Etrafa iyice baktım.
- Evim mi?
- Ait olduğun yer evin değil midir?
- Aslında daha önceden çağrını duyduk fakat sen bizi güzel bir ustalıkla reddettin.
- Çağırı? Red etmek?
- Elinde ki siyahlıkları hatırlamıyor musun?
- Yeter susun!
Ortadaki silüet herkezi susturdu.
- Lua Aquai ya da Lua Shadow mu demeliyim?
Durdu düşündü.
- Lua Shadow buraya kendi isteğinle gelmiş bulunmaktasın. Benliğini kabul edip kalacak mısın yoksa kabul etmeyecek misin?
- Neyden bahsettiğinizi anlayamıyorum.
- Peki sana açıklayayım.
- Dinliyorum.
- Şu anda Shadow'dasın.
- Shadow?
- Shadow dünya ile cehennem arasında bir yer.
- Benim burada ne işim var?
- Sen kendin geldin.
Sessizlik oldu.
- Hepimiz senin gibiyiz Lua. Dünya tarafından kabul edilmeyen insanlarız.
Kucağımda ki Sebastiana baktım.
- Oh onu görmen artık imkansız.
- Sebastian Light...
- Ney Light.
- Sebastian Light.
- Seni bir kereliğine Light'a göndermek isterdim ama imkansız.
- Ama Light ne?
- Light cennet ile dünya arasında onların bizden bir farkı var o da dünya tarafından kabul edilmiş kişilerdir. O bir karabüyücü olup Light'a kabul edilen ilk kişi. Normalde burada olmalıydı. Hepsi o kadının işi...
- Kadın?
- Her neyse...
Kucağımda ki beden ışıldayarak ufalanıp havaya karıştı.
- Ne yaptın?
- Onun ölü bedeninin burada olmaması gerekiyor.
- Sana güzel bir sorum olacak...
Yüzüne baktım.
- Evinde kalacak mısın?
- Ya dünya?
- Zaten öleceksin.
- Ama intikam istiyorum.
Biri el kaldırdı.
- Dinliyoruz.
- Şuna ne dersiniz, öleceği vakte kadar gitsin dünyada kalsın ancak öleceği zaman Shadow olacak.
- Lua kabul ediyor musun?
- Tamam, ediyorum.
Bileğimde korkunç bir sancı hissettim. Bileğime baktığımda damar gibi siyah bir şey vardı.
- Öleceğin güne kadar yavaşca tüm vücuduna yayılacak. Tamamen yayıldığı an öleceksin ardından bir Shadow olacaksın.
- Şimdi git.
Bi anda aynı çemberden açılıp içine çekti.
Ağaçları gördüm bir anda.
- Lua?
Arkamı döndüm. Clide ve Veliaht bana bakıyordu.
- Sen, sen...
Clide'a baktım.
- Clide anlaşmamızı bozuyorum ruhlar alemine dön ve bir daha gelme.
- Ne diyorsun.
- Senin gibi beceriksiz bir ruha ihtiyacım yok, kaybol.
Anlaşma ortaya çıktı.
- Ama anlaşmayı bozamayız. Sen ölene kadar geçerli bu.
Aklımdan anlaşmayı yakmak geçti. Bi anda anlaşma mavi alevler içerisinde yandı ve kül oldu.
- Yine de yardımım lazım olursa çağır Lua.
Bi anda gözümün önünden gitti.
- Vay canına bu da neydi şimdi?
Veliahta döndüm.
- Ne istiyorsun?
- Ne yaptığını bilmek istiyorum. Çünkü aklın başında değil gibi.
- Ne yapacağım biliyor musun o piç kurusu abini öldüreceğim.
- Hah?
Bi anda kahkaha atmaya başladı.
- Peki devam et.
Tabiki sadece o piç kurusu yetmeyecekti o İmparator ve İmparatoriçe de bundan nasiplenecekti.
Herşeyin sorumlusu onlardan başkası değildi.
Nasıl bir plan kurmalıydım?
Herkezin kuyusunu mu kazmalıydım?
En haz verici hangisi olurdu?
Kesinlikle hala masum rolü yapmak en keyiflisi olacaktı. Arkasından bıçaklandıklarında nası hissedeceklerdi?
Benim gibi hissedecek miydiler?
Saraya geri dönmeliydim.
- Seni İmparator yapacağım.
- Ne?
- Bir hafta veya bir buçuk haftada.
- Herkezi öldürecek misin?
- Evet.
- Şu anda seni durdurmam gerekmez mi?
- Denersen seni de öldürürüm.
- Tamam hadi yapalım şunu.
Herkez öldüğü için arabayla dönemezdik. İki atı aldık ve bindik.
- Saraya ışınlanalım.
Kafa salladı.
İkimizin saraya yakın bir yere ışınladığımızı düşünmem ile saraya yakın çalılıklarda bulduk kendimizi.
- Lütfen azıcık ağlaman gerekmez mi?
- Tamam.
Çabucak sahte göz yaşları dökmeye başladım. Bende duygu kalmamıştı çoktan.
Sarayın kapısının önünde durduk pek çok hizmetli telaş ile geldi.
Ardından İmparatoriçe ve İmparator geldi.
- Hey neler oluyor?
Veliaht attan inip benide indirdi.
- Lütfen artık ağlama.
- Alexander yolda bir şey mi oldu?
Alexander olanları anlatırken beni bir kaç hizmetli otutturdu.
- Leydi Lua çok üzgünüz. Kaybınız için gerçekten çok suçlu hissediyoruz. Bizim içinde acı bir haber.
Yalandı. İkisinide acı içinde öldürmek istedim. Ama yapamadım.
- Sizin bir suçunuz yok hüü...
Çok gerçekçi ağlamala duyar kasarken Alexander'a baktım. Gülmemek için zor tutuyordu.
Yanıma geldi ve kafasını başıma gömdü. Belliki güldüğünü gizlemek içindi.
- Sakinleş Lua.
Kafasını çekti. Ve bi anda o kadar ifadesi değişmişti ki ilgimi çekiyordu.
İmparator hizmetlilere beni odama götürmeleri için emir verdi.
Odama bıraktılar çıkmadan "Yardıma ihtiyacınız olursa lütfen çağırın." dediler.
Çıkar çıkmaz ağlamayı kestim. Mide bulantısı yaratıyordu bende.
Odamın kapısı tıktıklandı.
- Hay lanet.
Hemen sahteden ağlamaya başladım.
- Gel.
İçeri Jun girdi. Sahteden ağlarken yanıma geldi.
- Üzgünüm benim hatam. Affet beni.
- Sen nerden bilebilirdin ki hüü...
Onu şuracıkta öldürmemek için zor duruyordum.
Üzgün görünüyordu fakat sahteydi.
- İyi misin?
- Evet evet sen gidebilirsin hü...
- Bence burada kalmalıyım hiç iyi durmuyorsun.
- Biraz yanlız kalmak istiyorum.
- Öyleyse gideceğim.
Arkasını dönerken son anda sırıtmaya başladığını gördüm.
Piç kurusu bilerek yapmıştı.
Elimi onu öldürmek için uzattığım anda bileğimde korkunç bir ağrı oluştu. Elimi çektim. Jun çoktan çıkmıştı.
Kıyafeti kaldırıp bileğime baktığımda tamda Gölgelerin (Shadowların) dediği gibi bileğimde damar gibi siyah bir şey vardı. Ellerime ve koluma doğru yayılmıştı. Gözümün önünde yayılmaya devam ediyordu.
Damar şekilinde yayılıyordu bir hastalık gibi.
Kapatmak için eldiven mi takmalıydım?
İşi halledene kadar kapatacaktım.
Şimdilik kısa bir eldiven iş görürdü. Odayı karıştırıp siyah bir eldiven buldum. Elime geçirdim.
Muhtemelen bir süre işe yarardı.
Yanlızken takmamaya karar verip çıkardım.
Önümde siyah bir şey berirince bi anda korktum.
Dikkatlice baktım.
- Efendim benim.
- Lyux?
Sesinden anlamıştım.
- Efendim anladım ki içinizde ki karabüyü ile birleştiniz.
- Sen neden böylesin.
- Karabüyünüz yüzünden fakat sorun değil.
- Peki madem öyle seninle anlaşmamızı da bozalım.
- Hayır, hayır ben memnunum.
- Hah?
- Sorun değil efendim.
Lyux'a bir daha baktım. Mavi saçları simsiyah olmuştu, açık mavi teni gri olmuştu. Mavi elbisesinin uçları kararmıştı.
- Peki bozmayacağım. Ayrıca ben seni çağırmamıştım?
- Üzgünüm efendim, kendime hakim olamadım.
- Peki.
Kapı çaldı. Lyux telaşla bana döndü.
- Efendim ben gidiyorum.
Bi anda kayboldu.
- Gel.
İçeri giren Veliahttı. Kapıyı kapattı.
- İlk kim?
- İlk o piç kurusu Jun.
- İmparatoriçe olur diye düşünmüştüm.
- Bilerek yaptı.
- Ne?
- Bana demişti ki asıl hedef bendim. Bu gün sözde beni teselli etmek için geldiği zaman güldü bir saniye bile olsa gördüm.
- Hah, dedikten sonra bir gülmeye başladı.
- Tam o alçaktan yapılacak hareket.
- Ne planlıyorsun?
- Aklına gelebilecek herhangi bir hain plan olur.
- Onu maipüle etmeye ne dersin?
- Anlat.
- İmparator ile konuşacağım. Nişanı bozduracağız ardından sen onunla konuşmak isteyeceksin biraz üzgünüm ben bunu istemedim, seni seviyorum falan derken bum, gebert.
Tepkisizce yüzüne baktım.
- Saçmamıydı?
- Eh... Ancak elimde ki tek plan bu.
- O zaman?
- Bunu kullanacağız fakat başta biraz Jun'a saf rolü çekmem lazım.
- Yani gidip onu kendine sevdigine inandıracak mısın?
- Yani yalandan şüphelendireceğim onu benim onu sevdiğime dair.
- Bu planı sevdim. Onun o yüzünü görmek zevkli olacak.
- O zaman başlayalım.
- İkinci kişi kim olacak?
- Kesinlikle İmparator...
- Anlıyorum.
- Biraz aklını kaybetmeli.
- Ahaha, bunu gerçekten sevdim.
Biraz sesiz oldu ve elime dik dik bakmaya başladım.
- Ah, o mu o tamamen vücudumu kapladığı zaman öleceğim.
- Ha, ne bu?
- Shadow olma yolumda ki gösterge.
- Shadow?
- Karabüyü kullanıcıları.
Bana dik dik baktı.
- Biz karabüyü kullanıcılarının bazıları Gölgeye benzer bir şeye dönüşüp dünya ile cehennem arasında bir yerde kalıyoruz. Tam tersi Light'larda var onlarda kutsal güç kullanıcıları.
- Hah, çok saçma.
- Haklısın. Bende tam ne olduğunu bilmiyorum.
Kapı çaldı. Alexander ile birbirimize baktık.
- Kim o?
- Benim Jun.
Tiksinirce kapıya baktım. Alexander kendini gülmemek için zor tutuyordu.
- Ben kaçıyorum sana sabır diliyorum.
Kafa salladım.
Cama doğru gidip atladı. Deli mi bu?
Camdan baktım sapasağlam aşagı inmişti bana el sallayıp koşmaya başladı.
- Bir dakika lütfen.
Hemen ağlamaklı moda geçtim.
- Gel.
- Öhm, elim doluda kapıyı açar mısın?
Gerizekalı...
Kapıyı kalkıp açtım. Elinde tepsi, tepside de yemek vardı.
- Açsındır diye düşündüm.
Aç mıydım? Sadece intikam açlığım vardı.
- Teşekkür ederim.
Oturdum. Yanıma oturdu.
Yemek istemediğimden yemedim.
- Neden yemiyorsun.
- Aklıma Sebastian geliyor.
Yüzüne ağlamaklı baktım.
Bu rol oynamak midemi bulandırıyordu. Bir sonraki hamlemi omzuna başımı koyarak yaptım.
- Sorun değil bu senin suçun değildi.
Hayır piç bu benim suçumdu. Aptallık etmem onun sonunu getirmişti.
Azıcık ağlayım da daha gerçekçi olsun düşüncesiye ağlamaya başladım.
Bana şaşırmışca baktı.
- Lua...
Kafamı göndüm saçlarım yüzümü kapasada görünüyordu gülümsediği.
Öldürme isteği dürtüm beni kudurtuyordu. Kendimi zor tutuyordum.
Ağlamaya devam ettim.
Eliyle yanağımı okşadı. Elini kırmak istiyordum.
- Lütfen Lua bu kadar kendini yıpratma.
Cevap vermedim.
- Buraya bıracakacağım yemeğini, yanlızken yemek istersin belki diye.
Yüzüme baktı. Anlıma eğilip öptü.
- Her şey geçecek yakında son bulacak.
Azını burnunu dağatamama az kalmıştı.
Sonunda odadan gitti. Banyoya gidip yüzümü pisliklerden arındırdım.
Derin nefes alıp ileleyeceğim yolu kafamda çizdim.
Yine kapı çaldı.
Sinirime yenik düşmeden kalkıp açtım.
- Lucas?
- İyi misin?
Endişeli bir yüz ile bana yaklaştı.
- Kesinlikle.
Tuhaf tuhaf baktı. İçeri girmesi için çekildim.
- Sevindim.
- Ne için gelmiştin?
- Bu da soru mu, senin için endişelendiğimden.
- Peki.
Koltuğa oturdu.
- Clide ile anlaşmamı bozdum.
- Neden?
Şaşırmışca bana baktı.
- İşe yaramaz biri çünkü.
- Bunu yaptığın iyi olmuş.
Bana Sebastian hakkında en ufak soru sormuyordu.
- Ellerime bak.
Eldivenleri çıkardım. Ellerime dikkatle baktı.
- En son oldu.
- Damarlarından siyah kan akıyormuş gibi duruyor.
- Denilebilir.
- İlginç.
Tepkisi şaşırtıcı değildi.
- Ne kadar şaşırdığımı biliyor musun?
Tuhaf konuşuyordu.
- Sebastianın ölmesinden sonra emindim mutsuz, zayıf ve kızgın olacağından.
- Ne demek istiyorsun?
- Ama şu anda sadece ifadesiz duruyorsun.
- Bu beni üzüyor. Hata yapıyormuşum gibi hissediyorum.
Gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
"Üzgünüm" diye sayıklamaya başladı.
Bi anda göğüsümde şiddetli bir acı hissettim. Baktığımda göğüsümde bir hançer saplıydı.
Şaşkınlıkla ona baktım.
- Ha?
- Üzgünüm Lua.
Ne olduğunu idrak etmeye çalıştım.
- Ölmeden önce sana her şeyi söyleyeceğim. En azından bu kadarını yapmalıyım.
Elimi hançere doğru götürdüm.
- Sakın büyü yapmaya çalışma bu hançer büyüye karşı yapıldı anında öldürür seni.
Elimi indirdim. Sanırım sonum güvendiğim abimden olacaktı.
- Dinliyorum anlat.
- Senin hakkında bir kehanet olduğunu ve Clide'ın bildiğini biliyorsun değil mi?
Cevap vermedim.
- Sessiz kaldığına göre biliyorsun. Aslında kehanet öyle değil. Sana gerçek kehaneti söyleyeceğim.
"İmparator Clide'ın soyundan bir kadın doğacak, adı Lua'dır. Kadın insanların soyunu kurutacak güçtedir. Eğer erkenden onu yenemezseniz hepinizin sonu olacak.
Bu kadının bir kardeşi olacaktır. Kardeşi zayıflığı olacaktır, bu zayıflığı iyi kullanın.
Onu yenecek kişinin adı Lucastır. Kadını yenecek kişi onu kendine yakın tutsun. Ne olursa olsun son anında ona acımasın..." şeklinde kehanet.
Şaşkınlık ile ona baktım.
- Sana acı bir gerçek daha söyleyeceğim, senin tarafında zannettiğin herkez senin düşmanındı.
Birkaç kez duyduğumu idrak etmeye çalıştım.
- Ben, Jun, Clide...
Sesi kulağa mutlu gelmiyordu.
- Ya Veliaht?
- Ahh, o mu?
Gülümsedi.
- O seni koruduğu için bizim yolumuza taş koyan bir aptaldan başkası değildi.
Durdu yüzüme baktı.
- Düşününce gerçekten yanımda olan tek kişiydi.
Kolumda bir ağrı hissettim. Koluma baktım.
Elimde kolumu açtığımda hızla yayıldığını gördüm.
İçeri bi anda Veliaht girdi.
- Seni piç!
Koşarak yanıma geldi ve Lucasın yakasından tutarak bi yumruk geçirdi.
Lucas ayağa kalktı.
- Umarım bundan sonra ruhun huzur bulur Lua.
Arkasını döndü gitti.
Alexander yanıma geldi. Bana baktı.
Son kez gözlerimden kan aktığını hissettim.
- Aptal...
Koltuğa oturdu. Beni kucağına aldı.
- Yani bu hançer seni öldürmek içindi.
- Neden yanımdasın?
- Bilmiyorum.
- Kehaneti duymuş olmalısın.
- Umrumda değil.
Yüzüme baktı.
- Siyah damarlar iyice artıyor.
Farkındaydım. Kolumdan tüm vücuduma yayılan bir acı vardı.
Aklıma Lyux'a verdiğim söz geldi.
- Lyux...
Kısık sesle seslendiğimde önümde ufak bir ruh yerine büyük bir insan belirmişti. Işık saçıyordu.
- Ah küçüğüm.
Kafam karışmıştı. Kimdi bu?
Artık acı boynumdan yüzüme doğru geliyordu.
Veliahta baktım.
- Eh, ölüyorum galiba?
Yüzüme sinirle baktı.
Gözlerim kararıyordu.
Velaihta baktım. Gözünden bir yaş düştüğünü gördüm.
"Elveda sevdiğim..." dediğini duyduğum an gözlerim tamamen karardı ve acım dindi.
Boşlukda gibi hissediyordum. Etrafa bakındım.
Shadowların yanına mı gidecektim?
Ya da cehenneme giderdim?
Arkamda pek çok pişmanlık ile ölüştüm. Şimdi ise karanlık bir yerde tek başıma duruyordum.
Etrafta tek bir ışık kaynağı yoktu.
- Bebeğim üzgünüm...
Babamın sesini duydum. O tarafa doğru koşmaya başladım.
- Senin suçun yoktu, baban seni koruyamadı.
Ses bi sefer başka taraftan geliyordu. O tarafa koştum.
Saatlerde etrafta koşturduktan sonra yere çöküp oturduğum anda yer yarıldı ve içine düşmeye başladım.
Sanki sonsuza kadar süreceğini zannettiğimde bir kaç ses duymaya başladım.
- Aslında senin yanında zannettiğin herkez senin düşmanındı...
- İmparator Clide'ın soyundan...
Tonlarca ses kulağımda dolanıyordu.
- Ah küçüğüm...
- Sana yardım edeceğim küçügüm.
Önümde Lyux' çağırdığım zaman gelen ruh belirdi. Belirdiği an her yer aydınlandı ve ben düşmeyi bıraktım. Kendimi normal ayakta dururken buldum.
- Küçüğüm, o rahibin kehaneti yaymasını önlemeliydim.
- Aslına bakarsan küçüğüm, o rahip bile değildi şeytan ile anlaşmalı insanlardan biriydi.
- Yani sana şans diliyorum küçüğüm, elindeki tek şans bu.
- Belki hoşuna gidecektir belki de gitmeyecektir.
Etraf tekrar karanlıktı fakat ciğerlerimde korkunç bir yanma hissettim gözlerimi açtığımda karşımda bir kadın vardı.
Kadın biraz hatta baya büyüktü sanki?
Rüyada falan mıydım?
- Ağlamıyor bir sorun mu var ki?
- Ama ilk çocuk sorunsuz bir şekilde doğdu?
- İmparatoru çağırın.
İçeri bir adam girdi.
- Majesteleri ikinci doğan çocukta bir sorun var.
- Sorun mu?
- Doğduğundan beri ağlamadı, hemde kalbi normanden yavaş atıyor.
Adama baktım. Düzgün göremiyordum. Adam yanıma geldi. Beni kucağına aldı.
Aldığı an kokusundan anladım ki babamdı bu.
Ellerimi adamın yüzüne doğru uzatıp tutmaya çalıştım.
Görüşüm her geçen an daha netleşiyordu. Kızıl saçlarını seçebilir hale geliyordum.
- Majesteleri sizin babası olduğunu anladı.
Babam ilerledi kafamı çeviremedim.
- Bu diğer bebek mi?
- Evet Majesteleri.
- Erkek olan.
Sebastian'dan bahsediyorlardı.
- Kucağınızda ki kız olan Majesteleri.
Beni Sebastianın yanına yatırdı.
- Abisi olarak ona iyi bakmalısın.
Babam arkasını döndü.
- İmparatoriçe nasıl?
- Zor bir doğum olsada şu anda iyi dinleniyor.
- Peki.
—
Sessizce uyudum. Hala neler olduğunu anlamamıştım. Yanımda yatan minicik bir bebek olan Sebastiana baktım.
O da uyandı bana baktı.
Çok geçmeden geri uyuyakaldı.
Konuşan insanları dinledim.
- Çok ilginç ikizler.
- Doğru söylüyorsun, tek yumurta ikizleri birbirine benzemeliydi fakat saç renkleri bile farklı.
- Tanrının lütfu olmalı.
- Kız olan beni korkutuyor.
- Ha?
- Doğduğunda ağlamadı, gözlerine bak. Renkleri farklı, hele doğum lekesine ne demeli?
- Doğum lekesimi var?
- Kalbinin üzerindeki lekeden bahsediyorum.
- Bir hançer yarasına benziyor.
Bi anda kanım dondu.
Geçmişe mi döndüm şimdi ben?
O şey beni geçmişe mi döndürmüştü?
Bir rüya görmüyor muydum?
- Yani benim bebeğim hakkında kötü konuşabilecek zamanınız var?
Babamın sesi geldi. Herkez bi anda durdu.
- Üzgünüz Majestleri.
- Bir defalığına affedeceğim.
- Minnettarız Majesteleri.
Yanımıza geldi. Kucağına Sebastianı aldı. Ardından diğer tarafa beni aldı.
- Tanrım, bebek tutmak ne kadar zor.
Bu sözüne güldüm.
Babam bana şaşkınlıkla baktı.
- Sen babana mı güldün?
Babam bi yere doğru ilerliyordu.
Babam durdu. Sebastianı anneme uzattı.
Aralarında biraz konuşma geçtikten sonra isim konusunu tartışmaya başladılar.
Bense Lua ve Sebastiandan emindim.
Kimseden bir öneri çıkmamıştı.
- Peki benim aklımda iki adet isim var.
- Nedir?
Annem merakla babama baktı.
- Leon ve Leona olsun adları.
- Çok hoş bir isim.
Leon ve Leona mı koyacaklardı?
Ya Lua ve Sebastian isimleri koyulmayacakdı yani.
Çok tuhaftı.
Birden dank etti.
Ben aslında Sebastina ile ikiz değildim onun gerçek ikizi ölmüştü.
Lyux'un yerine gelen kadın ne yapmıştıda şuan ben buradaydım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Element(Tamamlandı)
FantasyLua hastanede sıradan bir şekilde ölmüştü. Gözlerini açtığında kendini farklı bir odada buldu. Cennette miydi? Kesinlikle cennette değildi. İçeri hizmetliye benzeyen bir kız girdi. Kız ona Atlanes Dükünün kızı olduğunu söyledi. Lua anladı ki oku...