Su ve Lucas

353 24 6
                                    

Sessizliğin içinde kendimi kaybetmişken uyku bastırıyordu. Sanki gece hiç uyumamış gibi vücudum yorgunluk belirtileri gösteriyordu.
Stres vücuduma mı vuruyordu?
Hiç bir fikirim yoktu. Gözlerim kapanıyordu.
Uyku beni içine alıyordu. Bende kendimi uykuya bıraktım.

Bedenimde hissettiğim bir hareketlilik vardı. Gözlerimi açtığımda etraf karanlıktı. Bana dokunan ele baktım. Ve yavaşca kafamı kaldırdım.
Küçük Sebastian?
Bana sıkı sıkı sarılmıştı. Biraz haraketlenince gözlerini açtı.
- Lua bişey, birşey mi oldu?
Uykulu uykulu konuşunca komik olmuştu.
- Uykum kaçtı.
- Neden?
- Bilmiyorum.
Ay ışığı yüzüne vuruyordu. Kırmızı gözleri tıpkı bir mücevher gibi parlıyordu.
- Gözlerin çok güzel.
Yüzüme şaşkın bir şekilde baktı.
- Öyle mi?
Kafa salladım.
- Senin gözlerinde tıpkı benimkiler gibi hatta daha güzeli.
Hızlıca kalkıp bir ayna getirdi. El aynasını bana uzattı.
- Şu parıl parıl parlayan gözlerine bak.
Yavaşca elinden aynayı aldım. Yüzüme doğru tuttuğumda kafamdan aşağı kaynar su dökülmüş gibi olmuştu.
- Sorun ne?
Sebastiana baktım.
- Gözlerin hoşuna gitmedi mi?
- Hayır, sadece parlaklığına ş-şaşırdım.
Biraz kekelemiştim. Fakat asıl sorun gözlerim değildi. Asıl sorun saçlarımdı. Simsiyah olan saçlarım şu anda Sebastianınki gibi kızıldı ayrıca dudağım üzerinde kocaman bir patlak vardı. Yinede dışarıdan bakan biri kesinlikle bana Sebastianın kız hali derdi.
- Birbirimize ne kadar çok benziyoruz.
- Evet ikizi olduğumuz için benziyoruz.
Muhtemelen tek yumurta ikiziydik. Fakat benim saçlarım neden siyah değilde kızıldı ve biz çift yumurta ikizi değil miydik?
Kafam çok karışmıştı. İstemeden titrediğimi fark etmemiştim bile.
Bi anda iki kol bana sıkı sıkı sardı.
- Lütfen sakinleş ve bana neyden bu kadar korktuğunu anlat Lua.
Uzun bir sessizliğin ardından bana sarıldığı zaman oluşan o tanıdık hissin boğazımda yaptığı yumru ile ağlamaya başladım. Her ne kadar silip durdurmaya çalışsamda durmuyordu.
Sebastian şaşırıp eli ile göz yaşlarımı siliyor bana bakıyordu.
- Lütfen ağlama.
Bir süre daha sonrada göz yaşlarım sessizce durdu. Benim elimi tuttu.
- Lütfen bana sorunun ne olduğunu söyle!
Endişeli gözler ile bana bakarken azım söylemek için can atıyordu.
- Sadece seni çok özlemişim.
Kafası karışık bir şekilde bana baktı.
- Burdayım. Lütfen ağlama artık sana kesinlikle küsmeyeceğim, özür dilerim.
- Küsmek mi?
- Sen düşmeden önce ki kavgamızı hatırlamıyor musun?
Sessiz kaldım.
- Önemli bir şey değildi boşver.
Elimden tuttu.
- Hadi geri uyuyalım. Gece uyumalıyız.
Kafa salladım.
Beni elimden çekiştire çekiştire yatağa götürdü. Yatırdı ve yanıma yattı. Üzerimizi örttü ve bana yaklaştı.
İçime bir anda sarılma isteği geldi ve sarıldım. Bana şaşkın baktı.
Yüzüne baktım. Gülüp bana sarıldı.
- Bir şey soracağım.
- Sor.
- Neden...
- Neden saçlarım kırmızı?
- Ne?
Şaşırmıştı.
- Siyah değil miydi?
- Nereden biliyor...
- Rüyada falan mı gördün Lua?
- Hayı-
- Neyse, hadi uyuyalım.
Rahatladığım için hemen uykuya dalmıştım.

Gözlerimi açtım. Kendi odamdaydım.
- Yine bir anı...
Sıcaklığını hissedebiliyordum. Kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Yüzümü yıkayıp ardından aynaya baktım.
Dikkatimi çeken pek bir şey yoktu. Fakat dudağıma baktığımda kaşlarımı çattım. Tam o patlağın olduğu yerin biraz altında çizik halinde aşağı inen bir iz vardı. Bu önceden varmıydı ki?
Kesinlikle yoktu.
Belkide gözümden kaçmıştı çünkü pek de büyük değildi aslında görmem bile şans eseriydi. Emin olamayıp boş vermeye karar verdim. Sonuçta bu bedenin gerçek sahibi başka biriydi, ben ise ölmeyi bile düzgün becerememiş biriydim.
Yinede tüm hisler bana çok anlamlı geliyordu. Belki de eski hayatımda bulamadığım ya da yaratamadığım hislere olan ilgimdi. Sonuç olarak yetimhane de büyüyüp genç yaşta hastanede tek başına ölmüş biriydim ben. Hastalığımın nedeni bile bulunamamıştı. Garip bir şekilde içten çürüyordum. Tıpkı dünyaya ait değilmişim gibi.
- Bu çok tuhaf ama çok tanıdık...
Kendi kendime mırıldanırken kapı çaldı. Kalkıp açtım.
- Leydim baş rahip sizi birazdan ziyarete gelecekimiş müsayit misiniz diye soruyor?
- Ona kendimi halsiz hissetimi ve dinleneceğimi söyle.
- Peki Leydim.
Kapıyı kapatıp yatağa uzandım. Halsiz olduğum doğruydu. Uyudukça sanki daha çok uykum geliyordu, daha fazla güç tüketiyordum adeta.
- Bu bir lanet mi?
Yatağa kendi mi bıraktım.
- Clide.
Önümde beliren Clide'a baktım.
- Yine o rüyadan gördüm.
- Nasıl bir rüyaydı bu sefer?
- Öncekinin devamı niteliğindeydi.
- Diğer Lua'nın hafızasını acaba sana aktarılıyor olabilir mi?
- Kim bilir?
- Fakat her rüya sanki benim enerjimi yiyor bitiriyor gibi.
- Bildiğim kadarıyla anı aktarmak çok meşakatli bir iştir iki tarafıda çok yorar. Muhtemelen bu yüzden.
- Ben ne yapacağım, bu gidişle kesinlikle yorgunluktan öleceğim!
- Şimdilik sana bir recharge büyüsü yapayım.
- Re ne dedin?
- Recharge.
Yüzüne bakakaldım. Bu terim bu yerde ne işi vardı? Belki de yazar isim bulamamıştı?
Yinede bu büyüyü kullanabilen biri yoktu yani bunu yazar isim vermemişti.
- Bu büyü kimin büyüsü?
- Bu büyüyü rüyamda gördüm. Birisi bana Recharge diye fısıldadı isimi bu yüzden recharge.
- Tam olarak ne büyüsü?
- Vücudunu yenileyecek. Enejini yeniden kazanacaksın.
Telefonu şarj etmeye benziyordu, isminden belliydi fakat çok tuhafdı.
- İyiymiş.
Elini uzattı. Elini vücudumun tam orta yerine hizaladı.
- Redektriodecharge!
Tek nefeste söylediği şey vücudumda hafiflemeler ve enerjiye yol açmıştı.
- Bu harika bir büyü lütfen banada öğret.
Kafa salladı.
- Belki yakın bir zamanda.
Sustu.
- Ne kadar ilerledin?
- Bence ideal bir büyüklükte bir küre oluşturabiliyorum.
Yüzüme baktı.
- Göster.
Kara sallayıp ufak bir hamlede avucumun içinde büyükce bir küre elde ettim. Her zamanki gibi dışı kırmızı ortasına doğru siyahlaşıyordu.
- Bunu bir kaç gün de yaptığına eminiz demi?
- Evet.
- Normalde şu anda bir bilye büyüklüğünde olmalıydı.
- Ne?
Tuhaf tuhaf yüzüne bakıyordum.
- Benim mirascım olduğun o kadar belli ki.
Açıkcası onun mirascısı olmam hala garipti. Abisinin soyundan geliyorsam nasıl onun mirascısı oluyordum? Yalan olabilir miydi?
Yalan olsa benden İmparatoriçe olmamı istemedi diye düşündüm.
Yinede sustum. Büyü ile herşey olabilirdi şu dünyada.
- Sana artık elementleri tek tek kullanmayı ve büyüleri öğretmeliyim.
- Anlayamadım?
- Şu anda küre karanlık eğer birinin yanında yapsan bunu kesinlikle seni şikayet eder ve idam ettirilirsin.
- Peki.
- Hangi element ilgini çeker?
- Su...
Direk su çıkmıştı ağazımdan. 
- Su, ha?
Kafa salladım.
- Zor olacak aynı anda rüyalarını da araştıracağım.
- Ya abim bana öğretse?
- Abin? Hangi abin Sebastian mı yoksa Lucas mı?
- Sebastian ile ikiziz dolayısı ile abim değil yani olmamalı.
- Anlıyorum yani Lucas. Fakat rüyanda abi dememişmiydin?
- Evet. Sanırım ilk o doğmuş.
- Anlıyorum. İlginç, gerçekten.
- Peki Lucasın bana su element büyüsü öğretmesine ne dersin?
- Rüyaların önemli olabilir, fakat daha önemlisi Lucas şu ana kadar gördüğüm en güçlü su kullanıcısı.
- Ne dedin?
Yüzüne baktım.
- Sözümün arkasındayım.
- Tuhaf...
Anlamadığım bir şey vardı. Madem bu kadar güçlüydü neden hiç fark etmemiştik?
- Yüzünden neden şu ana kadar fark etmediğini sorguladığını okuyabiliyorum. Tıpkı senin gibi o da bir şeylerin farkında değil.
- Ne?
- Neyse Lucas kabul ederse ondan öğren.
- Peki.
Bence seve seve kabul ederdi. Yinede o kadar emin olmasam iyidi.
Sonuç olarak Lucasa bir büyülü bir mektup yazıp saraya çağırdım. Yakın zamanda gelip beni bekletmemişti.
Odama geldi ve onu koltuğa oturtturdum.
- Sorun nedir?
- Senden bir isteğim var abi.
- Dinliyorum?
- Bana su elementini öğretmen isteğim. Bildiğin gibi 4 elementi de kullanabiliyorum.
- Biraz ani oldu.
- Üzgünüm.
- Neyse...
Ufak bir sessizlik oluştu.
- Peki sana öğreteceğim fakat ne zaman ve nerede öğreteceğim?
- Emin degilim.
- Peki bir çözüm bulmalıyız.
Kafa salladım.
- Düklüğe gelmeye ne dersin?
Yüzüne baktım.
- Şaka yapıyorsun.
- Hayır.
- Ama bu gerçekten sıkıntı olmaz mı?
- Kafana takma.
- Hah, abi üzgünüm ama o cadı ile uğraşmak pekte iç açıcı değil.
- Cadı? Luana mı?
- Sence?
- Luana iyi biridir. Kesinlikle sana kötü davranmaz.
- Cidden mi? Kafayı mı yedin!
- Sorun-
Lafını tamamlatmadan böldüm abimi.
- Gördüğüm en iğrenç ve iki yüzlü insandı.
- Peki bunu sana düşündüren neydi bilmiyorum fakat madem öyle başka bir şey bulmalıyız sanırım.
- Burada öğrenmek isterdim fakat öğrendiğimi gizli tutacağım.
- Neden?
- Veliahtın şövalyesiyim çünkü.
- Ne, neden?
Biraz fazla şaşırmış gibiydi.
- Asıl nedenim Sebastianın yanında olmaktı. Fakat Veliaht ve İmparator beni temelli şövalye yaptı. Fakat ben geçici istemiştim.
- Bu gerçekten tuhaf sen Düşmüş Prens ile nişanlıyken bunu yapmaları dedikoduya neden olacaktır.
- İmparatoriçe de söyledi fakat Veliaht dedikodulara umursamadığını açıkca belirtti.
- Belli ki bunun altında bir iş var. Belki asıl amacı o dedikodulardır?
- Sanmam, şu anda beni öldürmek için olabilir çünkü açıkca daha kolay, Veliahtı korurken öldü bahanesini kullanacaklardır. Kendimi korumak için büyülerde ustalaşmalıyım.
- Neden su?
- Bilmiyorum sadece istedim.
- Peki elimden geleni yapacağım.
- Teşekkür ederim abi.
Yanlışlıkla içten gülümsemiştim.
- Hey sen gülümsedin. Aman tanrım!
- Üzgünüm çirkin olmuş olmalı.
Azımdan çıkan lafa bir anda şaşırdım.
- Bunu sana ben mi söylemiştim?
- Bilmiyorum bir anda azımdan çıktı.
- Zamanında olanlar için üzgünüm.
- Sorun değil.
Sessizlik çöktü.
- Ne kadar zamanımız var?
- Yaklaşık 5 gün.
- Neler yapabiliyorsun şu anda?
- Sadece bu,
Elimde kocaman bir küre oluşturdum.
- Siyah bir mana, ne kadar koyu.
- Bunu su yapmayı dene.
- Nasıl?
- Bunun su olduğunu varsay kafanda öyle canlandır.
- Deneyeceğim.
Manayı dağıttım. Ardından tıpkı mana toplar gibi elimde suyu topladığımı düşündüm.
- Şu minik su topuna bak.
Abinin sesiyle elime baktım.
- Olmuş.
- Şimdi büyütmeyi dene.
Yavaş yavaş büyürken hızlanmaya başladı. Elimi havaya kaldırdım.
- Durmuyor!
- Siktir.
Tavana değer değmez patladı ve ıslandık.
- Sanırım açık alanda denemeliydik.
Abim önüne gelen saçlarını geriye attı.
- Oha.
- Oha mı?
- Abi şimdi ayrı bi iyi oldun he.
Bana dik dik baktı.
- Yani normalde de yakışıklısın da...
Dik dik bakmaya devam etti.
- Yani her zaman yakışıklısın.
Bir anda kahkaha attı.
- Tamam tamam şaka yaptım sadece yine de toparlamaya çalışman komikti.
- Şu suyu halledelim.
Eliyle suyu tıpkı suyu kontrol eder gibi suyu avucunun içinde topluyordu. Bi anda üzerimde ki su çekildi ve kupkuru oldum.
- Bu neydi?
- Suyu manipüle etmek.
- Cidden çok iyi.
Tüm suyu toplayıp açık camdan aşağı attı.
- Shh biz bir şey görmedik.
Gülümsedik ancak gelen bağırma ile yüzümüz kapkatı kesildi.
- KİMDİ O?
Aşağıdan gelen bağırmayı ikici kez duyunca birbirimize baktık.
- Kime geldi acaba?
- Sanırım...
Yüzüme merak ile baktı.
- Sanırım o Veliahttı.
- Aha sıçtık.
Yavaşca aşağı baktım.
- Harbi Veliaht bu.
- Ne kadar ıslanmış.
- Sanki üzerine nişan alıp döksen bu kadar ıslanmaz.
- Özür mi dilesem?
- Sakın, ben yapmışım gibi göstereceğiz. Beni affedeceğini düşünüyorum.
- Ya affetmezse?
- Hiç bir şey olmaz.
- Ama...
Bi anda kapı çaldı. Aslında çalmıyordu adeta kıracaktı. Sanırım o kadar sinirlenmişti ki buraya bir hışım ile çıkmıştı.
Kapıyı açtım.
- Veliaht Prens ne vardı?
- Sen, sen yaptın!
- Neyi?
Tamamen ıslanmıştı. Gri saçlarını geriye atmıştı. Mavi kırmızı gözleriyle bana dik dik bakıyordu. Gözlerim...
- Sen çocuk musun? Yukarıdan su dökmek ne demek!
- Ne su dökmesi?
- Yalan söyleme askerler suyun bu odadan çıktığını görmüş.
- Ohh, affedin beni abim bana su elementi büyüsü yapmayı öğretirken bir kaza oldu ve kocaman bir su kütlesi camdan aşağı döküldü. Size geldiğini fark etmemiştim. Affedin beni.
Yüzüme dik dik baktı.
- Bu seferlik affediyorum.
Gömleğinden su damlıyordu.
İçeriye girip rasgele bir mendil buldum.
- Yüzünüzü kurulayın daha sonrada odanıza gidip üzerinizi değişin ki hasta olayın.
Elimden mendili aldı.
- Görende ablam annem ya da nişanlım zannedicek.
- Üzgünüm.
Arkasını döndü şakır şakır su akıyordu.
- Bir dakika lütfen.
Abim arkadan suyu Veliahtın üzerinden topladı.
- Bu neydi?
Abim arkadan eğildi, Veliahtı selamladı.
- Lua'yı durduramadığım için bu işte benim de suçum var lütfen bunu özürüm olarak kabul edin.
- Suyu manüple edebiliyorsun ha?
- Evet majesteleri.
- Güzel.
Bir anda ateş suyun etrafını sardı bir kaç saniyenin ardından sadece buhar görünüyordu ve alevler kayboldu.
- Bu yaptığınız nedir majesteleri?
Merakla sordum.
- Tıpkı su gibi ateşide manüpüle edebilirim. Tabi her önüne gelen yapamaz bunu.
Arkasını döndü havalı havalı gitti.
- Sadece bir Kraliyet ailesine mensup olmak isterdim.
- Öylesin zaten.
- Ha?
- Aquai İmparatorluğu yıkılsa bile sen hala Aquai Kraliyet ailesi mensubusun.
- Açıkcası pekte işime yaramıyor.
- Belki bir gün.
Gülümsedi ve gitti. Sanırım ilk kez gözüme normal biri gibi gelmişti. İlk kez içten gelmişti.
Ancak dediği sözlerde ki acı gerçek şuydu ki yıkılan bir İmparatorluğun mensubu olmam hayatımı mahfedecek bir şeydi ama ben sadece şanslıydım yani şimdilik.
- Sanırım artık bir yer belirlemeliyiz.
- Galiba, dedi abim.
- Neresi olmalı?
- Emin değilim. Sanırım tek seçeneğimiz senin Dükallığa gelmen.
- Sanırım.
- Yani geliyorsun.
- Peki yarın dönelim bu günlük burada kalalım.
- Öyle olsun.
Sonuç olarak burada bir gün daha kalacaktık. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Lucasa bir oda verilmişti.
Bende Sebastian'ın odasına gittim.
- Lua?
- Ben yarın bir kaç günlüğüne Dükallıga gidiyorum haberin olsun.
- Neden?
Kaşlarını çattı.
- Abim çağırdı. Hem birkaç gün antreman yapmama yardım ededek.
- Sen bilirsin ama ya bir şey olursa?
- Olmaz, deyip arkamı dönüp uzaklaştım.
Odama geri girdim.
- Clide.
- Efendim?
- Abim kabul etti bir kaç gün Dükallığa gideceğim.
- Ya Luana?
- Artık bana bir şey yapamaz.
- Luana demişken hikayenin sonunda ona ne oluyordu?
- Hikayenin sonu mu?
Ben sonunu okumuş muydum ki? Hafızam çok bulanıktı.
- Bilmiyorum.
- Orayı okumadın mı?
- Hayır tamamen bitirdim fakat hafızamdan silinmiş gibi hatırlayamıyorum belki de yanlış hatırlıyorumdur.
- Tuhaflıklarla dolusun.
- Galiba.
- E sen ne buldun?
- Şimdilik hiç bir şey.
- Peki yakında bir şeyler buluruz sanırım.
- Sanırım.
- Neyse sen devam et.
- Peki.
Odada yine tek başıma kaldım. Fakat uzun sürmedi.

Gizli Element(Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin