Bekliyordum. İnsanlar birçok şeyi beklerlerdi, fakat çok az kişi ölümü beklerdi. Bu az kişilerden biri olmak beni mahvediyordu. Önceden ölüm beni bu kadar korkutmazdı çünkü korkudan çok yalnız öleceğim için üzülmekle meşguldüm. Şimdi ise geride bırakacağım insanlar için kahroluyordum. Onlarla vakit geçirmek istiyor, aldığım her nefesin ardından binlerce nefes daha almak istiyordum.
Ama yapamazdım çünkü ölüm engel olabileceğimiz, dokunabileceğimiz bir şey değildi. Böyle bir şarkı da vardı değil mi?
Dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman'a kalmadı
Böyle hiçbir kitap yazmazAklıma gelen detayla gülümsemeden edemedim. Baran, benim hikayemi yazacaktı. Bu düşünce ister istemez beni heyecanlandırmıştı. Okurlar mıydı? Kaç kişi benim hikayemi okurdu? Acaba okurken benim için üzülürler miydi yoksa bencil bir salak olduğumu falan mı düşünürlerdi? Sessizce ölmek varken arkamdan üzülecek insanlar tanımak istemem insanları böyle düşünmeye itebilirdi.
"Leyla abla!" Bir anda açılan kapıdan koşarak giren Kandemir, ben ne olduğunu anlayamadan çoktan yatağa zıplamış ve kollarımın arasına girmişti. O an aklımdaki tüm kötü düşünceler yok olmuş ve yerini saf bir mutluluğa bırakmıştı. Kucağımdaki küçücük çocuk ölümün soğukluğuna inat sıcacıcıktı.
Ah çocuklar, her biri yaşamın sıcaklığını taşıyorlardı.
"Hoşgeldin canım." Bir elimle Kandemir'e sarılırken diğer elimi saçlarına çıkarmış ve kafasına yanağımı dayamıştım.
"Bak sana ne aldık!" Benden ayrılarak küçük ellerini Arslan'a uzattığında gözümün önüne gelen pamuk şeker ve elma şekeriyle gülmeden edemedim.
"Yaaaaa. En sevdiklerim!"
"Benim de benim de! Babama ikimize de aldırdım. Sen biraz rahatsız olduğun için dışarı çıkamıyormuşsun ama önemli değil. Babamla gelirken lego aldık, yaparız değil mi? Ben hiç yapmadım ama fotoğrafı çok güzel duruyor."
"Olur, yaparız tabii ki. Bak çok heyecanlandım şimdi."
"Oley! Hadi yapalım." Yataktan kalkarak babasının elindeki lego kutusunu aldığı gibi odanın solunda bulunan masaya koşmuştu.
"Biraz hiperaktif bir çocuk, seni yormasına izin verme."
"Yormanın aksine enerji veriyor."
"Nasılsın bakalım?"
"Kötüydüm, sizi gördüm iyi oldum." Gülümseyerek yanıma yaklaşan Arslan'a heyecanla bakmadan edemedim. Saçlarımda dolanan parmakları ruhumu sızlatırken şakağıma değen dudakları gülümsememe neden olmuştu.
Bu adam kalbe zarar, bi' ömre bedeldi.
"Hadi legoyu yapalım!" Ve önümüzdeki 2 saat boyunca kâh gülüp kâh sinirlenerek legoyu bitirmiştik. Kandemir, eline aldığı her parçayı bana sorarak yapmaya çalışırken Arslan, oğlunun tam tersine eline aldığı her parçayı kafasına göre bi yere koymaya çalışıyordu. Uyumlu olmayan parçaları bile zorla birbirine otutturmaya çalışıyordu. Olmayınca sövecek gibi olsa da Kandemir'e bakarak son saniye susup eline başka bir parça alıyordu. Çocuk olan hangisiydi emin olamamıştım.
"Çok güzel oldu Leyla abla!"
"Evet birtanem, gerçekten çok güzel oldu."
"O zaman bu sana." Küçük elleriyle tuttuğu legoyu elime alarak kocaman gülümsedim.
"Aslında gelirken sana gerçek bir çiçek alacaktık ama Kandemir bunu almak istedi."
"Evet, babama zorla bunu aldırdım çünkü gerçek bir çiçek olsa iki üç gün sonra solup gidecekti. Ama bak, bu solmaz. Her baktığında bizim bu ânımızı hatırlayarak mutlu olabilirsin."
Öylece karşımda duran çocuğa bakakaldım. Ufacık kafasında kocaman bir dünya vardı. Ona bunları yaptıran zekâsı mıydı yoksa yüreğindeki merhameti mi? Sanırım karşımda, merhameti zekâsına yön veren koca yürekli bir çocuk vardı.
"Kandemir, sen çok akıllı bir çocuksun. Afferin sana, harika düşünmüşsün."
"Değil mi, değil mi!" Olduğu yerde zıplamaya başlayan Kandemir'i kucaklayan Arslan omzuna attığı çocukla bana döndü.
"Gitme vakti, artık dinlenmelisin."
"Yorgun değilim ki..."
"Gece uyumadığın her halinden belli Leyla, gidelim artık."
"Pekâla. Her şey için çok teşekkür ederim."
"Önemsiz, hadi kalk da gidelim."
"Ne?"
"Gidiyoruz."
"Ben neden kalkıyorum?"
"Çünkü sen de bizimle geliyorsun, kapının önünde seni bekliyoruz."
"Ama doktor çıkmama izin vermedi."
"O konu halledildi, hazırlan." Başka bir şey demeden elimdeki lego çiçeği de alarak omzundaki oğluyla dışarı çıkan adamın arkasından heyecanla ayağa kalkarak üzerimi giyindim. Odadan çıktığımda beni kapıda karşılayan baba oğula gülümsedim.
"Hadi gidelim." Elini bana uzatan Kandemir'e gülümseyerek elimi uzattım. Küçücük eli avucumun içinde yok oluyordu. Sağ elim Kandemir'in elini tutarken sol avucumu kaplayan kocaman elle Arslan'a döndüm. Şimdi Kandemir'in avucu benim elimde kaybolup giderken benim avucum ise Arslan'ın kocaman elinde kaybolup gidiyordu. Gülümsemem daha da büyüdü.
Bir aile gibi hissettiriyorlardı.
Hastaneden çıkarak arabaya bindik ve yaklaşık 15 dakika sonra kocaman bir villanın önünde durduk.
"Evine hoşgeldin Leyla abla!" Kandemir'in heyecanlı sesiyle şaşkınlıkla Arslan'a baktım.
"Evime mi?"
"Gel" Elini bana uzatan adamın elini tutarak beni yönlendirmesine izin verdim. Kapıyı 50 yaşlarında bir kadın açaran bize gülümsemişti.
"Hoşgeldiniz efendim."
"Hoşbultuk Firuze Hanım. Sizi tanıştırayım. Leyla, bu yardımcımız Firuze Hanım. Firuze Hanım, bu da Leyla. Ailemizin yeni üyesi."
"Tanıştığımıza memnun oldum Leyla Hanım."
"Şey... Ben de." Şaşkınlıktan konuşamıyordum. Arslan'da bunu anlamış olacak ki elimi tutarak beni merdivenlere yönlendirmişti. Arkamızdan gelen Kandemir heyecanla kıkırdarken Arslan'ın açtığı kapıdan içeriye girerek odaya bakakaldım.
Karşımda kocaman bir oda vardı. Üç duvar açık mavi renge boyanmışken bir duvar, deniz manzaralı balkona açılan boydan boya camla kaplıydı. Duvarlardan birinde içinde ilaçlar ve serumlar olan bir dolap mevcuttu. Hemen yanında orta boylarda makyaj masası vardı. Diğer duvarda ise bir kitaplık ve giysi dolabı vardı. Odanın ortasında iki kişilik yatağın bir tarafında hastanede bulunan kalp ve tansiyonumu ölçen ekg makinesi vardı. Diğer tarafında ise kırklı yaşlarında esmer bir kadın vardı.
"Burası?"
"Burası senin odan Leyla. Doktorla konuştum ve hastaneden çıkışını yaptırdım. Gördüğün gibi burada hastanedeki odanda olan tüm tıbbi malzemeler ve aletler mevcut. Bu hanımefendi de senin özel doktorun Canan Hanım. Artık hastanede değil, evinde tedavi göreceksin."
♣️♠️🖤
Ah çocuklar, her biri yaşamın sıcaklığını taşıyorlardı.
Çocukların, masumların, mazlumların "katledildiği" hiçbir davada haklı bir taraf yoktur.
Merhamet, insana yaradandan gelen en güzel hediyedir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHKUM (1-2)
General FictionLeyla, yattığı hastane odasında ölümü bekleyen bir kadındı. Yalnızlığında boğulmasına ramak kala eline aldığı telefondan bir numara salladı. Ve salladığı numara, hapishanede yaşayan bir mahkuma aitti. 📮 Leyla: Konuşacak kimsem yok. Bir çiçeğim bile...