YANDIN OĞLUM ALİ

1.1K 84 45
                                    

Bazen öyle bir anda oluruz ki, hayat devam eder ama senin için çoktan durmuştur. Zaman akar fakat sen hala aynı saniyede yerinde sayıyorsundur. İnsanlar hareket ediyor, mekan değişiyordur fakat gözünün önündeki siyah perdeden dolayı göreceğin tek şey boşluktur. Karanlığın ortasında öylece kalakalmışsındır. Desibeli yüksek şekilde dönüp duran ses dalgaları senin bariyerine çarpıp içeriye girememiş de sen hala duyduğun son cümlede kalmışsındır. İşte ben de tam olarak o son cümle ile kapatmıştım gözlerimi.

Sonsuzluğa kapattığımı düşündüğüm gözlerim yaklaşık birkaç dakika önce açılmış ve beni dünyaya bağlamaya çalışmıştı. Fakat benliğim ve ruhum burada olmaktan asla memnun olmasa gerek hala beni boşlukta süzdürüyorlardı. Aracın içerisinde olduğumu bile yeni yeni algılamaya başlarken insanların bana bakıp bir şey söylediklerini gözlerim seçse de kulaklarımda çınlayan o soru, kimseyi duymama izin vermiyordu.

"Hangi hastane?" sorusu her ne kadar basit bir kalıp olarak görünse de, içerisine sıkıştırdığı bendim. Ali, Ali'nin gitmesi düşüncesi beni öyle yerle bir etmişti ki, parçalarımı dahi göremiyordum. Biliyordum. Beni bırakıp gitmez, gidemez. Söz vermişti ve Ali daima sözünü tutardı ama...

'Keşke sarılsaydım' düşüncesi beni kırk yerimden bıçaklıyordu. Ya son sarılmamızı kendi ellerimle ittiysem? Ya ona son bir kez bile sarılamadıysam?

Ali giderse nasıl yaşayacaktım ben? Yaşamak isteyecek miydim acaba?

Peki, kendimi bu kadar geri çekmeme rağmen bu hissettiğim ya minnet ve güvenden ileri ise?

"Sakin olun!" bağırışı o kadar yüksek bir şekilde gerçekleşmişti ki, arafta kaldığını düşündüğüm bedenim bulunduğum ortama teşrif etmiş ve tüm duyularımı harekete geçirerek bize bağıran Asaf'a odaklanmamı sağlamıştı. "Bir şey yok ve olmayacak. Ama biraz daha ağlama sesi duyarsam yemin ederim hepinizi arabadan indirip tek başıma giderim." derken aynaya yansıyan yüzünü gördüğümde sonuna kadar çatılan kaşlarından ne kadar ciddi olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

"Hiçbir haber yok mu?" diye soran Buket ile dağılmakta olan dikkatimi tekrar gelecek cevapta topladım.

"Yok ama riskli bir durum olsaydı belirtirlerdi." dediğinde öyle olması için içten içe Allah'a yalvarmaya başladım.

Ali benim hayata tutunma gayem olmuştu ve ben bunu yeni yeni fark ediyordum. Onsuz bir yaşamı düşünmek bir yana dursun onunla olan birkaç saatlik ayrılık bile canımı sıkıyor, bir an önce yanımda olması hayalini kurduruyordu. Bakışlarının güzelliğinde kaybolmak, kokusunda bulduğum huzur ortamı ile mest olmak ve verdiği güvenin huzurlu kollarında uykuya dalmak istiyordum.

Ben Ali'nin yaşamasını ve beni yaşatmasını istiyordum.

Hayatımdaki en büyük acının annemi kaybetmek olduğunu düşünürdüm ki hayat benden babaannemi alarak güzel bir darbe vurmuştu. Bunu atlatıp artık sadece nefes almaya alıştığım sıralarda babamın gidişinin beni bu hayattan tamamen kopardığını hissetmiştim. Artık babamın olmayacağı fikri beni kahretmişti. Ta ki Ali gelene kadar... Elimi tutana kadar... Bana o kadar güzel bakana kadar... Ailesini ailem yapana kadar... Bana benden daha çok ait olana kadar...

Aracın durduğunu bile anlamayan benliğim Buket'in beni sarsmasıyla bulunduğu ortama geri dönmüştü. Herkes araçtan inmiş hastaneye doğru giderken ben kendime gelmeye ve Buket'in söylediklerini algılamaya çalışıyordum.

"Yenge ne olur kendine gel. Hadi... Gel gidelim abimin yanına." derken beni kolumdan tutup araçtan indirmeye çalışıyordu. Bacağımı kaldırıp hareket etmek istiyordum ama hayır... olmuyordu. "Tamam tutun bana ben sana yardım edeceğim." demesiyle koluma iyice yapışıp yavaşça beni çekti ve zor da olsa araçtan indirdi. Dizlerimin tir tir titrediğini hissederek adım atmaya zorladım kendimi ama ayaklarım ne kadar ileriye gitse de ruhum ortamdan çoktan kaçmıştı. Alabileceğim haberlerin arasında asla iyi bir şey olacağını düşünmüyordum ve bu canımı fazlasıyla yakıyordu.

TRABZON GÜLÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin