Ruha dokunmak

290 24 5
                                    

Uzun süre öylece tavana baktım. Daha sonra Sebastian uyandı. Yüzüme baktı.
- Daha uzun uyumalıydın.
Kafasını ellerinin arasına aldı.
- Sorun ne?
- Yaptığım büyü işe yaramıyor. Ne kadar güçlü olursa olsun. Uyuman için bir büyü yaptım fakat kesinlikle kısa süre etkili olmuş.
- Sorun yok.
Yüzüme sinirli bakıyordu.
- Bir, iki ay sonra öleceksin ve tek dediğin şey sorun yok mu oldu?
Cevap veremedim.
- Keşke senin yerine ben-
Azının ortasına bir tane geçirdim.
- Lütfen!
- Ama...
- Aması yok beraber bol bol vakit geçirelim bundan sonra...
- Tamam.
O kadar hüzünlü söylüyordu ki.
- Hadi hava almaya çıkalım.
- Olmaz.
- Sana söylemem gereken önemli birşey var.
- Burada söyle.
- Öyle olsun ama önce koltuğa oturalım.
Kafa salladı koltuğa oturdu bende oturdum.
- Uyuduğumda benimle babam ve eski hayatımda ki beden yani senin bildiğin gerçek Lua nın ruhu etkileşime geçti.
- Şaka yapmıyorsun değil mi?
- Hayır, babamın dedikleri peki önemli değildi fakat Lua nın dediklerini bilmen gerek diye düşünüyorum.
- Geçmiş hayatımda ki beden benim bedenim değil. Ben sadece bir misafirmişim. Asıl sahibi diğer Lua.
Anlamazcasına bana baktı.
- Bu beden benim asıl bedenimmiş.
İdrak etmiyor gibi durdu.
Biraz sessizlik oluştu.
- Yani sen benim gerçek kardeşimdin.
- Sanırım.
Ağlıyordu.
- Ya, ağlaman için dememiştim.
- Biliyordum...
- Biliyordum.
- Sebastian?
- Biliyordum...
Bir krizde gibiydi.
- Ne oluyor lan?
Yanlış bir şey mi oluyordu?
Kan öksürdü, sadece tek bir şey söylüyordu.
- Biliyordum.
- Clide!
- Hah?
Hemen Sebastiana yaklaştı ve baktı.
- Bir şeyler yapmış. Bir şey onu hayatta tutan bir şey eksik.
- Ben uyuyordum. O zaman bir şey-
- Sana büyü yapmış kesinlikle ruhunu saran kara büyünün çatladığını görebiliyorum.
- Ne yapacağım?
Elim ayağım titriyordu. Ölecek gibi hissediyordum.
- Onda da ki şifa büyüsü kapkara olmuş, kesinlikle yanlış bir şeyler oluyor.
Susmuştu. Sebastiandan ses gelmiyordu.
- Düzeldi mi?
- O öldü.
- Ne?
Dizlerim tutmadı ve yere oturdum bir anda.
- Öldü.
Ayağa kaltım. Nabzına baktım. Atmıyordu.
- Sikerler.
Kalp masajı yapmaya başladım.
Uzun süre yaptım fakat kesinlikle işe yaramıyordu. Clide tutup beni çekti.
- Öldü o bırakta ruhu huzura ersin.
- Bırak, ölmedi o hayata tutunacak.
Kalp masajına devam ettim. Bi anda kalbinin attığını hissettim fakat aynı anda benimki de şiddetli bir şekilde atmıştı.
Bir anda kendimi bembeyaz bir yerde buldum.
Etrafa baktım. Arkama döndüm ilerledikce beyazdan siyaha dönen bir yol vardı.
Ordan iletledim.
Yürüdükce koyulaşıyordu.
Tuhaf bir şeyler vardı. Simsiyah tuhaf bir şey içerisine dikkatli bakınca Sebastianı gördüm. Kat kat cam gibiydi.
İlkine dokundum dokununca kırıldı fakat inanılmaz bir acı hissettim.
Buna rağmen dokunmaya devam ettim, ben dokundukca o kırılıyordu. Sebastiana yaklaştıkca daha da acı artıyordu. Nefes alamıyordum.
Son dört kat kalmıştı. Tek tek kırdım. Bitmişti nefes alamıyordum. Bir anda gözleri açıldı ve etraf bembeyaz oldu tekrardan.
Bi anda kendimi tekrar Sebastiana kalp masajı yaparken buldum.
Bi anda gözlerini açtı.
- Şükürler olsun.
Yana devriliverdim. Ökürdüm öksürdükce kan geliyordu.
Sebastian bana anlamazca bakıyordu.
- Aptal, sakın bi daha yapma.
Benim sözümden sonra sessizlik oluştu.
- Ben iyiyim...
- Sanırım.
Yalan söylüyordum. Kesinlike iğrençti bu. Yavaşca doğruldum. Sebastian şokta gibiydi.
- Hey?
Anlamsızca yüzüme bakıyordu.
- Bak gerçekten iyiyi-
Öksürük krizine girdim. Öksürmekten konuşamıyordum. Yere elimden kan damlıyordu.
- Lua dur!
Clide bana bağırıyordu.
Yaklaştı. Büyü yapmaya başladı. Büyüyü yaparken beni boğuyormuş gibi hissediyordum.
Tamamladığında yavaşca öksürük durdu.
- Kısa süre etkili olacaktır.
- Ne kadar?
- 1 hafta kadar.
- Tamam ama Sebastian o iyi artık değil mi?
- Evet.
- Lua?
Sebastian sonunda bir belirti göstermişti.
- Efendim?
- Neden, hep bunu yapıyorsun.
- Bıraksaydın ölseydim, senin yaşaman gerekiyordu.
Kaşlarım çatıldı.
- Senin ölmen benim yaşamamı sağlayacaksa ölmeyi tercih ederim.
- Senin ölümünü görmektense senin yerine ölmeyi isterim.
Klasik Edebiyat kitabında ki sanatsal konuşmaları canlandırsak bu kadar olmazdı.
- Lütfen, sakın bir daha yapma.
- Söz veremem.
Sebastian benimle göz teması kurmuyordu.
- Yani seninle görüşmemeliyim artık.
Bi anda yüzünü kaldırdı. Şaşkın şaşkın baktı. Ciddi olduğumu anladı ve sessizce odadan çıktıp gitti.
Clide ise bana tuhaf tuhaf bakıyordu.
- Sorun ne?
- Sorun şu ki, iki ay demiştim ya...
- Ee?
- Şu anda iki ay göremiyorum.
- Ne görüyorsun?
- En fazla 3, 3 buçuk hafta. 
- Ölüme bir adım daha.
Sessizlik oluştu.
- Birer birer adım atıyorum.
Ters ters baktı.
- Bir yolunu bulmalıyız.
- Hah, sence bulabilir miyiz, bence sanmam.
- Bu kadar ümitsiz olma.
Kafam çok karışıktı.
- Peki, ben normal yaşantıma devam edeceğim.
- Yapmak istediğin bir şey yok mu?
- Sanırım yok.
Düşündüm, kesinlikle yoktu.
- Tıpkı ben gibisin.
- Ne?
- Önemli bir şey değildi.
Kafa salladım.
- Ben ruh alemine gidiyorum.
- Neden?
- Şifacı ruhlar ile konuşmak için.
- Niye?
- Belki bir çözüm bulurum.
- Peki.
- Gitmeden söyliyeyim. Lyux uzun zamandır senin onu çağırmanı bekliyor. Bu ara söylemem için kafamı ütülüyordu.
- Lyux mu?
- Evet.
Elimi anlıma vurdum.
- Tamamen unutmuşum.
- Neyse.
- Sağol Clide.
El sallayıp kayboldu.
Sanırım Lyuxu çağırmayalı çok olmuştu. Yatağa oturdum.
- Lyux?
Önümde küçük bir su ruhu belirdi.
- Çağırıcım, beni unuttuğunuzu düşünmeye başlamıştım.
- Sadece çok meşguldüm. (Yalan...)
- Sevindim.
- Sanki biraz solgunsunuz.
Uzun uzun sohbet ettik. Olanları anlattım. Üzülmüş gibi duruyordu. 
- Çağırıcı Lua, öleceğiniz anladınız anda lütfen beni çağrırın ve lütfen nedenini sormayın.
- Peki.
Yaklaşık iki saattir beraberdik. Ama Lyuxu çağırmak beni çok yormuştu. Ufak bir su ruhuyla yorulacak kadar güçten mi düşmüştüm.
- Lyux biraz dinleneceğim.
- Öyleyse iyi dinlenmeler.
Kayboldu. Bende yatağa uzanıp gözlerimi kapattım.
Normalde olduğundan daha çok yorulmuştum.

Tuhaf bir his ile uyandım. Yorgunluğum birazda olsa dinmişti.
Hala yataktan kalkacak halim yoktu. Uzun süre kendi kendime odada tavana baktım. Müzik dinlemek isterdim.
Odanın kapısını biri tıktıklıyordu.
- Gel?
Kimdi ki?
İçeri yavaşca Veliaht geldi ve karşımdaki koltuğa oturdu.
- Bu ziyaretinizi neye borçluyum?
- Şövalyeliğin hakkında konuşmaya geldim.
- Dinliyorum.
- Yarın gideceğiz fakat sen hasta olduğun için başkasını bulmam gerekiyor. Yinede arkadaşın gelecek, her ne kadar sen gelmesende.
Hiç düşünmeden,
- Geleceğim.
- Pardon?
- Sizinle geleceğim Majesteleri.
- Hasta hasta mı?
Alaycı bir şekilde söyleyince hoşuma gitmemişti.
- Hayır, şu anda gayet iyiyim. Yarına kadar hazır olurum.
- Emin misin?
- Evet Majesteleri.
- Peki yarın öğleden sonra hazır ol.
Kafa salladım. Daha sonra gitti.
Hiç bir şey yapmak istemiyordum. Uyumak istiyordum fakat tuhaf bir his bunu engelliyordu.
Kendi kendime düştüğüm duruma söylendim.
Ölmek istiyor muydum?
İlk geldiğim zamanlar gözüm kapalı kabul ederdim fakak şu anda tüm gerçekler beni bu dünyaya bağlıyor.
Ölümden korkmuyordum. Ölümden sonra ne olacağını kestiremiyordum.
Beklide Cehenneme gidecektim ya da Cennette.
Belkide Cennet ve Cehennem yoktu bile. Ruhum bir boşlukta süzülecekti.
Ya da babamı görecektim. Ama yüzüne bakabilecek miydim ki?
Derin bir nefes verdim.
- Lanet olsun.
Ben erkenden öleceksem romanda okuduğum gelecek tamamen değişiyor muydu?
Belki de Jun idam edilmeyecekti fakat umrumda da değildi. Beni sadece İmparator olmak için bir anahtar olarak görüyordu.
Endişelendiğim iki kişi vardı. Sebastian ve Lucas. Ben öldükten sonra onlara ne olacaktı?
Mutlu mutlu yaşamayacak mıydı?
Lucas bir süre sonra düzelirdi ama Sebastian...
Şimdiden depresifti. Kimse onun baş rahip olduğuna inanmazdı.
Baş rahip demişken, neden bir tapınakta durmak yerine sarayda duruyordu?
Kutsal tapınakta durmalıydı. Yani bildiğim kadarıyla orada durmalıydı.
Bir çok bilmediğim şey vardı. Merak ediyordum ama öğrenmeye korkuyordum.
Sessizce kolumla gözlerimi kapattım.
- Belkide uyumalıyım.
Ya yine uykumda geçmişe gidersem ya en ufak hatamda gelecek değişirse.
Korkuyordum.
Yinede uyku beni kendine çekiyordu. Gözlerim ağır ağır kapanıyordu. Açamıyordum.

Gözlerimi tekrar açtım karanlık bir odadaydım. Yanımda bir silüet vardı. Bi anda görünce korkmuştum.
Yine mi geçmişe gelmiştim.
Gözlerim karanlığa alışınca kızıl saçları ve büyük vücudunu seçebilecek hale gelmiştim.
Ya şu an kendi zamanımdaydım ve bu Sebastiandı ya da geçmişteydim bu adam da babamdı.
Emin degildim. Yüzüne bakamıyordum kafasını gömmüştü. Cesaretimi toplayıp kafasına bir tane geçirdim. Bana baktı.
- Lua?
Sesinden tanımıştım. Babamdı.
- Rüya görüyorum heralde.
- Rüya mı?
Ters ters baktı.
Elimi tuttu yüzümü sağa sola çevirirken aynanda benim gerçekliğimi kontrol ediyordu.
- Babacığım bu bir rüya değil.
Beni tamamen çekip sarıldı.
- Ağrıyan bir yerin var mı?
- Hayır.
- Ya da başka bir rahatsızlığın?
- Nefes alamıyorum.
Yavaşca gevşetip bıraktı.
- Anneni çağırıp geleceğim.
- Peki.
Babam gitti ardından kapı tekrar aralandı.
- Sebastian?
Şaşkın şaşkın baktı.
- Ama sen, ama sen komadaydın.
- Ne koma mı?
Eliyle azını tuttu.
- Yanlış söyledim.
- Hayır, doğru söyledin. Devam et.
- Birşey yok iyiysen.
- Sebastian!
- Söylemeyeceğim.
Ayak sesleri geliyordu. Sebastian aceleyle perdenin arkasına saklandı
- Annen geldi bak.
Annem yavaşca endişeli bir şekilde odaya girip bana geldi.
Elimi tuttu bana baktı. Sessizce sadece bakıyordu.
- Anneciğim?
- Efendim?
- Hasta mısın?
- İyiyim.
Elinde ki lambadan gelen ışık ile anlayabiliyordum. Uzun zamandır uykusuzdu.
- Lütfen dinlenin.
- İyiyim dedim.
- Hayır, değilsin kaç gündür uyumadığını ben bile anlayabiliyorum.
Eliyle anlını tuttu ve bir iç çekti.
- Sorun değil seni burada görmek bile beni rahatlatıyor.
Babama baktım.
- Luna belkide biraz uyumalısın.
- İstemiyorum.
Zorla annemi götürdü babam. Sebastian perdenin arkasından çıktı.
- İyiysen ben gidiyorum.
- Hala söylemedin.
- Söylemeyeceğim.
Ters ters baktım. Tam çıkmak için yeltenmişti ki ayak sesleri yeniden geldi. Yine aynı perdenin arkasına saklandı.
Babam içeri girdi.
- İyisin değil mi?
- Evet ama sana söylemem gereken şeyler var.
- Peki.
- Lütfen otur.
Gelecekte olacak savaşı söyleyecektim.
- Nasıl olduğunu söylemeyeceğim fakat bildiğim iki şey var.
- Dinliyorum.
- Bir daha komaya girip uyanamayabilirim.
- Ha?
Bir sessizlik çöktü.
- İkincisi yakın zamanda bir sa-
Bir anda hoplayarak kendimi odamda buldum. Bir şey söylememe engel mi olmuştu?
Belki de tanrı tarafından verilen bir cezaydı bu.
Öksürdüm elime kan geldi.
Demek uyku bile vücuduma zarar veriyordu.
Ne yapmalıydım belkide açılı bir ölümdense kendimi suya atıp ölmeliydim?
Kafamı iki yana salladım. Vazgeçmiştim.
Yataktan kalktım. Cama doğru gittim. Camı açıp gökyüzüne baktım. Hava kararmıştı.
Aşağıya baktım. Belki de buradan atlamalıydım fakat çok acılı olurdu.
Ölümü korkutucu değildi yaşayacağım acıyı yaşamak istemiyordum.
Ölmek istiyor muydum?
Bu tuhaf hayatı yaşamak istiyor muydum?
Her şeyin böyle bitmesi, gizemli kalmasını istiyor muydum?
Hayır.
Bulacaktım. Her şeyi çözecektim. 3 haftam olsada yapacaktım.
Yemin olsun ki bulacaktım.
Yinede şu anda hazırlanmam gerekiyordu. Bi çantaya bir kaç eşya aldım.
Çantayı kenara koydum.
Koyarken karşımda duran ayna dikkatimi çekti. Aynaya baktım.
Biri siyah biri kırmızı gözler, eski parlaklığını yitirmiş simsiyah saçlar...
Tek değişmeyen şey gözümün altında ki bendi.
Pembemsi bir mücevheri andıran gözümün birisi şu anda kan kırmızısı bir renkteydi. Diğer gözum ise simsiyahtı ve altında ben vardı. O kadar siyahtı ki bembeyaz gözümün akına bir mürekkep damlatılmış gibiydi her an dağılacak gibi duruyordu hatta bazı kenarlarda yayılmış gibi duruyordu.
Tıpkı bir hayalet gibiydim. Dinlenmeliydim.
- Clide.
Önümde Clide belirdi.
- Efendim.
- Rahatca uyumam için bir büyü yaparmısın?
Geçmişe gitmeden uyumak istiyordum. O da anlamış olacak ki kafa salladı.
Yatağa yatıp uzandım.

Sakince kalktım vücudum daha dinçti. Gideceğimiz için hazırlanmalıydım ama kapı çalınca açıp baktım.
- Veliaht formanızı gönderdi.
Hizmetliden kıyafeti aldım.
- Teşekkürler.
İçeri girdim yatağın üzerine bıraktım.

Banyodan çıkınca formayı giydim. Bu kadar rahat kıyafet giymeyeli ne kadar olmuştu?
Öğlen olmak üzeriydi. Biraz atıştırdım odada son bir kez göz attım.
Kapı tekrar çaldı.
- Veliaht sizi çağırıyor.
- Tamam.
Hizmetlinin arkasından ilerledim. Yaş kutlamamın yapıldığı salonun alt kapısından girdik.
Bir sürü şövalye vardı.
- Ön sıraya geçin Leydi Lua.
Neler oluyordu?
Soylular tek tek bir şövalye çağırıp yemin töreni oluyordu.
Kısa sürede yemini ezberlemiştim. Bir anda Veliaht geldi.
Göz gezdirdi.
- Leydi Lua seni seçiyorum.
Yavaşca yanına gittim. Ama üzerimde ki tuhaf gözleri hissediyordum.
Yemini edecek miydik?
- Bundan sonra benimlesin.
- Sizinleyim.
Herkez bize tuhaf tuhaf bakıyordu. Yemin bile etmeden böyle tuhaf bir şeye bakıyorlardı sanırım.
- Bittiğine göre gidelim.
- Emredersiniz.
Hızlıca çıktık. Bir kaç adım arkasından ilerliyordum.
- Seni neden seçtim biliyor musun?
- Bilmiyorum.
- Senin benim arkamdan iş çevirmeyeceğini bildiğimden.
- Neden bu kadar eminsiniz?
- Bilmiyorum.
Tuhaf bir şekilde bakıp gülümsedi.
- Git biraz dinlen yola çıkacağımız zaman seni çağıracağım.
- Tamam Majesteleri.
- Unutmadan sana bir kaç tane farklı forma göndereceğim ondarı yanında götüreceksin.
- Peki majesteleri.
Ayrılıp odama gittim koltuğa oturdum.
Zaman geçirmek için bir şey bulmalıydım.
Odada göz gezdirdim.
Hiç bir şey bulamayınca iç geçirdim.
- Sıkıcı.
Kitap okumak istiyordum biraz. Fakat şu anda kitapçıya gidecek zamanım yoktu.
Kendi kendime düşünmeye başladım.

Gizli Element(Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin