Kriz

215 17 0
                                    

Gerçekten tuhaf bakıyordu.
- Kız kardeşiniz?
- Başkasıyla karıştırdın galiba Leona.
Leonun verdiği cevaba şaşırdım.
- Muhtemelen başkası ile karıştırdınız Prenses, benim herhangi bir kardeşim bulunmamakta.
- Ha?
Tuhaf bakışlara maruz kalıyordum.
- Haklısınız başkası ile karıştırdım.
Beynim durmuştu. Luana doğmamışmıydı.
Karşımdaki Lucastan başkası değildi.
- Müsadenizle.
Lucas ayrıldı.
Boş boş saatlerce oturup düşüncelere dalacaktım muhtemelen.
Pek çok tuhaflık vardı. Örneğin isimlerimiz tuhaflıklardan biriydi.
En tuhaf olaysa şu anda Lion ile ikiz olmamdı. Normalde gerçek ikizi ölmüştü. Onun sahtesiydim ben.
Ama şu an ben Lion ile gerçekten ikizdim. Buna karşılık olmalı ki canavar olarak anılıyordum.
Gözlerim iyice tuhaflaşıyordu. Önceden geçmişe gittiğim zaman anlamsızca kırmızı gözlerimden birisi siyaha dönmüştü.
Şu anda siyah gözümün akına kadar kapkaraydı. Zaman geçtikçe göz bebeğinin ortasında ki siyah nokta gibi gözümde bir kırmızı nokta belirmişti.
Tıpkı bir korku filmin baş karakteri gibiydim.
Kalbimin üzerinde bir yara izi bulunuyordu.
Hizmetliler bu izi gördükten sonra lanetli olduğumu söylemeye başlamaları zaman almamıştı.
Bebekliğimden şu ana kadar.
Lanetli bir canavar olduğuma inanan kişiler sadece hizmetliler değildi.
Annem ve öz kardeşim bile beni canavar olarak nitelendiriyordu.
Tek suçum gözümün böyle olmasıydı. O bile kendi isteğimle değildi.
Etrafa bakıldığımda pek çok leydinin gözü buradaydı.
Açıkca görülebilirdi ki hepsinin gözü kardeşimdeydi.
Gözleri kayıp bazıları bana bakıyordu. Ardından çok geçmeden başka leydiler ile fısıldaşmaya başlıyorlardı.
Konuştukları şey çok açıktı. Hangi leydi kendi sosyeteye çıkış balosunda maske takardı ki?
Kendimi korumak istiyorsam zorundaydım. Eğer öldürülmek istemiyorsam mecburdum.
Garip yanı bunun kara büyüm ile alakası olmamasıydı.
Ne kadar boktan bir hayat. Ne kadar geçmişe gitsemde, bana ikinci bir şans verilsede sanırım hep yanlız kalıp sevilmemeye mahkum bir karakterdim.
Kesinlikle burası bir internet noveli olmak için uygun bir dünyaydı.
Şu anki hali ile karakterleri bile tahmin edebilirdim.
Ana karakter kesinlikle kardeşim Lion olurdu.
Onun yanında olan en yakın arkadaşı Lucas olabilirdi.
Onu kandıran Jun olurdu.
Hikayenin kötüsü bile belliydi.
Hikayenin kötüsü kesinlikle ben olurdum.
Moralim bozulmuştu.
Belkide biraz hava almak için terasa çıkmalıydım. Yavaşca kalkıp gidecektim. Ayağa kalktım ve kapıya yöneldim. Açıkcası kimsenin umurunda olmadığı için sevindim.
En yakın terasa doğru ilerleyip terasın kapısını açtım.
Tahmin ettiğim gibi boştu. İçeri girdim kapıyı kapattım. Korkuluklara tutunup aşağı baktım.
Şuradan atlasam ölürmüydüm ki?
Her zamanki gibi ölüm düşüncesi beyinimin köşelerinde yankılanıyordu.
Biraz daha eğildiğimde tamamen vazgeçip atlamak üzereydim.
Bi an bir ses duydum.
- Küçüğüm ben sana bu hayatı intihar et diye mi verdim?
- Arkanda kalacakların üzüleceğini bilmiyor musun?
- Sana neler olcağını göstereceğim.
Hızla aşağı düşüyordum. Bi anda yere çakıldım. Acıyı hissediyordum. Gözlerim kapanıyordu iğrenç bir his dolaşıyordu.
Bi anda yerde kendi ölü bedenimi gördüm. Biraz zaman geçti. Bu tarafa gelen biri vardı.
Hızla yaklaşıyordu.
- Liona!
- Liona!
Bağırarak gelen kişi Liondu. İyice yaklaştığında bi anda durdu. Gözleri kocaman açıldı. Olduğu yere çivilenmiş gibiydi.
Yavaşca adım atıp bana iyice yaklaşıp başımı tuttu. Elini tekrar çekip eline baktığı zaman elinde kan vardı.
Eliyle ilahi güç uyguladığını gördüm.
Babam gelmişti annem arkada şok olmuşcasına duruyordu.
Lion'u bir anda ittirdi ve beni tuttu.
Lion boş boş bakıyordu.
Bi süre sonra kendine geldi ve bana kutsal güç uygulamaya başladı.
Babamın eli titriyerek boynuma gitti.
Nabzımı ölçtüğü an elini hemen çekip bileğimden nabzıma baktı.
Hayretler içerisindeydi.
- Lion dur.
Lion devam ediyordu.
- Lion dur o öldü.
Kesinlikle durmuyordu.
- Lion dur o öldü, kutsal gücün bir işe yaramayacak!
Lion babama boş boş baktı.
- Ölmüş olamaz daha ondan-
Kendimi tekrar terasta buldum.
- Küçüğüm olacaklarının bir kısımını gördüğüne göre vazgeçmişsindir.
Arkadan bir ses geldi.
- Prenses öyle sarkarsanız düşebilirsiniz.
Tanıdık bir sesti. Arkamı döndüm.
- Alexander, yani Prens Alexander.
Şu anda Veliaht olmuş muydu ki?
- Beni hatırlıyorsunuz.
Hatırlamamam mümkün müydü?
Yanıma yaklaştı.
- Sonunda sizi buldum Prenses.
- Anlayamadım.
Ne diyordu?
- Yıllardır rüyamda ki kişi yani sizdiniz Prenses.
Yüzünde asla unutamadığım o alaycı bakışı yerleştirdi.
- Hep sormak istemiştim.
Duraksadı.
- Neden yıllardır rüyalarıma giriyorsunuz?
Yüzüne baktım her zaman ki gibi gülümsüyordu.
Fakat verdiği his her zaman ki gibi değildi.
Benimle dalga geçen o yüz ifadesi değildi. Gülümseyişinden üzgün, endişeli ve rahatsız olduğunu anlayabiliyordum.
Tuhaf yanı ise neden beni rüyalarında görüyordu. Daha önce hiç bu bedende karşılaşmamıştım onunla.
- Anlayamadım, beni nası rüyalarınızda görüyorsunuz?
Dahası yüzümün yarısını kaplayan bir maske varken nasıl tanımıştı?
- Pek çok şekilde...
Mırıldanıyordu.
- Ağlarken, gülerken, bana bakarken...
Durdu.
- Ölürken...
- Ha?
- Üzgünüm saçmalıyorum.
Arkasını döndü gidiyordu.
- Alexander!
Bana döndü.
- Bence gitmeliyim Prenses.
- Dur!
Beni dinlemeden gitti.
Geçmişi hatırlıyor olabilir miydi?
Eğer hatırlıyorsa konuşabileceğim tek kişi oydu. Ancak bana sorduğu soruya bakılırsa geçmişi sadece rüyalarında görüyordu sadece.
Belki de geçmişi görmüyor bile olabilirdi. Sadece basit rüyalardı.
Aslında rüyasında beni gördüğünden bile şüpheliyim. Yüzümün yarısı bu maske ile kaplıyken başkası ile karıştırmış bile olabilirdi.
Pek çok olasılık vardı. Doğru olan hangisiydi?
Az önce ne yaşamıştım ben?
Kesinlikle beynim karışmıştı.
O gördüğüm ölümümde neydi? Acı tamamen gerçekçiydi.
Bana neden bu geleceğimi göstermişti. İntihar edeceğimi düşündüğüm için mi?
Yaşamak istemediğim doğruydu ancak intihar edecek raddede değildim.
Terastan ayrıldım ve ana salona geri döndüm. Aynı yerime oturdum.
Aynı bakışlara maruz kalıyordum. Bu bana eski anılarımı hatırlatıyordu.
Gitmek istiyordum. Artık daha fazla durmamın manası yoktu.
Kalmak ve gitmek arasındaydım.
Babama baktım.
- Baba.
Bana baktı.
- Ben erkenden gidebilir miyim?
- Tabiki, istediğini yapmakta özgür olduğunu biliyorsun.
Rahatlayıp kalkıp odama gittim. Sonunda boktan ortamdan uzaklaşmıştım.
Kıyafetlerimi çıkarıp en son okuduğum kitaba devam ettim.
Ancak eski hayatımda ki zevkli novel ve webtoonlarda ki zevki vermiyordu.
Yinede zaman geçirmek için ideallerdi.
Belki de zaman geçirmek için farklı aktiviteler bulmalıydım.
Yetenekli olduğum bir alan eskiden yoktu. Aklıma ilk gelen şey resim yapmak oldu.
Bir hizmetli çağarıp malzemeler istedim. Bana ters ters baksada getirmişti.
Şövaleyi koydum boş tabloyu koyup paletime renk koymaya başlayacaktım.
Kullanacağım sadece iki renk vardı.
Siyah ve beyaz.
İki rengi de koydum. Ve içimden geldiği gibi çiziyordum. Saatler sürmüştü fakat bitmişti.
Baktığımda korkutucu resim tüylerimi diken diken etti.
İçinde tuhaf bir siyah silüet olan detaylı bir resim yapmıştım.
Bu hayatımda ilk kez resim yapmama rağmen hâlâ yetenekliydim sanırım.
Belki de bu resimi kimse görmemesi gerekiyordu. Muhtemelen herkez kesinlikle bir canavar olduğumdan emin olacaktı.
Kapı çalmıştı. Seslendim babam olduğunu öğrendiğim zaman rahatlayıp tabloyu saklamaktan vazgeçtim.
Gelmesini söylediğim zaman içeri girerken arkasında ki bir kişiyi daha gördüğüm an panik oldum.
Fakat o çoktan resimimi görmüştü.
Ani panikten kim olduğunu görmediğim için baktığımda Lion olduğunu gördüm.
- Baba ben seni odanda bekleyeceğim.
Babam onaylayınca ayrıldı. Resime tuhaf tuhaf bakarak gitmişti.
Kesinlikle benden daha çok nefret etmeye başlamış olmalıydı.
Babam resime baktı.
- İlgi çekici olmuş.
- Korkunç bir resim bu baba.
Neyini beğenmişti ki?
Resim güzeldi fakat aynı zamanda korkutucuydu da.
Örümcek zambakları vardı. Dış taraftakiler solmuştu. İç tarafa doğru canlı çiçekler vardı ve ortasında yatan bir simsiyah silüet vardı. Gözlerinden biri benim simsiyah gözüm gibi bir kırmızı nokta vardı.
- Sana en yakın zamanda bir resim öğretmeni bulacağım.
- İstemiyorum.
Bana hayal kırıklığı ile baktı.
- Emin misin?
- Evet...
- Peki.
- Sanırım etkinlik bitti?
- Yakın zamanda bitti. Lion ile konuşmam gereken konular vardı o yüzden arkamdan geliyordu. Seni rahatsız etmemiştir umarım.
- Etmedi, nasıl olsa o benim kardeşim baba.
Yalandı. Onu gördüğüm zamanlar içimde bir yok olma isteği kazandırıyordu. Yine bana canavar demesinden korkuyordum.
Ne kadar beni canavar olarak gördüğünü bilsemde söyleyince daha çok kırıcı oluyordu.
Kendi öz kardeşim benden nefret ediyordu. Onu korumak için nelerimi feda ettiğim kardeşim...
Kendimden tekrar tiksindim. Varlığımın bir hata olması gerekiyordu.
- Baba sen Lion'u bekletme.
- Biraz daha kalacağım.
- Hadi ama baba, Lion seni bekliyor gitmelisin!
Zorla gitmesi için gönderdim.
Bana baktı ve son bir kez soru sormak için ağazını açtı.
- Maskeyi çıkarmayacak mısın?
- Muhtemelen bundan sonra bunun gibi şeyler ile yaşayacağım.
Cevap vermek istedi ancak verecak cevap bulamamış gibiydi.
En sonunda gitti ve odada yanlız basıma kalmıştım tekradan...
İşte benim hayatım bundan ibaretti.
Yanlızlık...
Ne kadar bana şans verilsede her zaman yanlız kalmaya mahkum olmalıydım.
Belki tanrı beni lanetlemiştir...
Dışarıdan sesler geliyordu. Camdan aşağı baktım.
Bahçede Lion ve Lucası gördüm.
Anlaşılan babamla konuşmaları uzun sürmemişti.
Kılıç sesi tüm bahçeyi dolduruyordu. Gizlice izledim onları.
Rekabetliydi. İkiside çok güçlüydü. En sonunda Lucas Lion'u yendi.
Kılıcı yere düşmüştü. Lucas kılıcını Lion'un boynundan çekti.
Bir şey demişti ancak sesi buraya kadar gelmiyordu.
Sonunda camdan çekildim.
Bu hayatımda kılıç kullanmayı hiç ögrenmemiştim.
Belki de babamdan bir öğretmen tutmasını istemeliydim?
Bu sayede savaşta başarı kazanıp saygınlık kazanabilirdim.
Akla yatan bir plandı. Ama babam kabul etmeyebilirdi.
Belki de şansımı denemeliydim.
En sonunda ikna oldum ve babamın çalışma odasında doğru gitmeye başladım. Nadiren odadan çıkardım bu da genelde önemli meselelerden dolayı olurdu.
Kapının önünde durdum ve iki kere tıktıklayıp bir kere daha tıktıkladım.
Babam benim geldiğimi anlamış olacakki gelmem için seslendi.
- Bir sorun mu var?
Endişelenmiş gibi görünüyordu.
- Baba sana sormak istediğim bir şey olacak.
- Dinliyorum?
- Baba belki de sadece bir şövalye, asker olmalıyım.
Babam rahatlamışca baktı.
- Rahatladım evlenmek isteyeceğini düşünmüştüm.
Babama ironik bir şeklide baktım. Benimle evlenmek isteyen olur muydu ki?
Bir canavarla evlenmek isteyen olmazdı.
Gerçi daha 15 yaşında evlenmek istemezdim.
Babama baktım.
- Eğer isteğin buysa sana bir öğretmen göndereceğim yarın ancak bundan emin misin?
- Neden?
- Genç soylu beyfendiler şövalye olan kadınlarla pek evlemek istemezler.
- Baba, evlenmek umrumda değil.
- Ha?
Şaşırmış gibiydi.
- Peki madem, yarın sana en iyi öğretmeni göndereceğim.
- Teşekkürler baba, iyi ki varsın.
Gülümsedi.
Odadan mutlu mutlu çıktım. Ancak ilerde bu tarafa gelen Lion ve Lucası gördüğüm an yüzümde ki gülümseme silindi ve içimde bir endişe filizlendi.
Yolumu değiştirmeli miydim?
Ya da sessizce yanlarından geçip gitmeli miydim?
Yoluma devam ettim. Muhtemelen beni görmezden geleceklerdi.
Yani öyle ummuştum.
Fakat bi anda beklemediğim bir ses geldi.
- Selam Liona.
Ses Lucasındı. İçimi bir korku kapladı. Yine beni mi öldürecekti?
Belki Lion ile beraber beni öldüreceklerdi.
Titriyordum.
Omuzlarımdan bir el beni tuttu.
- Yüzüme bak.
Yüzüne baktım. Korkup ittirdim. Hızlıca arkama bakmadan ilerlemeye başladım.
Ellerim titriyordu. Zar zor odama yürüyordum.
Odamın kapısını açtım içeri girdim. Zar zor beni ayakta tutan bacaklarım sonunda kendini bıraktı.
Bi anda oturup kaldım.
Elim titreyerek maskeyi çıkarttım.
Sadece gözlerimden korku yaşlarının akmaya başladığını hissetmiştim.
Tekrar ölmek istemedim. Yine aynı hayatı takip etmek istemedim.
Gözlerimden akan yaşlar elime damlıyordu. Yere bakıyordum boş boş...
Bi anda elime damlayan damlaya baktım. Kanla karışık bir göz yaşıydı.
O an gerçek endişeyi ilk kez hissettim.
Şimdiye kadar hiç olmamıştı. Genellikle iyiye işaret de olmayan bir şeydi.
Ağlamayı kestiğim zaman o da kesilmişti.
Daha dikkatli olmam gerektiğini artık biliyordum. Eğer manamı kontrol edemezsem sonum kötü biterdi.
İdam edilmem için ayaklanma bile çıkabilirdi. Nasıl bir tepki alcağımı tahmin etmek zor değildi.
Sonunda toparlandım ayağa kalktım. Hava kararmıştı. Cama doğru ilerledim. Geçmişe gittiğim zaman ki gibiydi gök yüzü.
Geçmişten bir kaç farklılık vardı.
Bu farklılıklar en çok canımı yakan kısımdı.
- Sebastianı özlüyorum, Lion'u değil...
İç çekerek yatağıma doğru gittim. Yatağa uzandım gözlerimi kapattım. Uyuyamıyordum. Gözlerimi açtım. Tablo dikkatimi çekti.
Odada hiç ışık olmadığından karanlıktı ancak ay ışığı odayı birazda olsa aydınlatıyordu.
Tablo gerçekten harikaydı.
Ancak aslında benim içimi anlatan bir tabloydu.
Yavaş yavaş içten çürüdüğümü anlatan bir tablo...
Uzun bir süre boş boş tabloya baktım.
Uykum geliyordu. Gözlerimi kapattım.

"Sana bana adımla seslenmemeni söylemiştim!"
"Üzgünüm."
Arkasına bile bakmadan gitmişti...

Gözlerimi açtım. Kabus mu görmüştüm.
Geçmişten bir anımı rüya olarak görmüştüm, her zamanki gibi...
Gidip elimi yüzümü yıkadım. Uykum açıldığı zaman en son okuduğum kitabı aldım ve okumaya başladım.
Kapı çaldı.
- Kimsin?
- Benim efendim.
Babam bana bir şeyler gönderdiği zaman gelen kahyaydı.
- Bir dakika.
Etrafa baktım. Masanın üzerinde ki beyaz göz bandını aceleyle taktım ve kapıyı açtım.
- Efendim, İmparator size bu maskeyi göndertti.
Dün ki maskeye benziyordu ama modeli farklıydı.
- Babama teşekkürlerimi ilet.
- Ayrıca kahvaltıyı sizinle beraber yapmak istedi.
- Reddettiğimi söyle.
- Odasında yanlızca ikiniz olacaksınız.
- Peki o zaman geleceğim birazdan.
Kahya selam verip ayrıldı. Maskeye baktım şekili biraz daha farklıydı.
Bu maske diğeri gibi yüzümün yarısını kaplamıyordu. Sadece gözümü kapatıyordu. Düz beyaz bir renkti. Üzerinde siyaz desenler vardı. Sade duruyordu ancak bir o kadar da asildi.
Kahvaltıya gitmek için hazırlanmalıydım. Elbise gitmek istemiyordum. Bende pantolon ve gömlek giydim.
Elbiseden daha hoş duruyordu.
Saçlarımı tepeden at kuyruğu bağladım ki göz bandı daha rahat dursun diye.
Beyaz göz bandını tekrar taktım.
Odamdan çıktım ve banamın çalışma odasına gittim. Kapıyı her zaman çaldığım gibi çaldım ve içeri girdim.
Kahvaltı çoktan hazırdı. Babam bana baktı.
- Gel hadi.
Karşısına oturdum.
Biraz havadan sudan konuşup kahvaltı yaptık.
Babam bi sessizleşti.
- Öğretmenini buldum.
- Kim?
- Lucas sana öğretmenlik yapacak.
- Ne?
Duyduğum an titremeye başladım.
- Lucas Atlanes mi?
- Evet.
Babam bana tuhaf tuhaf baktı.
- Onu abin gibi görüp daha rahat olursun diye düşünmüştüm.
- Abim gibi ha?
Doğru söylüyordu abim gibi görsemde ölümüm onun elinden olmuştu.
- Eğer istemezsen başka bir öğretmen bulayım.
Her ne kadar korksamda su götürmez bir gerçek vardı o da Lucasın nam salmış derecede iyi kılıç kullanmasıydı.
Lion gibi o da akademinin ilk yıllarında ün salmıştı. Ona verilmiş bir isim de vardı.
Dans eden kılıç...
Kılıç kullanırken adete kılıçı onun uzuvu haline geliyordu ve elinde ki kılıç dans ediyor gibi görünüyordu, yani ben öyle duymuştum.
- Sorun değil baba.
Geçmişte bu yaşlarında bu seviyede değildi.
Babam gülümsedi.
- Eminim çok iyi kılıç kullanacaksın.
- Umarım.
- Kahvaltıdan sonra ilk antrenmanı yapmak için Lucas boş sahada seni bekliyor.
- Peki.
Biraz çabuk olmuştu.
- Çoktan seni bekliyor olmalı.
Gitmem gerektiğini belirtmişti babam.
- Ben gideyim o zaman.
- Sana gönderdiğim maskeyle talim yapman daha kolay olacaktır.
- Teşekkürler baba.
El sallayıp odadan çıktım.
Odama gidip göz bandı yerine gönderdiği beyaz maskeyi taktım.
Aşağı indim ve sahaya gittim.
Babamın dediği gibi Lucas oradaydı.
- Günaydın Liona.
- Sizede günaydın Genç efendi Lucas.
Titrememi zor tutuyordum.
- Başlayalım mı?
Kafa salladım.
- Maskeyi çıkarmanız sizin için daha iyi olacaktır.
Sanırım onunla resmi konuşunca o da resmi konuşmaya başlamıştı.
- Böylesi daha iyi.
- Peki siz bilirsiniz.
Öncelikle bana kılıcı nasıl tutacağımı gösterdi.
Zaten bildiğimden bunları çabuk geçmek için hemen hemen yaptım.
Bana tuhaf tuhaf bakıyordu.
Önümüzde ki talim tahtasına bir kaç kez vurmayı gösterdi.
Basit şeyler çok sıkıcıydı.
Bana ters ters baktı.
- İmparator bana ilk kez kılıç dersi aldığınızı söyledi ancak daha önceden öğrenmiş gibisiniz.
Doğru söylüyordu. Tuhaf duruyor olmalıydı.
- Sanırım yeteneklisiniz. Karşılıklı kılıç çarpıştırmaya ne dersiniz?
Çok absürt bir istekte bulunmuştu ilk kez öğrendiğini bildiği birinden böyle bir istekte bulunmak.
- Peki hadi yapalım.
Elime gerçek bir kılıç verdi delirmiş miydi bu?
Karşısına geçtim. Pozisyon aldım.
- İlk siz başlayın lütfen.
Kafa salladım. İlk kılıcını savuran ben olmuştum. Hemen karşılık verip kendini savunmuştu.
Kılıç sesi tüm alanı dolduruyordu.
Yenilecektim. Elimde ki kılıç fırladı.
Kılıcı boynumda tuttu.
Yanıma yaklaştı.
- Biliyordu bu ilk kez kılıç kullanan birinin kılıç kullanışı değil.
Anlamış olması normaldi.
- İmparatordan gizli ders almış olmalısınız.
- Hayır ders falan hiç almadım.
Yüzüme tuhaf tuhaf baktı.
Sorunun ne olduğunu anlamamıştım.
Yere baktım. Yerde maskemi görünce şaşırdım.
Gözümü elimle kapattım.
Titriyordum. Eğildim maskeyi alıp koşarak kaçmaya başladım.
Kayışı kesilmişti. Ancak ne zaman kesilmişti ki? Hissetmemiştim bile.
Ne yapacaktım, çoktan gözümü görmüştü.
Koşmaya devam ettim. Gözümden yaş akıyordu.
İstemeden ağlıyordum.
Gözümü tuttuğum kolumdan kan akıyordu.
İçinden küfür ettim.
Gözümden kan akmaya başlamıştı.
Bi anda bir şeye çarptım.
Kime çarptığımı anlamak için kafamı kaldırdım.
Onca kişiden neden Liondu ki?
Bana tuhaf tuhaf baktı.
- Gözün, gözüne ne oldu?
Elini uzattı kolumu tuttu. Elimi kaldırıyordu.
- Bir kaç dakika ayrıldım ve o deli...
Elini ittirdim.
Görmemesi daha iyiydi. Belki görseydi benden daha çok nefret edecekti.
Odama koşturdum. Aynada kontrol ettim. Siyah gözümün üzerinde ki kırmızı küçük göz bebeği parıl parıl parlamaya başlamıştı.
Ağlamam dursada kan durmuyordu. Göz bandını zar zor taktım.
Babamı bulmalıydım. Koşarak odasına doğru gittim. Bana gülümseyerek bakmıştı ancak beni gördüğünde gülümsemesi soldu.
Ayağa anında kalktı. Ve yanıma geldi. Göz bandını kaldırdı.
Gözlerim bulanıklaşıyordu. Dengemi kaybediyordum. Babama tutundum.
Büyü yapmaya çalışıyordu. En son kapının bi anda açıldığını duydum.

Bembeyaz bir yerdeydim.
Ölmüş müydüm?
Karşıma beyazlar içerisinde bir kadın çıktı.
- Küçüğüm neden şu anda ölmek üzeresin.
Cevap veremedim.
- Anlıyorum...
- Bu senin suçun değildi.
- O çocuğun suçu.
- Gerçi o da isteyerek yapmadı.
Kimden bahsettiğini anlamadım.
- Endişelenme küçüğüm, şimdi ölmeyeceksin.

Gizli Element(Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin