16

11 3 1
                                    

"Şimdiye kadar fena değildi."

Cümlesindeki imalı hava karşısında gülümsememek için dudağımı ısırdım. Neyse ki hedeflediğim yere gelmiştik, yanıt vermeme gerek kalmadı.

"Epey şanslıyız. Normalde burada yola kadar sıra olur."

"Bu ne ki?"

"Bir teleferik. Kaleye çıkacağız."

Birer bilet aldık ve boş bir kabine geçtik. Uzaklaştığımız yöne, yani sahile bakmak çok daha güzel olacağı için yan yana oturduk. Böyle kapalı bir alanda tanımadığım, benimle apaçık bir şekilde ilgilenen biriyle yalnız kalmak karnıma kramplar girmesine sebep olsa da bu düşünceyi kendimden uzaklaştırmaya çalıştım.

Ona kısa bir bakış attığımda gayet rahat görünüyordu. Ben de öyle olmalıydım. Derin bir nefes aldım, dudaklarımı yaladım ve yaşadığım yerin güzelliklerini düşünmeye başladım. Sonuçta burada bulunmamızın bir sebebi vardı.

"Bu teleferik yeni yapıldı sayılır. Kaleye çıkmak için olan birkaç yoldan biri. Aslında sık tercih edilen bir yol değil, daha çok turistler tercih ediyor. Ama çok güzel bir manzarası oluyor."

Aklından nelerin geçtiğini anlayabilmek için ona döndüm. Yüzünde keyifli bir ifade vardı. "Evet, güzelmiş."

Sözlerinde oldukça samimi görünüyordu. Dudaklarındaki gülümseme belli belirsiz, derin nefesler alarak manzarayı keyifle izliyordu. Güneş ışıkları teninde bronz yansımalar yaparken benden yana bakan tarafı gölgede kalmıştı. Siluetinin ardında kalan güneş gözlerimi hafifçe kamaştırsa da camlar karartmalı olduğu için sadece tatlı tatlı yüzümü ısıtıyordu.

Bana bakmazken ona kısacık bakma fırsatı buldum. Saçlarının hafifçe kavis yaparak alnının etrafında yayılışını, kıvrık ve uçlarında altın yansımalar olan koyu kirpiklerini, düz bir şekilde inen burnunun üst dudağının kavisiyle birleşişini, bir erkeğe göre oldukça dolgun olan dudaklarını, çenesinden boynuna uzanan düz hattın küçük bir âdemelmasıyla bozuluşunu izledim. Nefes alırken göğüs kafesiyle birlikte burun kanatları hareket ediyor ve hayal ürünümün bir parçası olmadığını gösteriyordu.

Bana döndüğünde yüzüme düşen bir tutamı kulağımın arkasına atarak gözlerimi kaçırdım. Dudaklarımı hafif bir gülümsemeyle kıvrılırken bunun olmaması için çok çaba göstermiştim. Elimden gelen bu kadardı. Onun da gülümsediğini fark edince ondan bana dalga dalga gelen ısı tüm yüzüme yayıldı. Bakışlarımı pencereden dışarıya odaklayarak düzgünce nefes almaya çalıştım.

Yerden epey yükselmiştik.

"Bak! Şu sahilin tamamı Kleopatra Plajı."

Git gide aşağıda kalan plajın ne kadar uzun olduğu gözler önüne serilmişti. Her yeri plaj şemsiyeleri, şezlonglar ve deniz kıyafetleri giymiş insanlarla kaplıydı. Güneş yukarıda ışıl ışıl parlıyordu ve muhtemelen kumlar kızgın tava kadar yakıcıydı. Ama denizi de ısıttığından yüzmek için daha elverişli bir hale getiriyordu. Bir an sırtımdan geçen bir ürpertiyle o maviliğin içinde kaybolmak için kaslarım gerildi. Bu boş ve güzel günde denize gitmek çok güzel olurdu aslında. Suların maviliğinin içinde kaybolmak, güneşten birazcık olsun saklanabilmek ve ayaklarımın su dışında hiçbir şeye değmemesi... İçim özlemle doldu.

"Burayı çok seviyor olmalısın." Beni gerçekliğe çeken Sarper'e şaşkın şaşkın baktım. Bir süredir beni izliyor gibi görünüyordu.

"Denizi çok seviyorum." dedim. "Kim sevmez ki?"

"O zaman sana zor bir soru geliyor. Denizde yüzmeyi mi daha çok seversin yoksa izlemeyi mi?"

Suratımı buruşturdum. "Birinden birini tercih etmek zorunda mıyım?"

Güneşin Gülümsediği YerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin