chapter two

527 51 11
                                    

"biliyorsun, babam da bana bir şey söylemiyor ki... sadece ucundan koklatıyor." dedim hızlı hızlı yürürken. "pek de haksız sayılmaz, sana yetiştireceğimi biliyor."

"ama sadece bende kalıyor," diye mırıldandı telefonun ucundan. bu duruma üzüldüğünü biliyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"biliyorum sevgilim," kendimden emin bir şekilde konuştum. "o yüzden sana yetiştiriyorum ya." kendimi koltuğa attım ve kamerayı yanıma koydum. "ama o bunu anlamayacak kadar fanatik, özellikle bu aralar hiçbir şey söylemiyor. transfer olayını bile senin yanında, twitterdan, öğrendim."

birkaç hışırtı geldi. "babana kendimi nasıl sevdireceğim hakkında hiçbir fikrim yok," bir şey dememe izin vermeden güldü. "neyse, transferi sevdin mi?"

"sevindiğinizi biliyorum çakal," gülerek konuştum. "gıcık oldum ayrıca."

"eminim takım başa çıkabilir."

göz devirerek koltukta yayıldım. "iyi olan kazansın diyorduk değil mi?"

"tabii ki," sesindeki alay o kadar barizdi ki, ister istemez güldüm. "özledim seni."

"ben de bang chan," gözlerimi tavana diktim ve derin bir nefes aldım. gerçekten sevgilimi özlemiştim. en zor kısmı da bu oluyordu. onun kampı bittiğinde bizimkilerinki başlıyordu ya da o, futbolcu olduğu için, uzun kalıyordu. "ne zaman döneceksin?"

"sadece iki gün."

"doğru ya, maç vardı."

"unuttun mu yoksa beni? izleyeceksin değil mi?" sesindeki hafif panik kalbimin hızlanmasına yetti de arttı.

"elbette." dedim kendimden emin bir şekilde. sesler çoğaldı.  "ama şimdi kapamam gerekiyor, öptüm çok."

"ben de."

hızla ayağa kalktım ve telefonu cebime attım. kamerayı alırken bana doğru ilerleyen ekiple gülümsedim. bu takım her şeyimdi, o yüzden tam olarak buraya günlerimi veriyor ve kameramancılık yapıyordum. jisung her zamanki gibi koştur koştur yanıma geldiğinde bir kare çektim. bugün en zinde oldukları gün olduğu için antremanlarını çekecektim ve çektiklerim youtube'da paylaşılacaktı. eğlenceli bir şeyler çıkartmam gerekiyordu. "n'aber?" dedim jisung'a.

"çok mutluyum desem inanır mısın?" her zaman böyleydi, küçük bir çocuk gibi. takımı canlandıran elemanımızdı. "her ne kadar yenilsek de..."

"diğer maçları yeneceksiniz, o yüzden." göz kırptım. maçta iki gol atsa da rakip bu sefer karşılarına çok iyi çıkmıştı. üstelik kaybetmek hakkımızdı. forvet daha takıma ayak uyduramamıştı ve iyi de değildi.

hepsi, ellerindeki ve sırtlarındaki çantayla bana selam vere vere geçip giderken en arkadan hwang hyunjin gelmişti. somurtkân herif, dönüp bakmamıştı bile.

biz jisung ile onları takip ederken kulağıma doğru fısıldadı. "bizimle hiç konuşmuyor," dedi. "benim konuşamadığım hiç kimse olmadı bu zamana kadar. aşırı garip biri, takımla olmak istiyor gibi de değil. bir de memleketlerimiz aynı, konuşacak konuyu rahatlıkla açabiliyorum ama yok, yabani gerçekten."

gözlerimi kısarak geniş omuzlarına, uzun saçlarına baktım. garip biri olduğu sugötürmez bir gerçekti ama insanı çeken bir yanı vardı. kendini merak ettiriyordu. özellikle ligde damgayı iyi ve kötü şekilde vurmuştu. kızları kendine aşık etmiş, bazı erkeklere umut doldurdurmuş bazılarını ise kendine ve takıma küstürmüştü.

köşede antreman için hazırlananlar sahaya çıkmıştı. hwang hyunjin ve jisung hazırlanırken kamerayı açtım. bu bir gelenekti, her seferinde onunla başlardım ve bu olayı herkes sahiplenmişti. başlangıçta jisung yoksa herkes isyan eder olmuştu.

mirror, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin