chapter eighteen

257 37 17
                                    

bugün çekimim vardı.

dün olanlardan sonra böyle bir programın zorunlu olacağını düşünmemiştim ama iki gün sonraya yetişmesi için kesinlikle çekimin yapılması gerekiyordu. iki gün gibi kısa bir sürede her şeyin halledilmesi gerektiğini için kesinlikle benim de orada olmam gerekiyordu.

başım o kadar ağrıyordu ki, düşünmekten uyuyamamıştım.

ama güneş doğduğunda aklımda tek bir düşünce vardı, hyunjin'le dahasını istiyordum.

dudaklarını istiyordum, onu istiyordum, enerjisini istiyordum.

ama hep böyle olurdu, her zaman içimde kalırdı çünkü babam beni mutsuz etmenin bir yolunu çoktan bulmuş olurdu. bir adım önüme geçer ve beni kapı dışarı ederdi. yirmi beş yaşındaki bir birey için elimin kolumun bağlı olması o kadar sinir bozucuydu ki, kendimi öldürmek istiyordum.

sonunda hoca ve oyuncular tek tek sahaya geldiğinde ayaklandım. sadece hyunjin değil, hiç kimseyle konuşmak istemiyordum. tüm duygularım, sosyalliğim kara deliğe çekilmişti. "hoş geldin." dedi hoca. kafamı hafifçe sallayarak selamını aldığımda derin bir nefes aldım. hepsi sularını ve hırkasını bırakırken hyunjin'e bakındım.

hyunjin'le gözlerimiz buluştuğunda karnım ağrıdı. ifadesini bozmadan koşar adımlarla sahaya çıktığında boğazımı temizledim ve odaklanmaya çalıştım. "jeongin gelecek beş dakikaya. özellikle onu çekeceksin, değil mi?" dedi hoca yanımda.

"evet." kocaman gülümsedim. sakatlığında hepimiz zor adapte olmuştuk. takımın diğer neşesi ve en küçüğü olarak yokluğu hissediliyordu.

jeongin sabırsız bir şekilde koşa koşa geldiğinde ağzı kulaklarındaydı. beni gördüğünde mümkünmüş gibi daha çok güldü. "özlettin kendini!" diye atladım hemen. sarıldığımızda onun da özlediğini biliyordum.

"ben de sizi özledim!"

"yavaş yavaş gideceğiz," dedi hoca yanımızda. ayrılmak zorunda kaldığımızda ilgiyle ona döndü. "zor bir dönem atlattın."

"haklısınız, sabırsız olmayacağıma emin olabilirsiniz." kendinden emin bir şekilde karşımda durduğunda gülümsedim. hareketleri tam tersini söylüyordu, yerinde duramıyordu ama kimse onu bozmadı.

"hasret gidermeniz için birkaç dakika zaman veriyorum size," dedi bağırarak. jeongin'e döndü. "sen yokken takımıza hwang hyunjin geldi, biliyorsundur. iyi bir dinamik yakalayacaksınız."

jeongin'in gözleri pırıl pırıldı. hızlı hızlı kafasını salladı. onun yanına doğru ilerlerken kaşlarımı çattım ve onlara döndüm. jeongin hyunjin'in boynuna atladığında ağzım açık kaldı. ne oluyordu tanrı aşkına? temas sevmeyen adamın boynuna mı atlamıştı o?

ve hyunjin ciddi anlamda sarılıyordu ona.

hepimiz şok içinde onlara bakarken boğazım kurudu. birbirlerini tanıyorlar mıydı? hoca aklımı okumuş gibi bana döndü. "aynı takımda mı oynadılar?" diye mırıldandı.

"öyle bir bilgi yok," dedim robot gibi. boğazım kurumuştu. "hyunjin milli takımda da yoktu..."

hâlâ anlamıyordum.

sonunda birbirlerinden ayrıldıklarında hızlı hızlı konuşmaya başladı ikisi de. kanım kaynadı. neden o kadar uzaktalardı sanki? hiçbir şey duyamıyordum.

diğerleri de yavaş yavaş başlarına üşüştüğünde birer kare çektim. o kadar gerilmiştim ki kamera açısını ayarlamak ilk defa bu kadar zordu. kalabalık oluştuğunda hyunjin çemberden çıktı. suratında ufak bir tebessüm vardı, bu da onun da bir insan olduğunu hatırlatmıştı bana. başkalarına da gülümsüyordu. özel falan değildim, öyle olduğumu düşünmem bile saçmaydı sonuçta.

mirror, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin