Gözlerimi açtığım zaman kendimi o tanıdık kokunun içinde buldum.
Hastane kokusu...
Kolumda serumlar vardı.
Yani ölmüştüm.
İçeri bir hemşire girdi.
- İlacı enjekte edi-
Çığlık attı.
- Bayan Lua uyanmışsınız!
- Ha?
- Doktor çağıracağım.
Herşey bir rüya mıydı?
Gerçeklik algım kayboluyordu. Etrafa bakındım. Ölmeden önce olduğum odadaydım.
İçeri erkek bir doktor girdi. Uzun zaman olsa bile yüzünü unutmamıştım.
Kontrol etmeye başladı.
Bana tuhaf bir şekilde baktı.
- Tuhaf...
- Tuhaf olan nedir?
- Artık hasta değilsiniz.
Tuhaftı. Şimdiye kadar anlayamadıkları hastalığım bir anda kaybolmuştu.
- Emin misiniz?
- Evet.
Pek çok tahlil yapıldı.
- Kesinlikle iyileşmişsiniz, birazdan taburcu olabilirsiniz.
Şaşırtıcı bir şeydi.
İşlemler halledilince hastaneden çıktım.
Temiz havayı içine çektim.
Çantamı açıp baktığımda uzun zamandır hasret çektiğim bir şey gördüm.
Telefonumu hızla elime aldım. Çok net asla unutmadığım şifremi girdim.
1505...
Bana tanıdık geliyordu. Nereden tanıdık olduğunu hatırlamaya çalışırken Lion'un doğum tarihi olduğu aklıma geldi.
15 Mayıs...
Belkide noveli okuduktan sonra yapmışımdır diye düşündüm.
Ama Lion yani Lucas novelde doğum tarihi ayrıntılı verilecek bir karakter değildi ki...
Ayrıca ben noveli okumadan öncede bu şifreyi kullanıyor olmalıydım.
Belkide bir raslantıydı. Çünkü akılda tutması kolay bir şifreydi.
Telefonuma gelen mesajlara baktım.
Patronumdan pek çok mesaj vardı.
Geri aradım.
- Alo?
- Öldüğünü düşünmeye başlamıştım.
- Ah, abi sorun yok yani neredeyse ölecektim ancak şu anda tamamen sağlıklıyım. Yerime birini buldunuz mu, çünkü aylardır bitkisel hayattaymışım.
- Yani uykudaydın, masrafların ne olacak?
- Ailem olmadığı için devlet karşılamış.
- Eğer paraya ihtiyacın varsa...
- Abi sorun yok.
- Bir kaç gün dinlen eğer çalışmaya devam etmek istersen kapımız hala sana açık.
- Teşekkürler abi.
- İyice dinlen şimdilik hesabına biraz para yatırıyorum.
- Teşekkürler.
Kumarhanenin sahibi otuzunun sonuna yakın bir abiydi. Her ne kadar otuzlarının sonunda olsada genç görünüyordu. Pek çok kez sorsamda botoks gibi operasyonlar yaptırmadığını söylüyordu.
Görünüşünü hatırlamadığım pek çok kişi vardı.
Kumarhanenin sahibi abi, sürekli müşterimiz olan yaşıtlarımda ki çocuk...
Pek çok kişiyi hatırlamıyordum.
Evimin yolunu şaşırıyordum. Sonunda haritalarlardan buldum.
Toplu taşımaya bindim. Evime en yakın durakta indim.
Ev sahibini bulmalıydım. Aylardır gecikmiş bir kira borcum olmalıydı.
Evimin numarası kaçtı?
Listeye baktım. Misafirler için konulmuştu ama işime çok yaramıştı.
Lua ismini aradım. Bulduğum zaman baktım. 21 numara, 5. Kat.
Asansöre bindim ve katı tuşladım. Katta durunca indim ve etrafa bakındım. Numaramı buldum.
Çantamı uzunca karıştırdım ve anahtarı buldum. Kapıyı açıp içeri girdim.
Tanıdık eve karşı göz gezdirdim. Küçük bir evdi. Amerikan mutfağı vardı ve sadece bir odası vardı. Ailem olmadığından gelen gidende olmadığı için sorun olmuyordu.
Tek derdim hayatta kalmaktı.
Etrafa bakınmaya başladım. Baya sade bir evim varmış...
Odama doğru gidip üzerimi değiştirdim. Sonra yatağa uzandım.
Telefonu hemen açıp novele baktım. Hiç bir farklılık yoktu.
Fakat aynı yazardan yeni bir novel çıkmıştı hatta bitmişti.
Merakla tıkladım adı "Üzgünüm kardeşim"di.
Bu neydi?
Açıklaması kitap adı kadar tuhaftı.
"Bazen hatanı anlarsın ancak her şeyi düzeltmek için geç kalırsın..."
Aşk romanı mıydı?
Eğer bu da diğeri gibi başka bir gerçeklikse...
Merakıma yenik düşerek açtım kitabı.
"Büyünün ve kutsal gücün olduğu bir dünyada insanlar ikiye ayrılıyordu.
Yasaklılar ve Tanrının izini olanlar.
Tanrının izini olduğunu düşünüldüğü kişiler normal 4 element büyücüsü ve kutsal güç kullanıcılarıydı.
Yasaklılar ise kara büyü kullanırlardı. Yıllardır soylarının tükendiğini düşünüyorlardı.
O sırada tuhaf iki çocuk doğdu.
Çocuklar tek yumurta ikizleriydi. İkizlerden birinin ölmesi beklenirken tamamen sağlıklı olmasada hayata tutunmuştu.
Hayatta kalsada bir tuhaflık vardı.
Çocuk doğduktan sonra ağlamamıştı. Herkez bunu tuhaf bulmuştu.
Oysa ki ilk doğan çocuk gayet sağlıklıydı, doğduktan sonra doğal olarak da ağlamıştı. Çocukların babası olan büyük İmparatoru çağırdılar.
Çocuk gözünü açtığı zaman düşündüler ki çocuk kördü.
Tek gözünün kör olduğundan emindiler çünkü çocuğun gözü tamamen simsiyahtı. Gözünün beyazına kadar siyah bir göz.
Yinede onlar bunada şükrettiler. Çocuğun yaşaması bile mucizeydi.
İmparator ve İmparatoriçe çocuklara 'Lion' ve 'Liona' isimlerini verdiler.
Çocuklarin doğuşunu kutlamak için abisi dük ve ailesi gelecekti, dükün eşi düşes büyük bir rahibeydi.
Geldikleri zaman çocukları kutsamak istedi. Kız olan Liona'ya baktı.
Hemen anlamıştı. O çocuk güçlü bir kara büyücü olacaktı.
Lion'a baktı. Şaşırmıştı.
Daha sonra çocukları uyumaları için bıraktılar.
Gece rahibe düşes gizlice Lion ve Liona'nın odasına gitti.
Lion tuhaf bir bebekti. Hem içinde kutsal güç vardı hemde kara büyü.
Düşes Lionu kurtarmak için Lion'un içindeki kara büyüyü mühürledi. Artık kara büyücü olduğunu kimse anlamayacaktı.
Diğer bebeğe baktı. Yapabileceği bir şey yoktu. Tuhaf olan ise kara büyüsü zaten mühürlüydü.
Çocuğa üzüldü ve çocuk için sadece dua etti.
Çocuklar büyüyordu.
Ancak bir sorun vardı. Herkez Liona'nın hakkında ki sırrı öğrenmişti.
Herkez o çocuğun canavar olduğunu düşünüyordu.
Buna öz annesi ve kardeşi Lion'da dahildi.
Lion kendi öz kardeşinden nefret ediyordu. Onun gibi bir canavar ile ikiz olduğu için.
Ancak bilmediği çok şey vardı.
Babası sürekli kardeşi Liona ile ilgileniyordu.
Kendisi ile ilgilenmeyen babasına da kızıyordu.
Kim onun gibi bir canavar çocuğu olsun ister ki? diye düşündü.
Herkez Liona'dan uzak durmasını söylüyordu.
Ancak onların tek yaptığı şey Liona'ya zarar vermekti.
Sürekli onun peşinde olan Liona'ya bir gün daha fazla içinde tutamadı ve 'Benden uzak dur, sen bir canavarsın!' dedi.
Arkasından ağlayarak bakan Liona'ya acımadan arkasını döndü ve gitti."
Telefon elimden düştü. Sadece telefona bakakalmıştım.
Bu benim yaşadıklarımdı.
Kafam durmuştu. Ellerim titriyerek telefonu yeniden elime aldım.
"Asıl kırılma noktası burası olmuştu. Lion artık kahvaltıda kardeşini görmeye tahammül bile edememeye başlamıştı. Hızlıca yemeğini yiyip gidiyordu. Bazı zamanlar kahvaltıya inmiyordu bile.
Bir gün Liona kahvaltıya gelmeyi aniden kesti. Ardından yemek zamanlarına bile gelmemeye başladı. Bir süre sonra odasından bile çıkmayı bırakmıştı.
Annelerinin doğum günü geliyordu.
Lion annesine bir hediye almış odasına gitmişti. Odaya direk girdi. Annesi hemen kalktı ve yanına geldi.
Elinde ki takı kutusunda ki inci küpeleri verdi.
Ancak gözü kenarda ki küçük kendi içine çekilmiş bedene baktı.
Elinde kolye ile anlamamışcasına onlara bakan kardeşi...
İlk kez suçlu hissetti.
Annesi sonunda kardeşini fark etti ve koyup gitmesini söyledi.
Ama o bir canavardı. Ondan uzak durmalıydı...
Yani herkez öyle söylemişti.
Annesiyle sohbet edip odama döndüğü zaman tüylerini dim dik yapan ezici bir his içini kaplayıp kaybolmuştu.
Meraklanıp dışarı çıkıp dolaşmaya başlamıştı.
Uzaktan Liona'yı gördü kenardan ona baktı. Olduğu yere çivinlenmiş gibi olduğunu düşündü.
Annesinin odasının hemen yanındaydı. Bağırışmalar geliyordu.
Dinlediğinde nedenini anlamıştı.
Sevgi dolu annesi kardeşinin hediyesini gerçekten çöpe atmış mıydı?
Sesler çoğalıyordu. Konuşmalar daha da kötüleşiyordu.
Lion, Liona'nın bunları duymaması gerektiğini düşündü. Her ne kadar bir canavar olsada duymamalıydı.
Gidip kulaklarını kapatmak istedi.
Ancak beyaz tuhaf derecede güzel bir kadın bir anda belirdi ve Liona'nın kulaklarını kapatmıştı.
Lion olduğu yerde kalmıştı.
Babası bir hışımla odadan çıktığında Liona'yı görmüş ve telaşlanmıştı.
Ağlayan çocuğu kucağına alıp hızlı adımlarla ilerlemişti.
Lion Liona'yı görmek istedi. Ama giderken annesinin odasından gelen ağlama sesini duydu.
Vazgeçip annesinin odasına girdi.
Annesi onu kucakladı.
Annesini ağlatan Liona'dan biraz daha nefret etti.
Liona; Lion için kalpsiz, fırsatcı bir canavardı.
Bir kaç gün Liona'yı görmemişti. Babasını görmek için gittiği bir zaman Liona ile karşılaştı.
Yüzü biraz üzgün gibiydi ancak Lion'u görünce tamamen ifadesizce bakmaya başladı.
- Üzgünüm Lion, geçebilir miyim?
Sessiz bir tonda özgüvensiz gelen bir sesle sorulan soruya karşılık Lion bağırmaya başladı.
- Bana adımla seslenme seni Canavar!
Liona ona tamamen şok ile baktı.
Lion geçerken onu ittirmişti. Liona ise dengesini sağlayamayıp düşmüştü.
Ama sadece boş boş bakıyordu. Ayağa bile kalkmadan sadece bakıyordu.
Lion babasının odasına girdi. Babası Lion'u prestijli bir akademiye gönderecekti.
Akademi yatılıydı. Uzun süre saraya gelemiyecek gelse bile uzun duramayacaktı.
Ama sorun değildi."
Kafam karışıyordu tek yapabildiğim bunu tamamen okumak olacaktı. Acaba ben öldükten sorası varmıydı?
"Akademiye ilk gittiğinde tanıştığı kişi kuzeni Lucas olmuştu. Çabucak anlaşıp kaynaşmışlardı.
Ona Liona'yı anlattı. Sabırla dinlemişti ancak yüz ifadesi hiç hoş değildi.
- Size göre bir canavar olsa bile o senin kardeşin değil mi?
- Ama o bize zarar verebilir.
- Peki öyle diyorsan...
Lucas cevap vermek istemezcesine geçiştirmişti.
Lion nedenini anlamamıştı.
Bir kaç ay sonra 1.sınıfların takım kaptanı olup ün salmaya başlamıştı.
Bir kaç yıla tamamen tanınan genç yeteneklerden olmuştu.
Garip bir özelliği vardı.
4 elementi kullanabilirken ayrıca kutsal gücede sahipti.
Daha 3.sınıfken 6 veya 7 sınıfları yenebiliyordu.
Arada eve gidiyordu.
Ama asla Liona ile karşılaşmamıştı bir süre sonra tamamen unutmak üzereydi ki Lucas ona sordu.
- Kardeşin nasıl?
Soruya karşı afalladı.
Lucas ona çatan kaşlar ile bakıyordu.
- Onu hiç görmedim deme?
- Hiç görmedim.
- Hiç görmedin mi?
- Hiç...
Lucas cevap vermişti.
Yıllarca antrenmana devam etti.
15 yaşındaydı. Lucasla akademiyi bir kaç yıl erken bitirmişlerdi.
Eve gittikten sonra babası onun Veliaht Prens ilan edilmem ve ikisininde sosyeteye çıkış balosunu yapmamısı teklif etti.
Normalde biraz dinlenmek istiyordu ama merak duygusu onu kabul etmeye zorladı.
7- 8 yıldır yüzünü görmediği kardeşini merak ediyordu.
Balodan bir kaç gün önce Lucas gelmişti. Baloya Liona ile beraber çıkacaklarını düşünüyordu.
Ancak beklediği gibi olmamıştı.
Babası ile çıkacağını öğrenince şaşırmıştı.
Balo zamanı gelmişti. Babasının gönderdiği takımı giymişti.
Annesiyle baloya giriş yapmıştı. Pek uzun süre geçmeden babası ve kardeşi gelmişti.
Ancak şok içinde baktı.
İkisinin de yüzlerinin yarısını kapatan bir maske vardı.
Başta neden taktıklarını anlamamışlardı.
Çok geçmeden anlamıştı. Liona gözünü kapatmak için yapmıştı.
Neden kapattığını anlamamıştı. Gözünü görseler bile ne yapabilirler diye düşündü.
Liona gelip yerine oturmuştu.
Lion'un yüzüne bile bakmamıştı. Ayrıca Liona çok soğuk duruyordu.
İmparatorunun işaretiyle ayağa kalktı. Hizmetliler bir tepsiyle geliyordu.
Lion artık resmi olarak Veliaht Prens ilan edilcekti. Tepside ki süslü kılıcı İmparator aldı ve Lionun omuzlarına koyup çekti. Ardından Veliaht Prenslere nesilden nesile verilen yüzüğü işaret parmağına taktı.
Tören tamamen bitmişti.
İmparatorluk ailesinden birinin ilk dansı başlatması gerekiyordu. İmparator, oğlu ve kızına baktı.
- Dansı başlatmak ister misiniz?
Liona red ederken Lion hemen kabul edip ayağa kalkmıştı. Liona'ya elini uzattı.
Liona mecburetten elini tutmuştu. İlk dansa başlamışlardı.
Liona Lion'un yüzüne bakmıyordu sadece yere bakıyordu.
Lion bunu beklememişti.
İkiside mükemmel dans edip yerlerine geçmişlerdi.
Sırayla önemli soylular kutlamaya geliyordu. Lion, Liona'ya baktı ve gülümsemesini söyledi. Liona şaşırmıştı.
Ardından gülümseyemediğini söylemişti.
Şaşırmıştı. Daha bir şey söyleyememişti.
Kuzeni Lucas kutlamak için gelmişti ancak Liona tuhaf bir soru sormuştu.
- Kardeşiniz gelmedi mi?
Lucasın hiç kardeşi yoktu.
İkiside bunu biraz da olsa garipsemişti. Liona ise sadece başkası ile karıştırdığını söylemişti."
Bölümler kısa sürede bitiyordu. Gece olmuştu. Saatlerdir tek yaptığım bu kitabı okumak olmuştu.
Yeni bölüme geçtiğimde fark ettim ki bu bölümler Lion'un bakış açısından yazılmıştı.
Kitap fazla garipti.
"Uzun süre sessizce oturdu. Konuşmak için konu bulmaya çalıştım. Neler sevdiğini, hobilerini, zamanını nasıl geçirdiğini bile bilmezken nasıl konuşabilirdim ki.
Bi anda ayağa kalktı ve gitti.
Nereye gittiği hakkında fikrim yoktu. Bende gitmek istedim. Ama uykum geliyordu. Gözlerim yavaşca kapandı.
Gözlerimi açtığımda camdan düşen birini gördüm.
Koşarak dışarı çıktığımda Liona'yı gördüm. Olduğum yerde kaldım. Yavaşca yaklaştım ve kafasını kucağıma aldım.
Elimde ki sıcak sıvıyı hissedince elimi çektim ve baktım.
Kanı gördüğüm an kaldım.
Sonunda kutsal güç kullanmak aklıma gelmişti.
Koşma sesleri geliyordu. Babam gelmişti.
Beni bir saniye bile düşünmeden ittirdi ve Liona'yı tuttu. Kendimi topladım ve onu iyileştirmeye çalışmaya devam ettim.
Babam elleri titriyerek elini boynuna uzatıp nabzına baktı.
Yüzünde korkunç bir ifade ile bileğinden bir daha ölçtü.
Bana baktı.
- Dur.
- Dur o zaten öldü.
Ölmüşmüydü?
İnanamıyordum. Daha özür bile dileyememiştim.
Bi anda uyandım.
Liona hala yoktu. Hemen düştüğü terasa çıktım. Aşağı sarkmıştı. Düşebilirdi. Seslenecektim ama bi anda başka birinden ses geldi.
- Düşebilirsiniz Prenses.
Bu o meşhur prensdi.
Bi anda Liona şaşırdı.
- Alexander yani Prens Alexander.
Adını biliyordu.
Konuşmaya başladıkları zaman dinlememek için geri salona döndüm.
Bir süre sonra Liona döndü. Yine sessiz kaldı en sonunda babama baktı. Ve gitmek için izin istedi. Tabi ki babam izin vermişti.
Saatler süren balo bitmişti. Biraz Lucas ile zaman geçirmiştim.
Babam balonun sonunda beraber odasına gitmemiz gerektiğini benimle konuşması gerektiğini söyledi.
Giderken bi odanın önünde durdu.
- Bi kaç dakika Liona'ya bakacağım.
Kafa salladım. Kapıyı tıklattı ve içeri girdi. Arkasından bende baktım. İçeride oturuyordu yüzünde ki maskeyi hala çıkarmamıştı.
Elinde bir resim vardı. Resime baktım. Siyah beyaz bir resimdi. Korkunç derecede güzel bir resimdi.
Babamı gördüğü zaman yüzünde ufak bir gülümseme oluştu ama beni görür görmez solmuştu.
Resimi saklamaya çalışıyordu.
- Baba ben seni odanda bekleyeceğim.
Odadan çıkıp babamın çalışma odasına doğru yürümeye başladım.
Giderken Lucas ile karşılaştım.
- Biraz bahçeye inelim hadi.
- Peki.
Hizmetliye babama iletmesi için aşağı indiğimi söyledim.
Lucas antrenaman sahasına doğru gidiyordu. Arkasından ilerledim.
Elime bir kılıç fırlattı.
- Hadi bi el kılıç kapıştıralım.
- Peki.
Beni çok zorluyordu. Yüzünde bir gülümseme vardı.
Bi anda elimdeki kılıç fırladı ve yere düştüm. Boynuma kılıcı dayadı.
- Kaybettim desene...
Kılıcını boynumdan çekti ve elini uzatıp ben yerden kaldırdı.
- Her zamanki gibi kılıçta harikasın.
- Büyüde senin kadar yetenekli değilim ama.
Kenara oturduk. Bana baktı.
- Çok içine kapanık.
- Ne?
- Kardeşinden bahsediyorum.
- Fark ettim.
- Tuhaf...
İkimizde sustuk.
- Ne zaman geri döneceksin.
- Bilmiyorum.
- Akademiyi erken bitirdiğimiz için kafan biraz daha rahat olmalı.
- Doğru ancak ben 17 yaşındayken sen 15 yaşındasın senin kafan daha rahat.
- Öyle...
- Hadi gidelim ben acıktım.
Güldüm.
- Bende.
Babamla görüşemem gerektiği için babamın odasına doğru gittim.
Liona bu tarafa doğru geliyordu.
Daha bizi görmemişti. Gülümsediğini uzun zamandır ilk kez görüyordum.
Bizi görünce yüzünde endişeli bir ifade oluştu. Sesizce yanımızdan geçiyordu.
- Selam Liona.
Lucas Liona'ya selam vermişti.
Liona'ya baktığımda titrediğini gördüm.
Normal bir titreme değildi.
Omuzlarından tuttum.
- Yüzüme bak.
Yüzüme baktı.
- Bir şey yo-
Beni ittirdi ve arkasına bakmadan koşmaya başladı.
Vücudum rüzgarda savrulan yapraklar gibi titriyordu.
Lucasa baktım.
- Yanlış bir şey mi yaptım?
Anlamamıştı tıpkı ben gibi.
- Sorunun ne olduğunu anlamadım.
Arkasından koşmaya başladım. Lucas'da beni takip ediyordu.
Odasının önünde durdum.
İçeriden sesler geliyordu.
Dikkatli dinleyince ağladığını anladım.
Elim kapıyı açmak için kulpuna gitti.
Elimi Lucas tuttu.
- Bence biraz yanlız kalmalı.
Elimi kapı kulpundan çektim.
Geri babamın odasına doğru gittik. İçeri girdim. Benimle konuşmaya başladı.
Askerlerin komutanlığını yapacağımı söyledi.
Yani çağırmasının nedeni buydu.
Lucasa baktı.
- Senden bir ricam olacak.
- Dinliyorum.
- Liona'ya kılıç kullanmayı öğretmeni isteyecektim.
- Peki majesteleri ancak bunu sizden prenses mi istedi?
- Hayır, sadece kuzen olduğunuz için daha rahat eder diye düşündüm.
- Peki majesteleri ne zaman başlayalım.
- Yarın kahvaltıdan sonraya ne dersin?
- Peki majesteleri.
- Teşekkürler Lucas.
- Önemi yok majesteleri, benim içinde bir onurdur.
Odadan çıktık. Bu şaşırtıcıydı.
- Seninle konuşmam lazım Lion.
- Dinliyorum.
- Burada olmasa daha iyi olur.
Beni tuttu ve ilerlemeye başladı. Bahçenin sessiz bir yerinde durdu.
- Konu nedir?
- Kardeşinin.
- Ha?
- Sence yarın kılıç dersinde iyi olacak mı?
- Ha neden ki?
- Gördüğün gibi ben onunla konuşur konuşmaz titremeye başladı.
- Eğer sorun olacaksa babamla konuşacaktır.
- Madem öyle...
Birinin mırıldanma sesi geliyordu.
Yukarıya baktığımda Liona'nın odasının camının altında olduğumuzu fark ettim.
- Ben Lion'u değil Sebastianı özledim.
Bi anda Lucas ile birbirimize baktım.
Liona odasına geri girmişti.
- Her şey yerine oturdu Lion.
- Ne?
- Yıllarca bu kıza yaptıklarınızdan sonra neden böyle olduğunu anladım.
- Anlamıyorum ne demek istiyorsun?
- Liona neden böyle anladım diyorum.
- Neden?
- Sizin gibi benciller yüzünden.
- Ha?
- Sanırım artık bu sırrı tutamayacağım.
Ne sırından bahsediyordu.
- Asıl canavar sendin Lion. Senin manan yüzünden onun ölü doğacağını biliyor muydun?
O ölmeyip yaşamayı başarsada senin manan onun gözünü bu hale getirdi.
Ah, kimsenin bilmediği bir şey daha var. Sen o çocuktan daha tehlikelisin. Asıl kara büyü kullan sendin. Annem doğduğun zaman gizlice mühürlemeseydi sende onun gibi olabilirdin.
- Şaka yapmanın sırası değil, kes şunu.
- Şaka mı? Bunlar sana şaka yapılacak konular gibi mi geliyor?
- Sen ciddisin.
Olduğum yere çöktüm.
- Hâlâ özür dilemek için geç değil Lion.
Ayağa bir anda kalktım. Liona'nın odasına doğru gidecektim.
Kolumdan tuttu.
- Bu gün özür dileme, şu anda sırası değil.
- Ama...
- Olmaz Lion.
- Yarın özür dileyeceğim.
- Yarın dilersin biraz sakinleşsin.
- Peki.
Elini kalkmam için uzattı.
Sessizce dağıldık.
Odama gidip uyudum."
Beynim durmuştu. Ağlamaya başladım.
Asla haketmemiştim canavar olarak anılmayı. Kitabın bitimine az kalmıştı. Pek çok bölüm vardı. O kadar hızlı okuyordum ki...
Elim sonra ki bölüme doğru gitti.
"Sabah kalktığım gibi hazırlandım. Bu gün daha özenli hazırlandım.
Dersin ardından konuşmaya karar verdim.
Kahvaltı da babam ve Liona'da yoktu. Annem, ben ve Lucas beraber kahvaltı yaptık.
Annem ve Lucas beraber sohbet ettiler.
Kahvaltıyı kısa tutup aşağı antrenman bölümüne gittik.
Kenardan izlemeye karar verdim.
Çok geçmeden Liona geldi.
Dünkü halinden eser yoktu.
Derse başladıkları zaman biraz yetenekli olduğunu düşünmüştüm.
Ancak tuhaf bir şekilde profesyonel gibiydi.
Merakla izlerken su almaya gittim. Hem ikisinede götürebilirdim.
Mataraları tek tek doldurdum. Geri giderken bi tarafa gelen koşma sesi duydum.
Liona buraya doğru koşarak geliyordu. Önüne bakmadığı için bana çarpmıştı.
Eliyle gözünü tutuyordu. Elinden koluna doğru kan akıyordu.
- Gözün, gözüne ne oldu?!
Elini tutup bakmak için kaldıracaktım.
- Bir kaç dakika ayrıldım ve o deli...
Elimi ittirdi ve koşmaya devam etti.
Arkasından bakakaldım.
Lucas geliyordu. Ne olduğunu sorduğumda maskesinin düştüğünü söyledi.
Neden gözü kanadığını anlamadığım için ona sorduğumda afalladı.
Koşarak odasına gittiğimde oda boştu. Yerde kan damlaları vardı.
Odadan bir yere doğru gidiyordu. Koşarak takip ettiğim zaman babamın odasının kapısında bitti.
Hiç düşünmeden içeri girdim.
Liona babamın kucağında öylece bayılmıştı.
Yani ben öyle zannetmiştim.
Babam hemen Liona'yı kucakladı ve bize neler olduğunu sordu.
Söylediğim zaman hemen ne olduğunu anlamış gibiydi.
Büyü uygulamaya başladı. Ama hiç element büyüsüne benzemiyordu.
Kara büyüydü.
Durdu.
- Öl-medi değil mi?
- Asla bir daha uyanmayacak.
- Neden!
Lucas beni tuttu.
- Şok yüzünden hala mühürlü büyüsünün hepsi bi anda açıldı.
- Yardım edeceğim.
Bana bakarken ki bakışı sesimi kesmem için bir uyarı gibiydi.
Hemen hizmetli çağırıp odasına götürdüler.
Lucasa baktım.
- Daha özür dileyememiştim.
Ağlamamam için Lucasa baktım.
- Uyanacaktır.
Beni sakinleştirmeye çalışıyordu.
Babam bir kaç gün Liona'nın odasından doğru düzgün çıkmıyordu.
Vücudu zaten benim manam yüzünden zayıf olduğu için bu kadar mananın bir anda salınımına dayanamamıştı.
Hayatımda en çok pişman hissettiğim bir zamandı.
Yıllar geçsede uyanmıyordu. Tıpkı bir lanet gibiydi.
Babam tahtı bana devrettiği zaman, savaşa gittiğim zaman, Lucas dük olduğu zaman hiç birinde yoktu.
Zaten sağlığı da iyiye gitmiyordu.
Bir gece kapım pat pat vuruluyordu. Uyandım.
- O öldü.
Hemen odasına koşturmaya başladım. Yüzünü örtmüşlerdi.
Gerçekten artık nefes bile almıyordu.
Gözlerimden yaş gelmeye başladı. Babam bana baktı.
Uzun zamandır gözlerinde endişeyi görmemiştim.
- Sakinleş Lion...
Neden sakinleşmemi istiyordu.
Gözümün yaşını elimin tersi ile sildim. Elimde ki kanı görünce anlamamıştım.
- Lion sakinleş, manan artıyor.
Başım dönüyordu.
- Yani Liona böyle öldü.
- Üzgünüm, kardeşim...
Bedenim patlayacak gibi hissediyordum. Dengemi kaybettim.
Tekrar gözlerimi açtım. Karşımda tuhaf bir kadın vardı.
- Git bul.
- Bul ve geri getir onu."
Kitap tamamen bitirmiştim. Ne okuduğumu idrak etmeye çalıştım.
Final çok tuhaftı. Ucu çok açıktı.
Yani bedenim uzun süre komada kalıp ölmüştü. Ya Leon'a ne olmuştu?
Ben onu affetmediğimi düşünsemde göz yaşlarım tam tersini idda ediyordu.
Ağlayarak uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Element(Tamamlandı)
FantasyLua hastanede sıradan bir şekilde ölmüştü. Gözlerini açtığında kendini farklı bir odada buldu. Cennette miydi? Kesinlikle cennette değildi. İçeri hizmetliye benzeyen bir kız girdi. Kız ona Atlanes Dükünün kızı olduğunu söyledi. Lua anladı ki oku...