Ceset

216 21 0
                                    

Biri beni dürtüyordu. Uyuya kalmıştım. Gözerimi açıp baktım.
- Bir de beni koruyacaksın...
- Üzgünüm majesteleri.
- Herneyse mola vereceğiz. Yakınlarda ki bir handa konaklayacağız.
Kafa salladım. Biraz daha ilerleyip durduk. Arabadan ilk ben çıktım. Daha sonra veliaht çıktı. Hana girdik lüks gibi duruyordu. İlerledik. Herkeze belli odalar verilmişti.
Odama girdim. Çantamı bırakıp yatağa oturdum yorucuydu.
Basitin biraz üstünde bir odaydı. Yumuşak bi yatak vardı bi masa sandalye ve ayna vardı. Kıyafet koymak için de bir dolap vardı.
Boş boş oturdum ardından kapı çaldı. Açtığımda adam bana baktı.
- Yemek için aşağı gelin lütfen.
- Peki.
Kapıyı kapattım. Üzerimi değiştirip aşağı indim.
Rasgele bir masaya mı oturmalıydım?
Etrafa bakarken Veliahtla göz göze geldik. Bana gel işareti yapınca yanına gittim.
- Benim şövalyem benim yanımda durmalı.
Doğrusu onun yanında durmam gerekiyordu. Bir şövalyenin asıl görevi korumaktır.
- Otur.
Oturmam için karşısını işaret eti. Kafa sallayıp,
- İzninizle Majesteleri.
Oturdum.
- Unutma bundan sonra hep karşıma oturacaksın.
- Peki Majestleri.
Belkide hızlandırılmış şövalye kursu almalıydım.
Galiba bir kaç tane şövalye olan arkadaş bulmalıydım ki rezil olmayayım.
Veliahtın yemeği geldi. Yerken ona bakıyordum.
Bana ters ters baktı.
- Bir şey alsana.
Yüzüne baktım.
- Paran mı yok, dert etme benden.
Yine alaycı tavır takınmıştı.
Düşünürken fark ettim ki para getirmeyi unutmuştum.
Ama sorun değildi Clide bir çözüm bulurdu.
- Sorun o değil majesteleri ne yiyeceğimi bilmiyorum.
Anlamazca bana baktı.
- Tuhafsın.
Sonuç olarak Veliaht ile aynı yemeği yedim ve odama geçtim.
Kapı tıktıklandı. Kalkıp açtım.
- Cli, yani Cryil?
Bana baktı.
- Etrafta kimse yok sakin.
- Gel.
İçeri geçip koltuğa oturdu.
- Bi sorun mu var?
- Anlayamıyorum.
- Neyi?
Neyden bahsediyordu kesinlikle bilmiyordum.
- Sizleri...
- Bizleri?
- Benim manamı okuyacak kadar güçlü olmanız için benim kadar güçlü olman gerek. 
- Ne alaka şimdi Clide?
- Kardeşin, o da anladı.
- Anladı?
- Benim Clide olduğumu.
- Anladı mı?
- Evet.
- Ama o güçlü bir kutsal güç kullanıcısı.
- Hah?
Bana ters ters baktı.
- Kutsal güç ha, sadece bir kara büyü kullanıcısı saf manayı okuyabilir.
- Sebastian ve kara büyü güldürme beni.
Bana aynı bakışla bakmaya devam etti.
- Mühürlü.
Anlamadığımı göstererce baktım.
- Kara büyü mühürlenmiş.
- Saçmalama. 
- Saçmalama mı, aslında onun kutsal gücü yok.
Kafam iyice karışmıştı.
- Emin ol benim de senin kadar kafam karşık.
Anlamaya çalışıyordum.
- Ama bir şeyden eminim ki kesinlikle onda doğuştan gelen bir kutsal güç yok.
- Doğuştan gelen?
- Doğduğu zaman o kutsal güçlere sahip değildi. Belli bir etki sayesinde kusal gücü oluştu belkide ya da biri sayesinde.
- Emin misin?
Merakla yüzüne baktım. Umarım bi anda şaka olduğunu söylerdi.
- Eminm.
Oluşan sessizlikten şaka yapmadığını anladım.
- Ne yapmalıyım?
- Bilmiyorum.
- Bilmiyorsun...
- Ama bir şey söyleme.
- Peki zaten söylemeyecektim.
- Güzel.
- Peki Veliaht?
- Ondan emin değilim.
- Nasıl yani?
- Kara büyü manası alamıyorum ondan.
- Manadan kara büyü olduğunu anlayabilir misin?
- Evet ama en az benim kadar iyi bir kara büyü kullanıcısı olmalı.
- Yani Veliaht kara büyü kullanıcısı mı?
- Manasında hiç karanlık göremiyorum ateşi rahatca görebiliyorum ayrıca manasında diğer elementlerden de var ama en çok ateş ve hava baskın.
- Bu yüzden mi güçlü?
- Evet eğer hava elementini de kullanmayı öğrenseydi tüm dünyada ki en kuvvetli büyücü olurdu.
- Hava ve ateş mi?
- Ateşi hava daha da kuvvetlendirirdi. Mesela kara büyüden belli büyüleri yapabilirdi.
- O nasıl olacak?
- Kara büyüde 4 elementi de kullanarak büyü yapıyoruz. 4 elementin birleşimi bize karanlığı verir.
Mesela su ve toprak ile Dexio büyüsü yapılır. Toprak ve su canlılığı temsil eder. Büyünün derecesi artıkca büyü yapılan elementlerde artar 5. dereceden Dexio yapmak için tüm elementler kullanılır.
- Anladım.
Tamamen anlamamıştım yinede ilgi çekiciydi.
- Sana söylemem gereken bir şey var.
- Dinliyorum.
Clide'a veliahtın bahsettiği anlaşmayı söyleyecektim.
- Veliaht bana bir teklif sundu.
- Ne teklifi?
- Onunla sevgili gibi rol yapamamı istedi.
- Ha?
- Karşılığında en iyi büyücülerle beni tedavi ettirmeye çalışacak.
- Benim bozamadığım büyüden bahsediyoruz?
- Evet.
- Yinede cazip bir teklif.
- Senin Jun ile nişan?
- Onu bozduracak.
- Arkandan ne kadar dedikodu olacağının farkında mısınız?
- Eminim bunu senin kadar o da iyi biliyor.
- Bilmeseydi tuhaf olurdu.
Kafa salladım.
- Belki de kabul etmelisin.
Clide'dan gelen şaşırtıcı cevapla yüzüne baktım.
- Sanmam ama belki hep beraber seni iyileştirebiliriz.
- Yani kabul mu edeyim?
- Bilmiyorum.
Jun'u sevmiyordum. Aksine tiksiniyorudum. Jun için amaca giden her yol mübahtı.
Anlaşma vardı.
- Clide aramızda ki anlaşma ne olacak?
- Anlaşmanın maddelerinde iki tarafta anlaşmayı bozamaz diye bir madde yok.
Yani önümde hiç bir engel yoktu ancak emin
değildim.
- Ölümü beklemendense bir şeyler denemeye ne dersin?
- Ne yani kabul etmemi mi söylüyorsun.
- Aynen.
Durdum düşündüm sanırım elimde ki en iyi seçenek buydu. Tam iyileşemesemde belki de yaşam sürem artardı. 
- Peki kabul edeceğim.
- O zaman yapılan anlaşmayı mühürleyeceğim.
- Güzel olur.
Sanırım yola çıktığımızda Veliaht ile konuşmamız gerekicekti.
Aklıma Sebastian geldi.
- Sebastian nasıl?
- Sana söylememem için söz verdirdi fakat söyleyeceğim kesinlikle berbat bir durumda.
- Hastamı?
- Bedensel olarak hayır ancak psikolojik olarak kötü bir durumda üstelik kendine büyü bile yapmama izin vermiyor.
- Tanrım...
Elimi anlıma vurdum.
- Hangi odada kalıyor.
- Belki de ona zaman tanımalısın.
- Sence tanıyabileceğim zamanım var mı?
- Peki gel peşimden.
Odadan çıktık. Arkasından ilerledim. Durdu.
- Bu oda.
- Peki sağol.
- Ben gidiyorum.
- Tamam.
Kapıyı tıkladım. Ses yoktu. Bir daha tıkladım. Ses yoktu.
- Sebastian?
Burun çekme sesi geldi, ağlıyor muydu?
- Giriyorum.
İçeri girdiğimde perdeler tamamen kapalıydı, odada kasvetli bir hava vardı.
Yatakda battaniyeye sarılmış oturan bir Sebastian vardı.
Clide doğru söylüyordu. Yüzünü göremesem de biliyordum ki şu anda kötü bir durumdaydı.
Hissediyorudum. Kalbim küt küt atıyordu. Yaklaştıkca artıyordu.
- İyi değilsin Sebastian.
- Kaldır kafanı.
- Lütfen.
Ses gelmiyordu.
- Sebastian...
Battaniyeyi açtım. Çenesinden tutup yüzünü yüzüme kaldırdım.
- Yüzüme bak ben çok mutlu gibi mi duruyorum.
Yüzünü tuttuğum elim alevleri içerisinde yanıyordu.
- Ateşin mi var?
Kafasını hayır anlamında salladı.
- Bu tuhaf.
- Niyese senden bir sıcaklık hissediyorum.
Koluma doğru yayılmaya başladığımda bir tuhaflık olduğunu sezmiştim.
Yüzümden akan yaşı hissediyordum. Sebastian gözlerini kaçırıyordu. Anlına bir damla kan damladı.
Tüm vücudum yanıyordu. Öksürmeye başladım.
Sebastian yüzüme şaşkınlık ile bakıyordu.
Azıcık uzaklaşmak için ayağa kalktım geri geri giderken bacaklarım bir anda işlevini kaybetti yere düştüm. Azımdan elimi çektim. Elimden kan damlıyordu.
- Lua?
Sebastian yanıma geldi.
- İyi misin?
Öksüre öksüre cevap verdim.
- Sakin ol.
- Gözün...
Bir gözüm görmüyordu. Gözümden süzülen kanı hissettim.
- Sorun yok.
Elimden tuttu.
- Ayağa kalk.
Nefes alamıyordum.
Yatağa oturdum beni bıraktı koşarak banyoya gitti.
Elinde ıslak bir bez ile geldi. Yüzümde ki kanı sildi.
- Ateşin mi var?
Eliyle anlıma dokundu.
- Yanıyorsun.
Elini tuttum.
- Bir anlık, anlık bir kriz sadece.
Konuşurken duraksıyordum.
- Clide, clide'ı çağıracağım.
- Dur.
Sesim kısık olsada durmuştu. Ardından endişe ile bana baktı.
- Böyle gidersen herkezin bundan haberi olur.
- Ama ya daha da kötüleşirse?
- Yanımda kalırsan bir şey olmaz.
Hafifce zar zor gülümsedim.
Kafa sallayıp yanıma oturdu.
- Yatağa uzan.
- İstemiyorum.
- Omuzuma kafanı koy o zaman.
- Tamam.
Omuzuna kafamı koydum.
- Beni hep zorluyorsun.
- Hah?
Sebastian ne demek istiyordu.
- Hep zor zamanlarında yanındayım bu iyi fakat çağre bulamam beni deli ediyor. Kardeşim gözümün önünde ölüyor ve ben sadece izliyorum. Ölmemesi için yaptığım şifa büyüleri onu daha çok ölüme yakınlaştırıyor. Tanrıya ettiğim dualar bir işe yaramıyor. Bazen varlığımın nedenini sorguluyorum. Hasta kardeşini bile iyileştiremeyen bir rahip.
- Hey, bu senin suçun değil. Bu hiç kimsenin suçu değil.
- Seni tekrar görmemek isterdim.
Kısık sesle söylesede duymuştum.
- Ne?
- Hiç bir şey.
Kafamı kaldırdım.
- Sebastian bunu söylemedin değil mi?
Cevap vermedi.
- Yanlış duydun desene!
- Doğru duydun.
Yavaşdan beni bir gülme aldı adete bir psikopat gülüşüydü.
- Öyle istiyorsan, öyle olsun en kısa zamanda geçmişte yapacağım bu isteğini.
- Yanlış anladın...
- Yanlış anladım ha?
Ayağa kalktım. Arkama bakmadan ilerledim.
- LUA GEÇMİŞTE OLSAM YİNE SENİ BUL...
Kapıyı sertçe çarptım ve çıktım. Yani beni tekrar görmemek isterdi ha?
Dengemi kaybedip yere düştüm. Öksürmeye devam ettim.
- Lua!
Arkamdan ayak sesi geliyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım. Kalkmadım.
Arkadan beni biri tuttu.
- Üzgünüm öyle demek istemedim.
Elini ittirip ayağa kalkmaya çalıştım. O anda önümde beliren bedene baktım. Elini uzattı. Kafamı kaldırdım.
- Majesteleri?
- Kaybol rahip.
- Ama Majesteleri.
- Kaybol dememiş miydim?
Gidiyordu.
- Kalkmayacak mısın?
Elini tuttum. Ayağa kalktım. Ancak bacaklarım titriyor yürüyemiyordum.
- Cidden sen mi beni koruyorsun ben mi seni anlamıyorum.
Arkasını döndü eğildi.
- Sırtıma bin.
- Yapamam majestleri.
- Bin dedim.
- Peki majesteleri.
Sırtına bindim. Sebastianın odası benimkinden uzaktı.
- Yine bir kriz ha?
- Üzgünüm Majesteleri başınıza bela oluyorum.
Cevap vermedi. Sessizce odamın kapısının önüne geldik.
İçeri girdik. Beni yatağa oturttu.
- Dinlen.
Arkasını döndü gidiyordu.
- Bekleyin Majesteleri.
Döndü bana baktı.
- Teklifiniz ile ilgili.
- Çabuk karar vermişsin. Muhtemelen red edece...
Cümlesini tamamlamasına izin vermeden;
- Kabul edeceğim majesteleri.
Şaşırmıştı. Bu ifadesini ilk kez gördüm.
Dudakları hafifce yukarı kıvrıldı. Daha sonra alayla gülümserken bana cevap verdi.
- Tabi kabul etmen normal, hayatında ayağına bir kere gelecek bir fırsat.
Cevap vermedim. Zaten dicek bir şey bulamadım.
- Peki anlaşma çoktan hazırdı.
Bana bir kağıt uzattı.
- Clide'a mühürletmek istersen mühürlet.
- Siz de isterseniz...
- Bende mühürletmek tarafındayım.
- Peki.
- İçerisinde normal maddeler var. Kim ne yapacak karşılığında ne alacak falan.
- İmzalayalım mı?
- Lafı ağazımdan çaldın.
- Clide.
Bir kaç saniyenin ardından Clide belirdi.
- Bir şey mi...
- Veliaht?
- Clide anlaşmayı mühürlemen için çağırdım.
- Tamam.
Sorgularca cevap verdi.
İsminim olduğu yeri imzaladım. Veliaht çoktan imzalamıştı.
Anlaşmayı Clide aldı.
- Tanrıya yemin olsun ki bu anlaşmayı bozan taraf her kim olursa olsun gazabım üzerindedir.
Simsiyah bir duman kağıdı sardı. Kağıt kapkara oldu.
Clide bana yaklaştı. Sessizce,
- Maddeleri iyice okudum değil mi?
- Hah?
- Şu piçe güvenmediğimden güçlü bir büyü yaptımda.
- Oku...
- Muhtemelen okumuşsundur.
- Okumadım.
Bana ağazı açık baktı.
- Komik olamayan bir şakaydı.
- Okumadım.
Acele ile kağıdı açtı. Okumaya başladı.
- Madde 1: Leydi Lua Veliaht Prens Alexander bitmesini istediği zamana kadar onu sevgilisi olacaktır.
Madde 2: Veliaht Prens Alexander Leydi Luayı en iyi büyücü ve rahipler eşliğinde tedavi ettirecektir.
Madde 3: Tedavi işe yararsa Leydi Lua Veliaht Prenses ilan edilcektir. Ve Velaiht Prens Tahta geçerse Leydi Lua İmparatoriçe olacaktır.
Madde 4: Tarafların cayma hakkı yoktur. Ve anlaşma iptal edilemez.
Madde 5: Tarafları birbirine his ve duygu duymasında sakınca yoktur.
Ciddi mi bu der gibi Veliahta baktım.
- Nasıl mükemmel değil mi?
- Bu Ne?
- Beğenmedin mi?
Yüzünde yine aynı aylaycı bakışlar vardı.
- Konuştuğumuzda ilk iki madde harici diğerleri yoktu.
- Eh hoşuna gider diye düşündüm.
- Son madde ne alaka?
- Yakışıklı yüzüme aşık olabilirsin diye ekledim.
- Hani rol yapacaktık.
- İmparatoriçe role kanmayacaktır. Bu yüzden sevgili olacağız. Bunu sadece oyun gibi düşün yine sen.
- Her türlü bu anlaşma çok saçma.
- Ne yani eline gelen "İmparatoriçe" olma şansını çöpe mi atacaksın?
Her zamanki gibi alaycıydı. Yinede cevap veremedim.
- Jun ile nişanının amacı da bu değil miydi?
Kafa salladım.
- O zaman anlaşma işine gelecektir. Eh zaten sözde İmparatoriçe olacaksın. Muhtemelen pek çok cariyem olacak.
- Neden beni İmparatoriçe yapacaksınız?
- Eğerek herhangi bir krallıktan prenses veya bir leydi İmparatoriçe olsa kesinlikle şu anki İmparatoriçe ile iş birliği içinde olurdu fakat sen bana hayatını borçlu olacaksın.
Basitce beni susturdu. Mantıklı bir sebepti.
- Ben gidiyorum.
Arkasına bakmadan gitti.
- Cidden sana inanamıyorum.
- Üzgünüm.
- Nasıl okumadın?
- Aklıma gelmedi.
- Anlaşmada başka bir şey oldaydı kesinlikle geri dönüşü olmazdı.
- Yinede...
- Sanırım uzun süre oyunculuk sergilemen gerekecek.
- Sanırım.
- İyi tarafınfan bak İmparatoriçe olacaksın. Veliahta senden bir şey beklemiyor.
- Sanırım, zaten artık geri dönüşü yok.
Yüzüme dikkatli baktı.
- Kriz geçirdin değil mi?
- Evet.
- İyi misin şu an?
- İyiyim.
- Sorun yok gibi duruyor.
- Güzel.
- Seni dinlenmen için bırakıyorum.
- Sağol.
Clide gidince odada tek kaldım. Yatağa uzandım. Uykulu hissediyordum. Gözlerimi kapatıp uykuya daldım.

Uyandığımda kendimi sersemlemiş hissettim. Hava aydınlanmıştı. 
Üzerimi falan giyinip saçımı tararken kapı çaldı.
- Kahvaltı için aşağı gelin lütfen.
- Peki.
Saçımı at kuyruğu yapıp aşağı indim. Veliaht prensi gözlerimle buldum.
- Günaydın Majesteleri.
- Otur.
Bana yaklaştı.
- Biraz daha az samimi ol.
- Hah neden?
- Biz sevgiliyiz unuttun mu?
Dalga geçer gibi cevap verdi.
- Unuttum.
Ters ters bana baktı.
- Akexander ne yiyeceksin?
- Eh bu da olmadı ama neyse devam et. Samimi oldu.
Sonuda yemek sipariş edip yedik. Sohbet ediyorduk tabi sohbet denirse.
- Gideceğimiz her yerde benimle samimi konuş her yere dedikodu yayılsın.
- Niye?
- İmparatoriçe çıldırsın diye.
- Öz anneni çıldırtmak mi istiyorsun?
- Öz annem mi?
Sessizlik oldu.
- Ben bir cariyenin çocuğuyum.
- Ama...
- İmparatoriçenin çocuğu olmuyor bu yüzden beni onun çocuğu gibi gösterdiler.
Şaşkınlıkla baktım.
- Anlıyorum.
- Anladıysan güzel.
- Ne zaman yola çıkacağız?
- Kahvaltıdan sonra.
- Peki Ma... Alexander.
- Git ve hazırlan.
- Tamam.
Odama gittim. Kıyafetlerimi topladım. Daha sonra aşağı indim.
Veliahtın arabasına yöneldim. İkimizde bindik. Tamamen hazır olunca yola koyulduk.
Hala yüzünde koyu halkalar vardı.
- Hala uyumadınız mı?
- Senin düşündüğünün aksine meşgul biriyim ben.
- Peki Majesteleri.
- Alexander de demiştim.
- Yanlızkende mi?
- Evet yoksa Majestleri demeye devam edeceksin.
- Peki Alexander.
- Saraya varındaca nişanı bozdurduktan sonra Alex de bana.
- Neden?
- Şöyle düşün Jun ile nişanı bozulduktan sonra benim ile çok samimi olduğun görününce ne düşünülür.
- Sizile yakın olduğum.
- Hah, işte amaç bu.
- Tamam.
Kafasını cama yasladı. Gözlerini kapatıp uyumaya çalıştı.
Araba çok sağlandığından kafası düşüyordu.
- Yastık vereyim mi?
- Olur.
Yastığı ve battaniyeyi kontrol ettim. Handa kı unutmuştum.
- Üzgünüm ama bulamıyorum.
Dudaklarını büzdü.
Bir süre sonra tekrar bana baktı.
- Gel şuraya otur.
- Peki.
Geldi bi anda bacağıma yattı.
- Burada uyuyacağım.
Cevap vermedim.
Kucağımda yatıyordu. Fakat gözüm gümüş rengi ipek saçlarındaydı. Tereddüt ile elimi uzattım.
- Devam et.
Beni ürkütmüştü.
- Korkma devam et.
Elimi saçlarına değdirdim. Yumuşacıkdı. Elimi içinden geçirdim.
Elim ipeğin içinde gibi hissettiriyordu.
Bir saate yakın bir süredir uyuyordu.
Gözlerini açtı bana baktı.
Kafasını kaldırıp dik oturdu. Bende karşı tarafa geçtim.
Araba bi anda durdu. İçime kötü bir his doğdu.
- Ben dışarı bakacağım.
Kafa salladı.
Arabadan çıktım. Kapıyı kapatır kapatmaz boynumda bir bıçak hissettim.
- Sabit dur.
Sert bir tonda uyaran sese döndüm kafasında maske olan bir adamdı.
- O küçük piç nerde?
- Kimden bahsediyorsun?
- Veliahtdan.
Ne demeliydim?
Etrafa baktım arabacı ve pek çok asker öldürülmüştü. Bu kadar sessiz bir şekilde bu kadar kişiyi öldürmek...
- Bilmiyorum.
- Hah...
Sırıtıyordu.
- Bir şövalye üniforması giyip yalan söylüyorsun. Yürek yemiş olmalısın.
Bıçağı biraz daha bastırıp hafifce kesti. Arkada Veliaht geliyordu eliyle sessiz ol işareti yaptı.
Bi anda adamın yüzünü tutup adamın yüzünü yaktı.
Adam güldü.
- Salaklar.
Yüzüne hiç bir şey olmamış gibiydi yine de adamın elinden kurtulmuştum.
Kesik yerden akan kanı hissediyordum. Sıcak kan boynumdan aşağı süzülüyordu.
- Sakinleş.
Veliahta baktım.
O an anladım ki gözümden kan akmaya başlamıştı. Gözüm görmeyi yavaşca bıraktı. Adam bana tuhaf tuhaf baktı.
Kılıcını çıkarıp manamı saldım.
- Dişli bir dövüş olacak.
Bi anda üstüme geldi kolaca savuşturdum. Neredeyse yenilmek üzereydim ama bi anda korkunç bir his beni sardı. Tam kalbimde korkunç, acı verici bir his.
Bi anda çıkan bir kaç kişi olmuştu ve onları da Alexander hallediyordu.
Basit bir suikast gibiydi.
Sonunda üstün geldim ve adamım boynuna kılıcımı dayadım.
- Seni kim gönderdi?
- Söyleyeceğimi mi sandın?
Arkadamdan gelen nefes nefese olan bi koşma sesi vardı.
- Asıl görev tamamlandı.
- Ne?
- Arkana bak.
Arkama baktığımda Clide bana doğru koşuyordu. Kucağında biri vardı.
Dikkatli baktım.
- Sebastian?
Elimde ki kılıç yere düştü. Clide'a doğru koşmaya başladım.
Durdu Sebastiana baktım. Tam kalbinin üstünde bir hançer vardı.
Dizlerimin bağı çözüldü. Yere düştüm.
Clide yavaşca Sebastianı kucağıma bıraktı. Elim titriyerek boynumdan nabzını ölçtüm.
Kalbi yavaş atıyordu.
Gözlerini açtı ağzından kan akıyordu.
Elleri titriye titriye yüzümü tuttu.
Gözlerimden yaşlar boşalıyordu.
- Sorun yok.
Kan öksürdü. Bi anda eli yere düştü.
- Ölmedin değil mi?
- Ses ver Sebastian!
Sebatianın yüzüne kan damlıyordu. İki gözümden de kan akıyordu.
Sebastianın ölü bedenini kucakladım. Ağlaya ağlaya sarıldım.
Kocaman bir bir çığlık attım. İçtemde ki şeylerin öldüğünü anlatan bir çığlık.
Omuzumda ki ele döndüm. Clide omzumu tuttu.
Elini elimin tersiye ittim.
Kucağımda ki ceset ile ayağa kalktım.
- Geri dönelim.
Veliahta cevap vermedim.
- Gözlerin.
Gözlerimin farkındaydım kan akıyordu.
Eve gitmek istiyorum...
Bi anda etrafımda kapkara bir çember oluştu. İçerisine çekti bi anda beni.
Son duyduğum şey "Lua hayır!" dediklerini duydum.
Siyah bir yerdeydim baş aşağı koltuklar vardı. İçinde simsiyah tuhaf insan silüetleri vardı.
- Lua Aquai!
- Kendi isteğin ile buraya geldin.
- Evine hoş geldin.

Gizli Element(Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin