Bölüm 9

1.2K 44 0
                                    

İyi okumalar...
.
.
.
.

🖇️

   Gözlerimi açtığımda beyaz bir tavan karşıladı beni. Ardından ise "İyi misin?" diyen Gece'nin sesi. Serumu kolumdan çıkarttı yavaşça.

"Kendini daha iyi hissediyor musun?"

"Evet. Daha iyiyim." Tam soracakken o söyledi, sormak istediğimi.

"Merak etme, oğlunda sende çok iyisin." Rahat bir nefes aldım dedikleriyle.

"Çok şükür "

"Durumunuz iyi ama birkaç gün daha hastanede kalmalısınız çünkü erken doğum riskin var."

"Tamam. Problem değil. Yeterki sağlıklı olsun Eren'im. Bu arada Gökçen nerede?"

"Hemen yan koltukta, uyuyor." Dedi, kaşlarıyla solumdaki koltuğu işaret ederek. Mışıl mışıl uyuyordu masum meleğim. Gece'nin konuşmasıyla tekrar ona, sağıma, döndüm.

"Bu arada biri geldi. Seni falan sordu. Ellilerinin sonunda bir teyze. Yanında 2 tane izbandut gibi herif vardı. Yardıma ihtiyacım var gibi bir şey demişsin. O da ambulansı aramış galiba. Şimdi ise burada. Ne yapayım? Çağırıyım gelsin mi, yoksa bir bahane falan mı uydurayım?"

    Gece'nin dedikleriyle kısa bir an düşündüm. Arayan kişinin numarasının kayıtlı olmadığını fark etmiştim ama o an için bunu önemsememiştim. Ve adresimi vermiştim. Şükür ki iyi birine denk geldim. Başka biri de olabilirdi arayan...

"Gelsin." Dedim, Gece'yi daha fazla bekletmeyerek.

"Tamamdır. Haber veriyorum hemen. Bu arada serumu çıkarttım ama mümkün olduğunca ayağa kalkmamaya çalış."

"Tamam canım, teşekkür ederim her şey için."

"Rica ederim bebeğim, her zaman." Bakışlarım kısa bir an serumu tutan eldivenli ellerine, daha sonra ise kolundaki iki minik çiziğe kaydı.

"Koluna ne oldu bu arada?"

"Ufak bir şey, her zamanki halim." Böyle diyince fazla üstelemedim. Çünkü Gece'ydi bu. Her zaman her şey gelebiliyordu başına. Aklıma gelenle kapıya yaklaşan Gece'ye normal sesle seslendim, kızım uyuyordu zira.

"Biliyor musun, Alparslan yeşil elma getirmiş. Varya tadı çok güzeldi."

"Belli belli şu haline bak. Anlatırken bile ağzının suyu aktı. Kızım sen hamilesin. Oğlan bekliyorsun. İnsanın canı tatlı bir şeyler çeker, ne bileyim pasta çeker, tremisu çeker." Son dediğiyle yüzünü buruşturdu. "Of ya olsada yesek" onun bu haline gülerek karşılık verdim, daha sonra aklıma gelen şeyi de eklemeyi ihmal etmedim. Tabii o unutulmayacak bir şeydi çünkü.

"Aslında ben evde puding yapmıştım. Ama yemek nasip olması." Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi dudağımı büzdüm.

"Tamam tamam. Hallederim ben. Şu tipinin haline bak kaç yaşında oldun, hâlâ aynı hareketler."

"27 olacağımm, ne olmuş?" Munzur bir ifade vardı yüzümde.

"Ha tabi bir de o var"

"Eh buralardayım bir süre kutlarsın artık."

"Kutlayacağız mecbur" dedi yılmış bir hâlde. İşaret parmağımı kaldırıp ona doğrulttum. "Biliyorsun değil mi kaçında olduğunu?"

"3 gün sonra, 24 Ekim" yılmıştı bu hallerimden, anlıyordum. Bazen, hani ortaokulda doğum günüme son 30 gün diye diye 2 ay önceden haber vermeye başlayıp sanki veliaht doğmuş gibi tüm sınıfa-okulda denilebilir aslında- haber veren çocuklar gibi olabiliyordum. O da haklıydı aslında. Aylar önceden bunu yapmaya başlamadığıma, şükretsin.

    Nihayetinde Gece'yi gönderdim. Gece çıktıktan birkaç dakika sonra odaya 3 kişi girdi. Sanırım bunlar Gece'nin bahsettiği 2 tane izbandut ve ellilerinin sonunda olan teyzeydi.

    Esmer, yaklaşık 1.95 boylarında, kalıplı olan adam elinde bir buket çiçek ile yanıma yaklaştı. "Geçmiş olsun" sesi yumuşak ve samimiydi, yüzünün aksine. Yüzü biraz zorlama gibiydi. Nasıl desem... Sanki alnına silah dayamışsında öyle gelmiş gibi. Evet, evet yüzünün uyduğu tasvir tam olarak buydu.

"Teşekkür ederim, zahmet etmişsiniz" dedim çiçeği alıp solumdaki komodine koyarken.

"Ne zahmeti kızım"

   Ellilerinin sonunda olan teyze, 1.60 boylarında, beyaz tenliydi. Üzerinde siyah bir ferace ve feracenin aksine oldukça açık bir renk olan toz pembe renginden daha açık bir çiçekli yazması vardı. Nasıl olduğumu soracakken bir an duraksadı karnımı fark edince de devam etti.

"Geçmiş olsun, nasıl oldun-uz"

     Tebessüm ettim söylediklerine. Birinin sizi anne şefkatiyle sevmesi nasıl bir duygu bilmem ama benim şuan içimde sanki bir şey yanıyor. Parmak uçlarımdan bedenime doğru mavi rengi anımsatacak bir enerji yayıldı hafifçe. Bilmiyorum. Kalbim acıdı belkide. Lale Uğurlu, yani beni çok seven biricik annemin yokluğundan belkide, anne şefkatini bilmeyişim. Ben 4 yaşındayken aramızdan ayrılmış, Ali Uğurlu, bana hem anne hem baba olmaya çalışmıştı. Olmuştu da. Beraber bir çok şeye göğüs germiş, birlikte mücadele etmiştik. O bana her şey olmuştu. Olmayan bir abim ya da ablam, bazen en yakın dostum, bazense otoritesinden sıkılmak üzere olduğum bir baba. Bazense, dediğine göre mutfakta annem kadar iyi yemek yapan bir aşçı... Bana her şey olmuş, her konuda da yardımı dokunmuştu. Hemen hemen her konudaki ilk kararımı sorgulamamış, yaşayarak doğru ve yanlışı görmemi sağlamıştı. Okuldaki tüm arkadaşlarımın hayran olduğu bir babam vardı benim. 'Öz' kelimesinin bana 'üvey' kalmasını sağlayan. Ben onların kanından değil, canındandım. Ben onların sahip olmak için can attıkları bir evlat olmaya çalışmadım hiç. Çünkü onların nazarında hep öyleydim. Nedeni garipdir ama biz, birbirimizi kayıplarımıza rağmen sevdik. Onların kayıpları bir evlat sahibi olamamayken, benimkisi bir anne, baba daha doğrusu bir aile eksikliğiydi. Ve bu eksiklerimiz bizleri birbirine bağladı. Hani hep derler ya "Allah, iyilerle karşılaştırsın". İşte ben, duası kabul olup iyilerle karşılaşan biriydim. Çok şükür.

🖇️

.
.
.
.

Bir bölümün daha sonuna geldik, sonraki bölümde görüşmek üzere.

AİLE'MHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin