesteleri.
Veliaht çıkıp gitti bende Clide'ın odasına gittim.
- Veliaht senin Clide olduğunu anladım.
- Lua, komiksin.
- Hayır ciddiyim.
- İmkansız.
- Ama anlamış. Senin sızan manandan anlamış.
- Sızan manamdan mı?
- Evet.
- Ne kadar güçlü bir ateş kullanıcısı olursa olsun yinede imkansız.
- O da bir karabüyücü mü?
- Hayır olsa anlardım.
Sustum o da düşünüyordu.
- Peki eminim bir süre sonra anlayacağız.
- Umarım.
Odama tekrar gitmeliydim.
- Birazdan yola çıkacağız. Ben odama gidiyorum çantamı falan alacağım ve tekrar buraya geleceğim.
- Peki.
Odama gittim. İçeri girdim. Yine aynı halsizlik vardı üzerimde. Çantamda kıyafetler vardı çok fazla bir şey yoktu. Almam gereken bir şey var mı diye düşündüm. Glax çiçeği ve Wild otu aldım. Mana yenilemem gerekirse işleri hızlandırmak içindi. Yatağın üzerinde ki formaları da çantama koydum. Ardından aklıma ufak bir yastık ve bir örtü koymak geldi. Koyup çantanın fermuarını kapattım.
Tam sırtıma takacakken kapı çaldı.
Kapıyı açtım.
- Jun?
- Selam?
- Ah, neden buradasın?
- Gitmeden önce seninle konuşmak istedim.
- Peki, dinliyorum.
- İçeri gelemez miyim?
- Tabi, gir.
İsteksizcede olsamda içeri girmesini istedim.
- Koltuğa oturabilirsin.
Kafa sallayıp koltuğa oturdu.
- Dinliyorum.
- Seni uyarmak için geldim.
- Ne konuda?
- Lua sanırım tehlikenin farkında değilsin.
- İmparatoriçe'nin bana bir şey yapabileceğinden mi endişelisin?
Bu konuşma beni yoruyor ve tiksindiriyordu.
- Evet ama bir tehlike daha var. Alexander sana zarar vermeyecek gibi duruyor fakat diğer tehlike İmparator.
- Ne?
Neyden bahsediyordu bu.
- Muhtemelen bilmediğin için söyleyeyim Aquai İmparatorluğu o zamanlar en büyük ve en görkemli İmparatorluktu ve bizim baş düşmanımızdı. Her ne kadar şu anda yıkılmış olsada İmparator senin güçlü olduğunu biliyor ve şu anda seni öldürmek için en iyi zamanlama.
- İmparator beni neden öldürsün eline ne geçecek?
- Anlamıyorsun! Sen eğer benimle evlenirsen benim tahta geçmem an meselesi olur Aquai İmparatorluğunun eski destekçileri beni destekler ve ben başa geçerim. Fakat eğer sen İmparatoriçe olunca bir çok yapabileceğin şey var. İmparator senin burada olmanın nedeninin İntikam olduğunu düşünüyor muhtemelen.
Beni kandırmıya çalışıyordu değil mi?
- Saçmalıyorsun değil mi?
- Hayır, sana yardım etmeye çalışıyorum.
- Ya Sebastian?
- O İmparator için bir tehlike arz etmiyor nede olsa o bir Şifacı ve Rahip.
- Anladım, sağol.
Onu hiç bu kadar endişeli görmemiştim.
- Gitmeliyim.
Çantamı yerden aldım. Odadan çıktım.
El salladı. Acelem vardı çabucak Clide'ın odasına gittim. Kapıyı çaldım.
Kapıyı açtı. Sırtında ufak bir çanta vardı.
- Gitmeliyiz artık.
Kafa salladı. Sarayın önüne geldik. Etrafa baktındım şaşalı at arabaları vardı ve bir kaç şövalye grubu. Etrafta bir kaç leydi de vardı. Beklerken bir anda saraydan Veliaht çıktı bir kaç leydiden çığlık duyuyordum.
İmparator ve İmparatoriçeyi de gördüm.
Dikkatli bakınca leydilerin orada Kontun kızını gördüm. Veliahta yaklaştı ve bir mendil uzattı.
- Delirmiş olmalı.
Clide'a baktım.
- Neden?
- Bir beyefendiye mendil vermek onu sevdiğini söylemektir.
- Gelenek yani?
- Denilebilir.
Dikkatlice baktım.
- Alırsa ne demek?
- Beyefendi o Leydiden hoşlanıyor demek olur.
- Saçma.
- Aynen öyle.
Leydinin uzattığı mendil işlemeli güzel bir mendildi. Veliaht leydiye baktı.
- Mendile ihtiyacım yok.
Döndü ve ilerlemeye devam etti.
Üniformamda ki mendili çıkarıp baktım.
- Bu çocuk...
Mendili evirdim çevirdim. Üzerinde imparatorluğun sembolü vardı.
Kendi kendime konuştum.
- Bir mendilden böyle anlam çıkarmak...
Önümde bir gölge fark ettim.
Yüzümü kaldırınca Veliahta baktım.
Elimdeki mendili aldı.
- Bu mendili kabul edeceğim Leydi Lua.
- Ne?
Mendili leydilerin gözüne sokarcasına salladı. Zaten kabul ettiğini de sesli söylemişti.
Gözüm İmparatoriçeye gitti. Yüzü sarartmıştı.
Veliahta tam bir şey söyleyecekken döndü ve gitti.
- Bu neydi şimdi?
Clide bana tuhaf tuhaf bakarak sordu.
- Bilmiyorum.
Leydilerin oradan gelen fısıldamaları duyuyordum.
- Fahişe...
- İki Prenside ayartmış.
- Utanmaz.
Bi anda susmuşlardı.
Veliaht içlerinden en süslü arabanın önünde durdu. Yanına gittim.
- Cryil arkada ki arabaya kardeşinle binecek biz de bu arabaya.
- Peki.
Clide'ın yanına gittim. Sebastianı yeni fark ediyordum. Bana baktı sonra kafasını başka yöne çevirdi.
Yavaşca diğer arabaya bindi.
- Cryil ikinci arabaya bineceksin.
- Peki.
Kulağıma eğildi.
- Şüpheli bir şey olursa büyü yoluyla sana mesaj göndereceğim.
Kafa salladım. Ardından Veliahtın arabasına bindim karşılıklı uzunlamasına iki koltuk vardı rahattılar. Çantamı yanıma koydum. Dışarı baktım. Jun dikkatimi çekti. Beni gördü el sallamak için elini kaldırdı. Fakat bir anda camın perdesi kapandı.
Veliahtın bu ani hareketine baktım.
- Dinleneceğim içeri ışık girmesin.
- Peki majesteleri.
Dışarıdan gelen seslerin eşliğinde yavaşca hareket etmeye başladık.
Veliaht kafasını yasladı ve gözlerini kapattı.
Yarım saat sadece uyuyan Veliahta baktım yapacak bir şey yoktu.
Sarsıntıdan kafası yaslandığı taraftan diğer tarafa gidiyordu.
Çantamdaki yastığı çıkarttım. Yanına koyup yastığa doğru yatırdım.
Normalde uyanmasını bekliyordum fakat uyanmak ne kelime yatırırken bile ölü gibi uyuyordu.
Ne kadar zamandır yorgundu da böyle uyumuştu?
Üzerine çantamda ki bataneyide örttüm.
Uyuyan Prense odaklandım.
- Daha sakin biri olsaydı keşke.
Kendi kendime düşündüm belkide İmparatorlukda ki en yakışıklı kişiydi.
Daha sonra saçma düşüncelerimi bırakıp dışarı göz attım sakindi.
Ayrıca sıkıcıdı. Gözlerimi dinlendirmek için kapattım.
Ne yapamam gerektini, Jun'un söylediklerini düşündüm.
Yalan mı söylüyordu?
Merakımı uyandırıyordu.
Dahası Sebastianı ne yapacaktım?
Ne yapmam gerektini bilmiyordum. Kafam fazla karışıktı.
Belkide Sebastiandan özür dilemeliydim.
Ama ya bir daha yaparsa? O zaman bile onu nasıl kurtardığımı bile bilmezken tekrar olursa onu tekrar kurtaramazdım.
O aptal yine yapardı. Kendi ölse bile benim ölmemem için herşeyi yapardı.
Uykum gelmeye başlamıştı. Gözlerimi açtım Veliahta baktım.
Yola çıkalı bir saat falan olmuştu. Hala çok sıkıcı geçiyordu ve yapabileceğim tek şey karşımda ki Veliahtı izlemekti. Açıkca beni camı açmamam için uyarmıştı.
İzlerken uyandı ve bana baktı.
- Uyuyan birini izlemek...
- Ne kadar tuhafsın.
Bana baktı yine o gülümsemesi vardı yüzünde.
- Rahatsız olduysanız özür dilerim.
- Çok yakışıklı olunca normal.
- Pardon?
Biraz burnu havada mıydı?
Kesinlikle.
Kafasının altında ki yastık ve üstünde ki yorganı fark edince bana baktı.
- Sen mi koydun bunları?
- Evet, bir sorun mu var?
- Yok.
- Eğer öyle uyusaydınız bir yerleriniz tutulurdu.
Cevap vermedi.
Sessizce oturduk.
Aklıma mendil olayı geldi.
- Neden öyle bir şey yaptınız Majestleri?
- Ne?
- Neden elimde ki mendili zorla aldınız?
- Bana vermeyecek miydin?
- Ne, sadece mendile bakıyordum.
- Utandıysan banahane uydurma ve gerçeği söyle.
- Ugh, sadece formamın bir parçasıydı.
Formama baktı kaşları çatıldı.
- Neyse, yinede bu o leydilerin ilgisini bi süre üzerimden uzak tutacak.
- Anlamadım?
- Leydilerin ilgisi bi süre üzerimde olmayacak demek bu.
- Majestleri, ben abiniz ile nişanlıyım.
- Peki gider gitmez bu nişanı bozduracağım.
- Ha?
- Nişana pek de istekli değilsin gibi.
- Bunu nereden çıkardınız?
- Hal ve hareketlerinden.
Sustum.
- Hareketlerin kesinlikle istekli biri gibi değil aksine nişan için gönülü olmayan biri gibisin.
- Öyleyse bile ne olacak ki?
- Sana yardım edeceğim.
- Yardım mı edeceksiniz?
Ne diyordu bu, kesinlikle bir şey daha diyecekti.
- Fakat karşılığında bir şey isteyeceğim.
- Ha?
- Benimle sevgiliymiş gibi davranacaksınız.
- Bunu neden yapayım?
- Bilmem.
- Bunu neden istiyorsunuz?
- Kişisel sebeplerim var.
- Reddediyorum.
- Hemen reddetme, çünkü eğer kabul edersen en güçlü büyücüleri toplayıp seni tedavi ettirmeye çalışacağım.
- Düşüneceğim Majesteleri.
Tekrar bir sessizlik oluştu.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Tuhaf bir adamdı. Ne istiyordu anlamıyordum.
- Hadi oyun oynayalım.
- Efendim Majesteleri?
- Oyun oynayalım sıkıldım.
- Oyun mu?
- Evet bir oyun.
Şaşırmıştım. Fakat o kadar sıkılmıştım ki kabul edecektim.
- Oynayalım Majesteleri.
- Tamam.
Bir kart çıkartı kutudan. Anladığım kadarıyla bu iskambil kartlarından başka bir şey değildi.
Ne oynayacaktık? Pişti falan mı?
- Majesteleri ne oynayacağız?
- Holdem poker.
- Ne poker?
- Holdem poker.
Bi durdum düşündüm bu diğer dünyada da vardı. Texax Holdem poker...
- Oynamayı bilmiyorsundur.
- Biliyorum.
Bana dik dik baktı.
- Biliyorsun ha?
Kartları amatörce karıştırıyordu. Bir anda profesyönelce karıştırmaya başladı. Sonunda kartları dağıtmaya başladı.
Ortaya beş kart koydu iki tane de bana verdi. Oynayamaya başladık, en sonda elim üçlüydü. Üç adet Q, sinek 5 ve karo 9 vardı.
Kartları açtık.
- Kent mi?
Kazanmıştı.
- Tüh çokda yakınmışsın.
Elinde maça 10, sinek 9, kupa 8, maça 7 ve karo 6 vardı.
- Ne soracaksın?
- Abimle neden nişanlandın?
- Kişisel sorulara izin var mı?
- Evet.
- Peki.
Nasıl cevap vereceğimi düşündüm.
- Söyleyecek misin?
- Onu desteklemek içindi. Yani aramızda ki bağ bir sözleşmeden ibaret.
- Püfftt...
Gülme sesi geldi.
Çok rahattı hiç endişeli değildi.
- Ya ben kazanırsam?
- Öyle bir şey olmaz.
- Peki.
Yine aynı şekilde kartları dağıttık.
Bu sefer elim fena değildi.
El ilerlemeye devam etti eğer bir tane daha kart bulursam Floş yapıyordum.
Bingo. Sonunda maça gelmişti. Bu el bendeydi.
El bitti kartları açtık.
- Dörtlü mü?
Şaka yapıyor olmalıydı. Kesinlikle gelmesi zordu.
- Bu gün çok şanslıyım ha?
- Olasılığı düşüktü.
- Soruyorum.
- Doğum gününde neden Dixie'nin bana saldıracağı an yardım ettin?
Durdum.
- Bilmiyorim. Bir anda yaptım.
- Bilmiyor musun nasıl yani?
- Bilmiyorum.
- Bu kaçamak cevabı kabul etmeyeceğim.
- Ne sorduysanız cevabım buydu.
- Neyse devam edelim.
- Kartları bu sefer ben karıştıracağım.
- Peki.
Yapamayacağımdan emin gibiydi. Oysaki bu benim en iyi yaptığım şeylerdendi.
Şaşırmışca bana baktı.
- Kumar bağımlısı falan mısın?
- Hayır sadece diğer evrende kumarhanede uzun süre çalıştım.
Sessizlik oldu. Bir an ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Prens benim başka bi evrende bir süre kaldığımı bilmiyordu.
- Başka evren?
Sadece endişeli bir şekilde ona baktım.
- Açıkla.
- Yanlış söyledim.
Ters ters bakınca anladım ki artık geri dönüşü yoktu.
- Peki söyleyeceğim.
- Merakla dinliyorum.
- Babam beni kara büyü ile başka bir evrene gönderdi fakat sadece ruh olarak gittim. Başka birinin hayatını yaşadım o da benimkini. En sonunda orada ki beden ölünce kendi bedenime döndüm.
- Kumarhane de mi çalıştın yani?
- Hastaydım, gençtim ve yetimdim. Para kazanmalıydım ama genç olduğum için beni iş yerleri almıyordu ya da saatlerimiz uyuşmuyordu.
Fakat kumarhaneler akşam en iyi iş yapıyordu. Hem okul saatlerim uyuşuyordu hemde patron iyi biriydi.
- Kumarhanenin sahibi iyi birimiydi?
- Evet, ben bir anda hastalanıp pek çok kez hastaneye gittim. Hem masraflarımı öderdi hemde bana iyi muamele yapardı. Çünkü o da yetimdi sokağın zorluğunu yaşamış biriydi.
- Seni tanıdıkça daha da merak ediyorum.
Kartları dağlattım ve oyuna başladık.
Oyunda kendi oyunuma odaklanmaktan ziyade Veliahta baktım. Hile yapmıyordu.
Elimde eksik bir Sıralı Floş vardı. Kupa 10, 9, 8, 7 vardı fakat 6 yerine sinek 3 vardı.
Umarım kupa 6 gelirdi.
Uzun bir bekleyişin ardından gelmedi.
Fakat ben hilede de becerikliydim. Kartlara odaklandığı anda desteyi aldım ve içide ki 6 yı bulup geri koydum.
Sanırım bu eli kötüydu. O kadar dikkat kesilmişti ki anlamamıştı bile.
Turu bitirdik. Royal Floş yapmazsa kazanması imkansızdı.
Elini açtı.
- Per var.
Kazanmıştım.
Elinde iki K ve karo 2 maça 10 ve bir de J vardı.
- Sonunda.
- Ne soracaksın.
Emin değildim. Yinede aklıma bir şey gelmişti.
- Neden benimle bu kadar ilgilisiniz?
- Ne manada?
- Mesela neden şövalyeniz yaptınız ya da sabah mendilimi aldınız?
- Bilmem içimden geldi.
- Ama...
- Dediğin gibi seninle ilgileniyorumdur?
- Anlayamadım.
- Anlamaya çalış o zaman.
Cevap veremedim.
- Ben sıkıldım devam etmeyelim
- Peki majestleri.
Sessizce gitmeye devam ettik. Bir kitap okuyordu. Siyasetle ilgiliydi.
Ben ise kendi kendime oturuyor sıkılıyordum.
Biraz kestirmek için gözlerimi kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Element(Tamamlandı)
FantasyLua hastanede sıradan bir şekilde ölmüştü. Gözlerini açtığında kendini farklı bir odada buldu. Cennette miydi? Kesinlikle cennette değildi. İçeri hizmetliye benzeyen bir kız girdi. Kız ona Atlanes Dükünün kızı olduğunu söyledi. Lua anladı ki oku...