-Apo-
'Bir iki nefes alacak zamanım vardı. Biraz daha. Çok az. Kokusunu soluyarak kalbimdeki sıkıntının azalmasını umuyordum.'
Ama azalmıyordu. Ne başımdaki ağrı, ne hayatımdaki sorunlar, ne içinde bulunduğum karmaşa, belirsizlik, sıkıntı, kalbimdeki ağırlık. Hiçbiri azalmıyordu.
"Abdullah? Geleyim mi oğlum?"
Odanın kapısından başını uzatıp, kararsız adımlarını içeri yöneltti.
"Ders mi çalışıyordun?" Yatakta boylu boyunca uzanıyordum, karnımın üstünde bitirmem gereken ödevin notları vardı. Milletin günler öncesinde bitirdiği ödev.
"Yok anne. Bir şey mi lazım?"
Çekingen adımlarla yanıma gelip, yatağın ucuna oturdu. Elini elimin üstüne sarıp, hafifçe sıktı. "Oğlum baban seni görmek istiyor." öyle kısık söylemişti ki, o anda yüzüne bakıyor olmasam duymayabilirdim.
"Hadi bak, git yanına. Çok üzgün zaten." kalbim sıkışıyordu ulan. Neden benim hayatım böyleydi? Ne yapmıştım da bir türlü yakam şu dert yumağından kurtulamıyordu?
"Anne,"
"Çok üzüldü Abdullahım. Eniştenle kavgayı da öğrendi. Bir konuşun hadi benim hatırım için." ne konuşacaktık ki? Aramızdaki muhabbet soğuk selamların ötesine asla geçmemişti. Zaten insan daha çocukken, evden yolladığı oğluyla, geri döndüğünde, ister istemez bir bağ kuramıyordu. Bunun için uğraşmamıştı bile. Belki ben de kendimce engel olmuştum. Sikimde değildi artık. Bu saatten sonra bana aile lazım değildi. Defolup gitmek, hepsinden kurtulmak istiyordum.
Ama hastaneye kaldırıldığını öğrendiğimde öyle olmamıştı. Üzerimdeki notları çekip yana bıraktım.
"Hadi gel oğlum."
"Gelelim bakalım." Yorgun bedenimi zorla dikleştirip annemim arkasından oturma odasına geçtim.
Tekli koltukta öylece oturmuş, pencereden dışarıyı izliyordu. Kasvetli hava, ruhumu yansıtıyordu sanki. Ağzımı açmadan tam karşısına geçtim.
Annem de kıpırdanıp, masanın ucundaki sandalyelerden birine yerleşti. Gözlerinin beni bulması için, kendimi zorlayarak "Beni çağırmışsın?" dedim.
Boğazını temizleyip, öksürdü. "Gel otur Abdullah. Senle biraz konuşalım."
"Ne konuşması yapacağız?" Sinirli bir gülüş yüzümde yer bulurken, sakin kalmaya çalışıyordum.
"Baba oğul konuşması yapacağız. Dikilip durma öyle, otur şöyle." sinirle güldüğümü duyan annem, "Oğlum dinle babanı." diye uyarma gereği duymuştu. Kısa sert bakışım bir anlık yüzünü bulsa da, dediği gibi arkamdaki divana oturup, dirseklerimi dizlerime yasladım.
"Benden ne istiyorsun oğlum? Sen söyle. Bugüne kadar sormadım. Belli ki yanlış yaptık. Annen de ben de. Benim önümde çok zaman yok Abdullah."
"Benim konuşacak bir şeyim yok."
"Öfkeni anlıyorum. Zamanla geçer dedim. Ama geçmedi. Aksine kendine zarar vermeye başladın. Bir baba olarak bunda benim de payım var. Geçmişi değiştiremem oğlum, ne yaptıysak,"
"Tabii tabii, ne yaptıysanız benim için yaptınız. Çok güzel. Tamam. Sorun yok. Şimdi gidebilir miyim?" parmaklarım uyuşuyordu. Kulaklarım uğulduyordu.
"Evet oğlum. Sen inkar etsen de kabullenmesen de, biz ne yaptıysak senin için yaptık. Övünmüyorum ama unutma ki o zaman doğru olduğuna inandık. Hayatını yakmana değer mi bu öfke?"