"Seni seviyorum."
Duyduğu tek şey derin bir iç çekiş olmuştu Jisung'un. Minho hâlâ bazı konularda kendini geri çekiyordu, bunu engelleyemezdi sonuçta. Ayrıca çıkmaya başlayalı sadece birkaç gün olmuşken onu zorlayamazdı da. Ona böyle zamanlarda ihtiyaç duymak kötü bir şey miydi yani?
"Ben de seni seviyorum ufaklık. Şimdi biraz olsun uyu ve dinlen. Birkaç saat sonra güneş doğacak, manzarayı seyretmek gibi bir planın yoksa kafanı yastığa koy ve gözlerini kapat. İnan bana işe yarar."
Küçük kıkırtılar dudakları arasından döküldüğünde veda ederek telefonu kapattı. Artık rahat bir uyku çekebilirdi
-----
Günün ilk ışıklarıyla aralamıştı gözlerini. Araladığı gibi de kapatmak istemesi bir olmuştu zaten. Kendisi de isterdi odasında, sıcacık yatağında yeni bir güne başlamayı ancak hastane şartları buna pek elverişli değildi.
Odada kimse yoktu, annesi de dahil. Önce yattığı sedye benzeri yatakta oturur pozisyona gelerek etrafta gezdirdi bakışlarını. Ne ses vardı ne de bir beden. Birkaç kez seslendi, belki lavaboda olabilir düşüncesiyle. Ancak geri dönüş alamadı. İçindeki endişe baloncuğu her geçen saniye büyürken kendine çektiği bacaklarını salarak yataktan doğruldu. Ayağına geçirdiği hastane terlikleriyle beraber kapıya doğru adımladı. Kapı kolunu elleri arasına aldığında ise beyaza boyanmış ahşap kendiliğinden açılıverdi.
"Jisung? Neden ayaktasın tatlım?" Elinde tuttuğu tepsiyle beraber kapıdan içeri girdi. Jisung annesini tekrar gördüğü için bir nebze olsun rahatlamıştı. Açık kalan kapıyı ardından kapatarak kendisi de odanın içine döndü. Fazla büyük bir yer sayılmazdı, ancak sade olmasına rağmen rahat görünüyordu. Görünüşünün aksine burada bulunduğu her dakika daha da boğucu bir hava soluyormuş gibi hissediyordu Jisung.
Elindeki yemek tepsisini Jisung'un yattığı yerin üzerine bıraktı. Perdeleri açmak için hareketlendiğinde Jisung zaten içerisinin fazlasıyla aydınlık olduğunu düşündü, ancak ses etmedi. Yatağın üzerine oturmak yerine annesinin gece kaldığı koltuğa bıraktı kendini.
"Bir sorun mu var hayatım? Durgun gibisin." Jisung derin bir iç çekip yanına oturan kadına döndü. Dün geceden beri aklında gezinen bir fikir vardı ancak bunu istemek ne kadar doğruydu, bilmiyordu. Düşüncelerle boğuşmak yerine itiraf edip kesin sonuca varmayı seçti.
"Anne, bir şey istesem çok mu ileri gitmiş olurum?" Bayan Han kaşlarının çatılmasına engel olamazken "O nasıl söz öyle?" dedi. Yüzü yumuşadığında dalga geçercesine sordu. "Söyle bakalım, yine neyi kafaya taktın?" İfadesiz suratı yerini genişçe bir gülümsemeye bıraktığında cümlesine başlamadan önce derin bir nefes aldı.
"Bugün Minho beni ziyarete gelicek, okuldan sonra yani. Senin için de sorun olmazsa bu gece refakatçi olarak o kalabilir mi? Biliyorum, çok şey istiyorum ama gerçekten onunla vakit geçirmek istediğimden."
Bayan Han eğdiği başıyla küçük kıkırtılarını bıraktı. Bu çocuk ne zaman kendini bu kadar kaptırmıştı böyle? Başını kaldırıp gözlerini tekrar oğlunun gözlerine kenetledi. İstekli, ancak bir o kadar da çekingen bakıyordu.
"Peki ben ne olacağım?"
"Eve git." dedi net bir şekilde. "Yani istiyorsan kal tabii ama ne bileyim yalnız kalmak istiyorum işte." Gözlerini kaçırıp çektiği nefesi seslice bıraktı. "Bu hastaneden çıkıp çıkamayacağım belli değil, bu yüzden elimden geldiğince onunla vakit geçirmeye çalışıyorum. Lütfen anne... Sadece bugünlük."
"Peki bundan Minho'nun haberi var mı?" Jisung'un kırgın yüz ifadesi bir anda yumuşadığında gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Bu hâli fazlaca şirin gelmişti annesinin gözüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölümle yaşamak 𝜗𝜚 minsung. ✓
Fanfictamamlandı. ➴ yağmurun ıslattığı şu toprak iki ceset barındırıyor, biri yukarıda diğeri aşağıda. üzgün müsün sevgilim? çünkü ben hiç olmadığım kadar üzgünüm. yaşamaktan nefret eden ben iken hayatı elinden alınan sen oldun.