ellerimi cebime soktuğumda dayanacak kadar iyi hissetmiyordum.
olanları kaldırmak zordu ama içimde ayrı, anlamdıramadığım sıkıntı vardı. geceden beri geçmek bilmeyen bir sıkıntıydı bu.
canımı yakıyordu.
bana doğru geldiğini görünce dudaklarımı birbirine bastırdım. soğuk hava tenime işlemişti ama onu görünce tüylerim ürpermişti. duygusal anlamda ne zaman bu seviyeye geçtiğimi anlamak çok zordu.
"tebrikler," dedi sonunda karşımda dururken. "maçı kazanmışsınız."
kaşlarımı çattım. onca olandan sonra beni ilk gördüğünde dünkü maçtan mı bahsediyordu? "içeri girelim." dedim kısık bir sesle. onu beklemeden kafeye girdim. arkamdaki varlığını hissediyordum.
sıcak mekan anında beni sarmaladığında bir nefes verdim. montumu çıkartarak köşeye geçtim, buradan görüneceğimize emindim ama görünmek istemiyor gibi davranmamız gerekiyordu.
karşıma oturduğunda ona baktım. eskiden her şeyiyle güzel gelen yüzüne, içimi sevgiyle dolduran adama baktım. saçlarını maviye boyamıştı, çok daha iyi gözüküyordu ama beni heyecalandıran hiçbir şeyi yoktu. ondan hiçbir şey kalmamıştı artık. "çağırmana çok sevindim." dedi benim gibi montunu çıkartıp yanındaki sandalyeye koyarken. gülümsemeye çalıştım. maçtan sonra ona buluşmamız gerektiğini yazmıştım çünkü babamın baskısından ancak bu şekilde kurtulabilirdim. onun sözünü dinleyerek.
bu yüzden kendi bildiğim bir fotoğrafçı ayarlayıp basına sızdıracaktım, sonrasında haberleri doğrulamak adına etkileşim verecektim.
garson masamıza geldiğinde, "ben bir latte alayım." dedim. bang chan da latte içeceğini söylediğinde tekrar başbaşa kaldık.
"ne istiyorsun?" diye sordum net bir sesle. bu tepkime şaşırdı.
"beni sen çağırdın felix."
göz devirmeden edemedim. dediğinde haklılık payı vardı. "beni ilk arayan sendin." dirseklerimi masaya yasladım. "hem de bir hafta sonra chan. ayrılmak istediğimi söylediğimde bir tepki bile vermemiştin."
"o zaman kamptaydım," kaşlarını çattı. "bunu biliyordun ve ayrılmak istediğini söyledin. bu çok bencilceydi."
"yuh!" dedim şaşkınlıkla. "bu konuma nasıl düşürdün beni?" sinirden dizlerim titredi. "benim varlığım ve yokluğum senin için birdi."
"bana böyle düşündüğünü söyleseydin kendimi açıklardım, öyle olmadığını söylerdim ama tek bir şey söylemedin. öylece ayrıldın benden."
üste çıkmaya çabasıyla daha çok sinirlendim. alayla güldüm. "ilk karşılaştığımızda bile bana ne sarılmaya çalıştın ne de başka bir şey bang chan, gelip özür bile dilemiyorsun. maç için tebrik ettin sadece."
garson geldiğinde susmak zorunda kaldım. kahvelerimizi koyup, "afiyet olsun." dedi. hafifçe gülümsedim.
"senin için sadece futbol önemli ve bunu bana hiç çekinmeden hissettirdin." diye bitirdim cümlemi. bu yüzleşmeyi bu yüzden istemiyordum, üste çıkmaya çalışacağını biliyordum. babamın onunla konuşmuş olması bir şeyi değiştirmezdi, o hep haklıydı.
bu yüzden ondan koptuğumda hiçbir şey dememesi garip gelmişti. "seninle konuşmadım, sen de hiç çabalamadın." sinirle devam ettiğimde kendime yediremiyordum cümlelerini. "beni haksız görebilirsin ama bu şekilde, asla."
arkasına yaslandığında derin bir nefes aldı ve eliyle alnını ovuşturdu. "özür dilerim," dedi. "beni aradığında hiçbir şey diyemedim, çok şaşırdım sadece."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mirror, hyunlix
Fanfictionhwang hyunjin, avustralya'nın en iyi futbol takımına transfer edilir. 5 nisan 2024