5. Born to die

58 13 0
                                    

Come and take a walk with me in a dangerous place,
Let me kiss you hard in the pouring rain.

___________________________________

Felix

Hızlı adımlarım kampüse girdiğim zaman da devam ederken, kendimi en yakın tuvalete atmış ve çantamın içini kurcalamaya başlamıştım. Unutkanlık etmeyip kapatıcıyı çantama koymuş olmayı umut ediyordum.

Lavabonun önüne gelmiş çantamın içindeki her şeyi boşaltmıştım. Ancak aradığımı bulamamıştım. Bununla birlikte iyice gerilirken ne yapacağımı bilememiştim. Bu halde buradan çıkmam herkesin beni bu halde görmesi demekti. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi de benim sonum olabilirdi zira etrafa sunduğumuz 'mükemmel aile' çerçevesinde, benim bu halde gözükmem tüm dikkatleri üstümüze çekerdi. Böyle bir konuda göz önüne çıkmak ise sadece ailemi öfkelendirir, sinirlerini benden çıkarmalarına yol açardı.

Olabilecek şeyler gözümün önünden bir bir geçerken, gözlerim de çoktan dolmaya başlamıştı. Burada kimseden kapatıcı isteyemezdim. Zaten isteyebilsem bile bu saatte okulda çok kişi yoktu.

"Lanet olsun."

İç çekip neredeyse fısıltı gibi çıkan sesim ile isyan etmiştim. Çaresizlikten ne yapacağımı bile düşünemiyordum. Dersin başlamasına da az kalmış olmalıydı. Derse girmek zorundaydım çünkü girmediğim zaman anneme mesaj gideceğini biliyordum.

Kabinlerden birinin açılma sesi geldiğinde, burnumu çekip gözlerimi hızla sildim fakat çok da büyük olmayan tuvalette, çıkan kişinin yanıma varması da hızlı olmuştu. Ellerimi yüzümden çekip göz ucuyla yan tarafıma bakarken gördüğüm kişinin dün tanıştığım Minho hyung olması, şansım mıydı yoksa onun bu halimi görmesi şanssızlığım mı karar veremiyordum.

Ancak beni gördüğü gibi yanıma gelip endişeyle beni sorgulaması, şanslı olduğumu gösterirdi.

"Felix, bu halin ne? Birisi mi yaptı yoksa?"

Hem yüzümü inceliyor hem de sorularını sıralıyorken, birisinin benim için böyle endişelenmiş olması kendimi değişik hissetmeme neden oluyordu. Ayrıca şefkatle bana bakan gözleri de yeni durdurabildiğim gözyaşlarımın tekrar gözlerime dolması için yeterliydi.

"Hyung."

Fısıltıdan farksız sesimi duyduğu gibi beni kendisine çekip sarılmıştı. İşte beni en çok şoka uğratan şey buydu. Sarılmanın nasıl bir his olduğunu yeni öğreniyordum. Onun beni yeni tanımış olması önemli değildi. Bu yaşıma kadar bana kimse sarılmamıştı ve onun bana bu kadar çabuk alışıp böylesine şefkatle sarılması, onu hayatımda bambaşka yerlere koymam için yeterliydi bana göre.

"Şşş, tamam sorun yok, geçti Lixie. Hadi söyle bana."

Hem beni yatıştırmaya çalışıp hem de saçlarımı okşaması, hâlâ yanlarımda sallanan kollarımı kaldırıp sıkıca ona sarmama neden olmuştu. Hıçkırıklarım durulmazken, o da daha fazla üstelememiş ve kollarını daha da sıkılaştırmıştı. Bu zamana kadar içimde tuttuklarımın patlamasını yaşıyor gibi ağlarken zamanın nasıl geçtiğini bile anlamamıştım.

Ağlamam yerini iç çekişlere bırakırken, ondan ayrılmadan konuştum. "Hyung, kapatıcın var mı?"

Şu an da ondan başka tanıdığım kimse yoktu ve onu ilk andan beri kendime normalden fazla yakın hissetmem, ona karşı olan çekimserliğimi de çabucak yıkmama sebep olmuştu. Bu yüzden ondan bunu isterken aşırı bir çekimserlik hissetmemiştim.

Kollarını benden ayırıp yüz yüze gelmemizi sağlayıp, elleriyle gözyaşlarımı silmiş sonra da bana güzel bir tebessüm vermişti. "Hadi elini yüzünü yıkayalım, sonra da sana kapatıcı vereyim, hm?"

Basorexia, Hyunlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin