Pazartesi
-Apo-Dün geceki iş sabahın erkan ışıklarına kadar sürdüğü için zerre uyumadan sürünerek gelmiştim okula. Derslerde gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum ama beynim yine her teneffüs zili çaldığında hızla uyarılıyor, kendimi koridorda, kantinde, tuvalette artık neresi denk gelirse onu arıyor halde buluyordum.
Sabahtan beri bir kere bile karşılaşmamıştık. Mesaj atıp sormamak için kendimi zor tutuyordum. Onu aradığımı, görmek istediğimi anlasın istemiyordum. Tesadüfi karşılaşmış gibi olduğunda en azından mesafemi koruyabilecektim. Ve en azından hayatta kalmam için gerekli Salim dozunu alabilecektim.
Öğle arasında kantine girdiğimde orada da göremeyince, çocuklara geçmelerini söyleyip, gerisin geri merdivenlere yöneldim. Sınıfı boştu. Atakan'la karşılaştığımız için keyfim de iyice kaçmıştı. Bana bilmiş bir ukalalıkla baksa da neyse ki o bok ağzını açmamıştı. Zaten kafa göz dalmamı istemiyorsa başka şansı yoktu.
Şansıma saydırarak bakınmaya devam ettim. Madem okula gelmeyecekti en azından bir mesaj atabilirdi.
Pek bir umudum yoktu ama yine en üst kata çıkma fikri son anda geldi aklıma. Kütüphane kapısından içeri girip, rafların arasından en arka masalara adımladım. Ellerim cebimde son koridoru dönüp, en dipteki masaya gözlerimi çevirdiğimde ise, sonunda rahat bir nefes aldım.
Oradaydı. Piç kurusu, kulağında kulaklık, yüzü ile okuduğu kitap arasında belki beş on santim falan vardı. Masaya doğru eğilmiş, pür dikkat, önündeki kitabı okuyordu. Sessiz adımlarımı olduğu tarafa çevirirken, etrafta kimsenin olup olmadığını yokladım. Tek tük alt sınıftan çocuklar, öbür uçta kalıyordu.
Karşısındaki sandalyeyi çekip, yavaşça oturdum. Hala bana bakmamıştı. Gözleri kitabın satırları arasında sağa sola heyecanla hareket ederken, arkama yaslanıp, kollarımı önümde bağladım. Upuzun kalkık kirpikleri az sonra kıpraşarak, yeşil göz bebekleri yükselip, yüzüme kondu. Genişçe gülümsediğimi o an fark ettim. Dudağı haylaz bir şekilde kıvrıldığında, yapmacık bir şekil kaşlarımı çatıp, masanın altından ayağına vurdum.
Hiç bekleme yapmadan, karşılık olarak bana sert bir tekme attı. Biraz canım yanmıştı ama yine de kendimi sırıtmaktan alıkoyamıyordum.
"Ne yapıyorsun burada?" diye sorduğumda, kulaklığı işaret edip, dudaklarını 'duymuyorum seni.' diye oynattı.
Tek kaşımı kaldırıp, sessizce 'Çıkar o zaman.' dedim. Umursamaz bakışlarını tekrar kitaba çevirdiğinde hala gülümsüyordu. Gözleri yine kelimeleri takip etmeye başladığında, bir daha bacağına hafifçe vurdum.
Elindeki kitabı masaya bıraksa da kapatmadı. "Ne?"
Dudaklarımı yavaşça oynatarak "Canım sıkılıyor. Benle ilgilen." dedim.
Başını iki yana sallarken gözleri küçülmüş, dediğimi anlamadığını düşündüğüm için, masaya doğru yaslanıp, tekrar ettim. "Şu kulaklığı çıkar cüce. Eğlendir beni."
Omuz silkip kitaba dönerken, dudakları 'Seni duyamıyorum şerefsiz.' diye oynadı. İnadından mı yapıyordu emin değildim ama kızmak yerine, tekrar arkama yaslanıp, kollarımı sandalyenin gerisine attım.
"Salak gibi sabahtan beri seni arıyorum." hiç istifini bozmadan okumaya devam etti.
"Sense hiç umurunda olmadan burada saklanmış kitap okuyormuşsun. Eski rahatlığıma geri dönmem lazım. Of. Of." Beni duymadığının güvencesiyle işi biraz daha ileri götürdüm.