Bölüm 1.3: GELECEK

408 31 73
                                    

          Ertesi sabah kahvaltı ettikleri gibi hiç vakit kaybetmeden tekrar yola koyuldular. Frater'in dediği gibi öğle vakitlerinde de Siare'nin evine vardılar. Ahşaptan küçük bir kaleyi andırıyordu. Binekleri evin bahçesinde bırakıp kapıyı çaldılar. Altren oldukça heyecanlı gözüküyordu, bu Frater'in gözünden kaçmamıştı. Kapıyı genç bir çocuk açtı. Frater tokalaşmak için elini uzattı.

"Ben Centrum 1. Ordugâh Kumandanı Frater. Yanımdaki genç arkadaşımın adı da Altren. Size geleceğimiz söylenmiş olmalı."

          Karşılıklı tokalaştılar.

"Evet, kuşla haber göndermişlerdi."

          Altren anlayamadı.

"Kuş mu?"

"Dağın zirvesinde telgraf yok. Buyurun içeri geçin. Adım Postoly."

          İçerisi oldukça düzenli gözüküyordu. Zaten çok fazla eşya da yoktu. Altren, Frater'in münzevi benzetmesi oldukça yerinde diye düşündü. Salonda sönmüş mumlar, karşılıklı birkaç sedir ve masadan başka bir şey yoktu. Sedire oturup beklemeye başladılar.

"Geldiğinizi haber vereyim."

          Postoly'nin yanlarından ayrılmasıyla Altren, Frater'e fısıldadı.

"Daha önce de benim gibi getirilen oldu mu?"

"Kehanet için mi? Tabii ki de. Tarih boyunca pek çok kişi ortaya çıktı. Bazıları tıpkı şu an yaptığımız gibi gelip Siare'nin görüşünden geçtiler, bazıları geçmediler. Ama bilmen gereken şey şu, Siare hiçbir zaman hiç kimseye Son Yükselen olduğunu söylemedi. Kimse o onura erişemedi."

"Sen daha önce geldin mi? Birini getirdin mi?"

"Elbette hayır. Zaten bir insan ömrünün yaklaşık yüz on yıl olduğunu kabul edersek... Kehanete uyan birine denk gelmem çok çok düşük bir şans. Sizin gibi element kontrolcüler bahçede yetişmiyor Altren."

          Kısa bir bekleyişin ardından Siare içeri girdi. Orta boylu, genç görünümlü, kirli sakallı birisiydi. Bakışları hariç giyimiyle, hareketleriyle, her şeyiyle tam bir münzeviye benziyordu. Bakışları ise bir savaşçı bakışıydı. Altren bu bakışı ilk önce Frater'de görmüştü ancak Siare'deki bambaşka bir seviyedeydi. Siare her ikisini de başıyla selamladıktan sonra Postoly yanında getirdiği iki iskemleyi önlerine koyup talimat vermeye başladı.

"Gel bakalım Altren."

          Siare iskemlenin birine oturdu. Altren de yavaşça karşısındakine geçti.

"Şimdi ne yapmam gerekiyor?"

"Hiçbir şey. Yalnızca dur."

          Siare iki elini Altren'in şakaklarına götürecekti ki Altren kendisini geri çekti. Postoly durumu açıkladı.

"Korkmana gerek yok. Hiçbir acı hissetmeyeceksin. Canın yanmayacak, korkma. Yalnızca zihninden geleceğin akışına küçük bir bakış atacak. Bu esnada gözlerini Siare'nin gözlerinden ayırma."

          Altren, Siare'nin gözbebeklerinden kendi yansımasına odaklanmıştı. Bu esnada meraklı tarafına yine yenik düşmüştü.

"Nasıl görüyor?"

"Derler ki yaşantılarımız yalnızca birbirini takip eden anlar silsilesidirler. Her şey zaten çoktan yaşanmıştır. Mesele kestirme yoldan yolun ilerisine bir bakış atmak. Siare'nin yaptığı bu."

          Siare iki elini Altren'in şakaklarına götürdü ve gözlerinin içine baktı. Frater'in heyecanı Altren'inkinden daha fazlaydı.

          Siare, Altren'in gözlerinde ufak bir yolculuğa çıktı. Mekândan ve zamandan soyutlandı. Lux ve Dea'nın altında uçurumun kenarında durduğunu fark etti. Uçurumdan aşağı baktığında dipsiz bir karanlığa sahip devasa bir boşluk gördü. Postoly zihninde beliren Siare'nin kelimelerini dillendirmeye başladı.

"Kalbini çoktan istila etmiş. Boşluk... Luxdea... Çocuk çok çok yalnız. Kalbi asla sahip olamayacağı bir şey için atıyor. Mutluluğu bulmadan önce çok kalp kıracak... Onu anlayan kimse yok. Uzunca bir süre olmayacak... Nihayetinde kalbinin yarısını dolduracak ancak boşluk her zaman onunla olacak... Işığını bulması uzun sürecek, sonrasında da çok acılar çekecek... Öncesinden de fazla."

          Siare'nin etrafındaki her şey tuvalden akan bir boya misali aktı ve kendini bir anda Corda'da buldu. Bütün kasaba alevler içindeydi. Kadın, erkek, çocuk, bebek... Yerde yüzlerce ceset vardı.

"Kan... Çok fazla kan ve ceset var. O da bir ceset taşıyor... Ne?"

          Postoly'nin şaşkınlığı Frater'e de geçmişti.

"Ne oldu? Ne diyor?"

          Postoly şaşkınlıkla elini ağzına götürdü.

"Çocuk o... Son Yükselen. Yüce Redagon aşkına... Karşımızda onun varisi duruyor."

          Frater'in sevinçten gözleri dolmuştu. Tarihe tanıklık ettiğinin farkındaydı.

"Peki başka?"

          Postoly'nin yüzü ekşidi.

"Ben... Anlayamıyorum Siare. Ne demek istiyorsun? Çocuğun geleceği belirsiz mi?"

"Bu ne demek?"

"Çocuk dış etkilere çok bağlı... Onun başarılı olması bir ihtimal ama bu ihtimal o kadar fazla şeye bağlı ki... Altı yüz yıl mı? Çok fazla çatışma, çok fazla oyun var. Üstelik bütün bunlar olurken..."

          Postoly cümleleri toparlamayı bırakıp Siare'den aklına gelen kelimeleri olduğu gibi söylemeye başladı.

"Daha önce gördüm... Böylesi bir hayatın getirdiklerini... Ve elbette götürdüklerini... İnsanlar öldü... Çocuklar ve yıkıma yenilik denildi. Temelimiz bu. Ama... Risen böylesine büyük bir güç... Her zaferin içinde bir kayıp vardır... Belirsizlik çok fazla. Risen'ın geleceği ince bir ip üstünde yürümek gibi... Zafer mutlak ancak ne uğruna... Ve neyin zaferi? Bir intikamcının mı yoksa kahramanın mı? Halkına zafer getireceksin ama hangi halka? Her şey... Karmaşıklık çok fazla... Ve ilişkiler o kadar sık... Kayıplar o kadar fazla ki... İnsan geride ne kalacağını merak ediyor."

          Siare pek çok mekân ve zaman gezdikten sonra kendisini uzun bir koridorda buldu. Koridorun sonunda bir boy aynası duruyordu. Ancak içindeki yansıma kendisine ait değildi. Lord Vernetis'e aitti. Kahkahalar atarak gülüyordu. Aynaya yaklaşmak için attığı her adımda Lord Vernetis de kendisine yaklaşıyordu. Bir noktadan sonra görüntüsü bozuldu ve Siare kendi yansımasını gördü. Dehşete düşmüş gibi gözüküyordu. Biraz daha yaklaştıktan sonra görüntüsü tekrar Lord Vernetis'e dönüştü. Bu sefer son derece ciddiydi. Aynaya iyice yaklaştığında görüntü son kez değişti ve karşısında on bin yıl sonra Redagon'u gördü. Son derece öfkeli gözüküyordu. Siare şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Bunları Postoly'e söyleyemezdi. Redagon elini kaldırdı ve parmaklarından çıkan alevin sıcaklığı Siare'nin zihninde yankılandı.

          Siare ellerini çekip ayağa kalktı. Postoly de son sözleri iletti.

"Çocuğun geleceği tıpkı Lux ve Dea gibi. Bir tarafı ışık saçıyor, diğer tarafı ise kapkaranlık. Sanırım ne olacağını yaşayıp öğreneceğiz çünkü çok zamanımız kalmadı."

"Vernetis mi?"

          Postoly, Frater'in sorusunu başıyla onayladı. Altren suskunluğunu bozup sordu.

"Gerçekten o muyum?"

          Siare ters bir bakış atıp odadan çıktı. Postoly endişeli bir şekilde yanıtladı.

"Otuz sekiz yıldır Siare'nin yanındayım. Onu ilk kez böyle gördüm. Dürüst olmak gerekirse sende bir terslik var evlat. Sorunu yanıtlamak gerekirse... Sensin ama..."

"Ama ne?"

"Siare'yi çok büyük bir endişeye sevk ettin. Bunu zihnimde çok güçlü bir şekilde hissettim. Ve onu bu kadar endişelendiren şey iyi bir şey olamaz değil mi?"

          Frater araya girip noktayı koymak istedi.

"Çocuk O mu, değil mi?"

"O... Ama neler yapacağını yaşayıp göreceğiz."

Redagon I: Kehanet (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin