-Apo-"Zıplamasana." Yerinde durmadan hareket etmeye devam etti.
"Götüm dondu." Akşam serinliği, hala ıslak olan tişörtlerimiz... haklıydı. Ben de az üşüyordum.
Kapıyı açıp kenara çekildim. "İlk ben duş alacağım." Gülüp kapıyı kapattım. Önümde tişörtünü boynundan sıyırıp üstüme fırlattığında ise ayakkabılarımı çıkarıyordum. Bir an duraksayıp çıplak bedeninde dolandı gözlerim. Hain ifadesi keyifle aydınlandığında üzerine doğru hızlı bir adım attım.
"Ne?" Güya beni engellemek için kaldırdığı kollarını tutup belime doladım. "Ne ne?"
Çenesini göğsüme dayayıp aşağıdan keyifle bana bakıyordu. "Şeytansın." İyice genişleyen ağzını öptüğümde hala şebek ifadesi yerli yerindeydi. Bir kaç saniye kokusunu çeke çeke öptükten sonra kollarından tutup uzaklaştırdım kendimden.
"Koridorun sonunda sağdaki ikinci kapı. Havlular rafta." Başını salladı.
"Kurt gibi açım."
"Söylerim bir şeyler, hadi yürü." Omzundan ittiğimde geri geri iki adım attı. Gözleri üstüme öyle bir kitlenmişti ki, bakışlarının beni nasıl zorladığının farkında mıydı yoksa o da mı dağılmak üzereydi anlaşılmıyordu. Veya benim anlayacak yerlerim kazan kaldırmıştı .
"Ne bakıyorsun oğlum?"
Dudağını ısırıp, ıslak tişörtün hafif yapıştığı gövdeme düşürdü gözlerini. "Sen niyeti fena bozmuşsun cüce." bozulan ifadesine bakıp sesli bir şekilde güldüğümde baldırıma bir tekme savurup banyoya koştu.
Odamı üstün körü toplayıp, yatağın ucuna oturmuş, gelen mesajları kontrol ediyordum. Biraz mayışmıştım. Saatlerce denizde oyalanmıştık. Güneş, kum, su ve kendi başına hepsine yetecek kadar beni yoran bir adet Salim... Çok güzel bir gündü. Çok zamandır hissetmediğim kadar iyi hissediyordum.
Cüneyt'in sorgu suallerini geçip, Batu'ya kısa bir cevap verdiğimde, duş sesinin kesildiğini fark etmiştim.
Az sonra aralık olan kapının itildiğini duysam da hemen gözlerimi kaldırmadım. Uyuşukluk bedenimi ele geçirmek için bir savaş verirken, aynı anda kalbimin üstünde tatlı bir heyecan vardı.
"Çıktım ben." yarı açık gözlerim yukarı tırmanıp, ağzımı herhangi bir kelimeyle aralamak üzereydim ki, ses boğazıma yapıştı.
Islak saçlarını geriye itmişti. Yüzünde gözlükleri yoktu, o yüzden yeşilleri doğrudan beni işaret etse de hareket halindeydi.
"Napıyorsun?" telefonu yana bıraktım. Çıplak gövdesinden aşağı süzülen damlalar, havlunun sınırında yok olurken, gözlerimi üst gövdesinden alamıyordum. Ağzım öyle hızlı kurumuştu ki, sesli bir şekilde yutkunup, zorlukla yüzüne baktım.
"Mesajlara cevap veriyordum."
"Anladım." tereddütlü adımlarını olduğum tarafa doğru attığında, dikleşerek, yalnızca yüzüne bakmaya çalışıyordum.
"Ne diyorlar?" neden bahsettiğini anlamam için bir kaç saniye geçmesi gerekmişti. Boynuna yapışan saçlarından gözlerimi zorlukla sıyırıp, "Hiç öyle. Boş. Sana kıyafet bırakmıştım."
Bir adım daha attığında, tekrar yutkunma ihtiyacıyla, ağzımdaki havayla beraber her şeyi ciğerime itmeye çalıştım.
Parmakları, havlunun ucuna değdiğinde, hızla yükselen gözlerim, gözleriyle buluştu. Şimdi yüzümü, tüm ifademi, tüm hislerimi çok net bir şekilde görebilecek mesafedeydi. Yüzünde o şeytani gülümsemesi, alay, dalga, alışık olduğum muzurluğa dair en ufak bir iz yoktu. Aksine aynı benim gibi, dağılmış görünüyordu.