Beklerken Lyux'u çağırdım.
- Merhaba efendim.
- Elinizde ki izler geçtimi?
- Evet, deyip eldiveni çıkarttım.
Ellerime oturması için uzattım o da hemen anlamış olacak ki oturmuştu. Oturur oturmaz ellerimden tüm vücuduma doğru soğuk ve ferah bir his yayıldı.
---
Yarım saat sonra beni hizmetli çağırdı, gitmek için hazır olduğumuz için aşağıya prensin çağırdığını söyledi. Etrafa baktım. Kılıcım hariç benim burada herhangi bir şeyim yoktu. Kılcımı aldım kılıfı üzerindeydi. Belime yerleştirdim. Ve aşağı indim. Jun beni bekliyordu. Yanına gittim.
- Şu anda bulunduğumuz yer İmparatorluk sarayına, düklükten daha yakın bü yüzden saraya gidelim bir kaç gün orada kal dinlen sonra düklüğe dönersin.
Gerçekten kesin bir dille söylemişti.
- Tamam.
Şükürler olsun Wind ve Jun'un atını öldürmemişlerdi. Atlara bindik. Sırtımda ki yaralar sızlasada sargılar sıkı olduğu için tahminimden daha az acıyordu. Uzun bir yolculuk olacaktı.
Yol boyunca ikimizde tek bir kelime etmeyip at sürdük. Böylece saraya vardık. Hizmetlilier bizi görünce ağızı açık kalmıştı.
Hemen atımızı alıp götürdüler ve İmparatora haber gönderdiler. Jun hizmetlilerle kısa bir şey konuşup yanıma geldi. Saraya girdik ve bize tahminimce baş kahya,
- İmparator ikinizide huzuruna çağırıyor.
- Tamam.
Jun önden ben arkadan yürüdük. Kapının önünde durdu.
- Girelim mi?
Kafa salladım. İçeri girdik, imparator bize baktı.
- İki gündür neredeydiniz Jun?
- Gezintiye çıkmıştık, suikaste uğradık. Luna yaralanınca bir yerde bir geceliğine konaklayıp geri döndük.
- Kaç kişilik bir suikast?
- 10-15 kişi arası.
Aslında çok daha fazlaydı.
- Nasıl kurtuldunuz?
- Lunanın üstün kılıç yetenekleri sayesinde.
İmparator bana baktı.
- Oğluma yardım ettiğin için sana ödül vermelimiyim?
- Hayır majesteleri, ben bunu ödül için yapmadım.
İmparator bana baktı.
- Emin misin?
- Evet majesteleri.
- Peki gidin dinlenin.
Çıktık odadan Jun bana baktı.
- Neden kabul etmedin?
- Ben bunu ödül için yapmadım.
- Ne için yaptın o zaman?
- Bir arkadaşımı korumalıydım.
Sessizce Jun'u takip ettim. Bir odanın önünde durdu.
- Bura senin odan, yanında ki de benim ki bir şey olursa gel.
Dönüp gitti. Bir anda soğuk bir konuşma şekili almış ne oldunu anlamamıştım. Kapıyı açtım içeri girdim. Hoş bir odaydı. Temiz, güzel dekore edilmiş bir oda...
Yatağa oturdum. Uykum gelmişti.
Üzerimi değiştirdim. Yatağa uzanır uzanmaz uykuya daldım.
---
Tuhaf bir hisle uyandım. Etrafıma baktım. Bir kadın karşımda duruyordu tanrıça gibiydi o kadar güzeldi ki...
Bana yaklaştı. Kulağıma fısıldadı.
- Geçmişini ne çabuk unuttun Lua.
Yüzüne korku ile baktığım da bana gülümsedi.
- Sorun yok, sadece geçmişini hatırla.
Etrafımızda ışık hüzmesi çıktı bizi bir küre ile çevreleyip bir anda patladı. Etraf bembeyaz olmuştu.
Kendimi telefonun başında şu anda olduğum noveli okurken buldum. Kaydırdım hızlı hızlı okuyordum. Bi anda kendimi durdurdum.
"Bizim gibi önemli soylular toplanmıştı. Bizim de gelmemiz özellikle istenmişti. Bu yüzden abim ablam babam ve ben gelmiştik. Normalde böyle şeylere asla katılmazdım fakat özellikle beni de çağırmışlardı. Sessizce bahçeye gittik. Prens Jun'un elleri bağlı bir şekilde getirdiler. Yere zorla diz çöktürüp kafasını eğdirdiler. Neler oluyordu?
Arkadan beni biri tuttu.
- Leydi Lunayıda yakaladık.
Ellerimden sıkı sıkı tutup zorla Prensin yanına götürüyorlardı. İlk kez babam benimle ilgili bir şeye itiraz etti.
- Neler olduğunu sorabilir miyim yoksa böyle bir şeye hakkınız bulunmamaktadır.
Çok sakin söylemişti. Babama ve abime güvenim tamdı.
- Abi!
Yinede beni Prensin yanına aynı pozisyonda eğdirmişlerdi. İmparator babama döndü.
- Leydi Lunanın suçu kara büyü kullanmasıdır. Bu sene yapılan avcılık yarışmasında verilen kılıçlar kullanılan mananın belli bir kısımını emiyordu. Kılıcında yüksek mitarda kara büyüye rastladık.
- Ne, dedi babam ve kafasını eğdi.
- Madem bu kadar büyük bi günah işledi izin verin ben alayım canını.
İmparator kahkaha attı.
- Tabii nasıl isterseniz.
- Peki Prensin suçu nedir? dedi abim.
- Prens mi?
- Hangi birini saysam ki,
İmparatorluk ailesini kandırıp Prens gibi davranmak. İmparatorluğun Yıldızı Velahtı öldürmeye teşebbüs. İmparatoriçeye iftira atmak. Ve daha nicesi...
Prense baktım. Bana tuhaf tuhaf bakıp kafasını eğdi.
- Size inanıyor ve yapmadınızı düşünüyorum Prens Jun.
Bana baktı.
- Teşekkür ederim, dedi ağlamak üzere olan gözlerle. Kafasını eğdi sessizce ağladı 24 yaşında bir adam olmasına rağmen ağlıyordu.
- Hey sorun yok.
- Tanrı bizim suçsuz olduğumuzu biliyor ve bize intikam için bir şans daha verecektir.
Yüzüme baktı.
- Üzgünüm.
Babam benim başımı kesmek için gelmiş eline infaz için kullanılan dokununca bile kesik açan kılıcı eline almıştı. İmparatorda öyle.
- Görüşmek üzere Jun.
Yüzüme baktı gülümsedim. O sırada kafama inen kılıcı görmezden gelip sadece gülümsedim.
Çünkü tanrı benim suçsuz bir kulu olduğumu biliyordu değilmi?
Acıyı hissetmiştim. Sessizce ölüp gidiyordum belkide olması gereken buydu?
Bir sonra ki hayatımda mutlu olurdum umarım."
Kitabın ana karakteri Luana olmasına rağmen neden Luna'nin azındandı her şey?
Hayır en önemlisi her şey zihnimde canlanıyordu. Kafayımı yiyordum?
Tekrar okudum. Hayır Luana'nın azındandı. Bu nasıl olabilirdi?
- Bu sana yeterli gelmiştir Lua.
- Geçmişini hatırla.
Etraf bembeyazdı. Kadın bana el salladı ve kayboldu. Etraf simsiyah olmuştu.
- Seni pislik!
- Git kendi babanı bul!
- Annem mi dedin o senin annen değil, senin bizimle hiç bir bağın yok!
- Annem sana sadece üzüldüğu için kabul etti!
- Git artık!
---
Sürekli biri beni azarlıyordu. Fakat bir anda her şey aydınlanmaya başladı, vücuduma bir sıcaklık yayıldı.
Gözlerimi açtım.
- Sonunda öldüğünü düşünmüştüm.
Dedi biri bana endişeli sesle. Daha tam gözlerim açılmamıştı ama kesinlikle Jun'un sesiydi. Ağlamaya başladım. Korkutucuydu.
- Kabus mu gördün?
Benden ses gelmeyince beni kaldırıp sardıldı.
- Hadi ama sadece bir kab-
Durdu. Sessizce beni hızlıca ittirip odadan çıktı.
Ağlamam şiddetlendi, hala bu şeyin içindeydim. Etraf hala karanlıktı.
Kalktım. Kıyafetimi umursamadan ağlaya ağlaya yan odaya gittim. Kapıyı bile çalmaya zahmet etmeden içeri girdim. Yere çökmüş kafanını tutan Jun'a baktım. Yanına gittim. Kafasını kaldırdım. Gözlerini gözlerime odakladım.
- Kendine gel.
Hala ağlamaya devam ediyordum, bu esnada kendimle tezat düşüyordum. Jun kendine gelirse belki bu şeyin içinden çıkabilirdim. Yüzünü bana odakladı. Kendine gelmiş gibiydi.
- Özür dilerim.
Bana sarıldı. Daha sonra ağlamayı kestim. Bitmişmiydi?
Gözlerimi açıp etrafa baktım etraf aydınlanmıştı. Jun sarılmayı bırakıp bana baktı.
- İyi misin?
Kafa salladım.
- Neden ağladın Luna?
- Sadece eskiden yaşadığım bir anıyı rüya olarak gördüm.
- Sorun yok geçmişte kaldı.
Kafa salladım. Yüzü bir anda bozuldu acı çekiyor gibiydi.
- İyi misin?
- Evet sen odana gidebilirmisin?
- Peki.
Tam odadan çıkıp kapıyı kapatıyordum ki dizlerinin üzerine çöktü. Acı çekiyor kıvranıyordu. Hemen yanına koştum. Beni hızla ittirdi.
- Kaç, uzaklaş. Kendimi kontrol edemiyorum.
Yüzüme sulu gözler ile baktı.
Umurumda değildi. Kendimin ne yaptığını bilmiyordum fakat yaklaştım. Elimle yüzünü kavradım. Ne için olduğunu bile bilmediğim bi büyü söyledim.
Söyler söylemez vücudumda korkunç bir yanma ve baş ağrısı vardı adeta beynim patlayacaktı. Dengemi sağlayamadım.
- Neden yaptın?
- Yapma artık şunu!
Beni kucaklayıp yatağına yatırdı. Gözlerim kararıyordu.
- İyi olacağım.
---
Bacaklarımın üzerinde bir ağırlık hissederek uyandım. Gözlerimi açtım zar zor. Tüm vücudum hata vermişti.
Bacağımda ki ağırlığa baktım. Jun kafasını koymuş uyuyordu.
Biri kısık sesle,
- Çok hareket etmeyin yeni uykuya daldı Jun.
Gelen sesin sahibine baktım. Kırmızı saçlı yakışıklı bir adamdı. Sanki ilk kez görmemiş gibi hissettim. Geldiğim dünyada tanıdığım birine benziyordu.
- Kendimi tanıtmayı unuttum. Ben baş rahip ve baş şifacı Sebastian.
- Oh merhaba, sizinle tanışmak ne kadar hoş.
- Aynı şekilde leydim.
- Vücudunuz çok güçlü bir zehiri atlattı lütfen kendinizi zorlamayın.
- Zehir mi?
- Evet Leydim zehir.
Ne zehiriydi, ben zehirlenmemiştim ki.
Bacağımda ki hareketliliğe yani Jun'a baktım. Kafasını kaldırıp bana baktı.
- Uyanmışsın. Acıyor mu?
- Hayır dayanamayacağım kadar kötü değil.
- Neden zehirlendini fark etmedin?
- Ne zehirlenmesi?
- Jun, bu zehir antik bir zehir önce tüm vücuda yayılır ve öyle etkisini gösterir. Leydinin bunu fark etmemesi normal.
Jun bana baktı.
İçeri bir anda Veliaht Prens Alexander girdi.
- İyimisiniz Leydi Luna?
Alaycı bir şekilde söylemişti.
- Umarım iyisinizdir çünkü canım abim Jun tüm sarayı ayağa kaldırdı. Üç gündür uyanmanızı bekliyoruz.
Üç gün mü ben zehirlenmemiştim ki. Bir dakika...
- Endişeniz için müteşekkirim Veliaht prensim. Sorun yarattığım için kusura bakmayın.
- Sorun yok ne de olsa siz abimin gelecekteki eşi sayılırsınız.
Yine alayla söylemişti bunu. Azına çarpmamak için zor tutuyordum.
- Leydinin dinlenmeye ihtiyacı var Veliaht prens, dedi Sebastian.
- İyi madem.
Çıktı.
- Sağol baş rahip Sebastian.
- Önemli değil.
- Sebastian biraz çıkabilir misin?
- Tabiki Jun.
Sanırım birbirlerine yakındılar.
Baş rahip Sebastian çıktı.
- Özür dilerim bencilin tekiyim.
- Bana önce neler olduğunu açıklarmısın?
Kafa salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Element(Tamamlandı)
FantasyLua hastanede sıradan bir şekilde ölmüştü. Gözlerini açtığında kendini farklı bir odada buldu. Cennette miydi? Kesinlikle cennette değildi. İçeri hizmetliye benzeyen bir kız girdi. Kız ona Atlanes Dükünün kızı olduğunu söyledi. Lua anladı ki oku...