chapter nine

267 38 2
                                    

bang chan hâlâ doğru düzgün bir mesaj atmamıştı.

fotoğrafı gördüğünü biliyordum, buna rağmen ne aramış ne de sormuştu. yani hwang hyunjin yanılmıştı, bizim birbirimizi kıskanacak derecede bir ilişkimiz yoktu. bu benim için de yeni haberdi ama sinirlerimi iyice altüst etmişti.

en azından herkes fotoğrafı çok sevmişti. iki gün geçmesine rağmen herkes konuşuyor ve deli gibi etkileşim veriyordu. twitterda adımız gündem bile olmuştu, hatta bazıları çok yakıştığımızı yazıp durmuştu. düşüncesi bile içimi çekiyordu.

bu etkileşime en çok babam bayılmıştı. hayatımda ilk kez benden bu kadar memnundu. o gün fotoğraf çekildekten sonra hyunjin'i bizzat aramış ve işinin uzadığını söylemişti. bizim samimi olmadığımızı bildiği için işinin uzayacağını anlar anlamaz aradığını söylemişti, gerçi bundan bayağı bir pişmandı. fotoğrafı gördükten sonra bizi iyice yakınlaştırma derdine düşmüştü.

"hoş geldin hwang hyunjin'in best'i." dedi jisung gülerek. fotoğrafı attıktan sonra evden çıkmamıştım, bugün ise mecburen stada gelmiştim. eh, işleri ele aldıktan sonra ortadan kaybolmamla ellerine büyük malzeme vermiş olmuştum.

"çok komiksin," göz devirirken güneş gözlüğümü kafama takıyordum. "bu kadar eğlenmene inanamıyorum." beni özelden taciz ediyordu fotoğrafla ilgili. "tamamen stratejik bir hamleydi."

iyice sırıttığında, "tabi tabi," dedi. "aşık olmuşsunuz birbirinize." şok içinde kalakaldım, abartmaya bayılıyordu. "size edit yapmışlar görmedin mi?"

"of jisung!" kahve henüz sıcak olduğu için küçük bir yudum alıp yürümeye devam ettim. "sen bari yapma."

kıkırdadığını duydum ama ses çıkartmadım. "gel gel, herkes soyunma odasında." adımlarım duraksadığında ona döndüm.

"ee, ne yapmam gerekiyor?"

dudaklarını büzdü. "bize selam vermeden mi işe başlayacaksın cidden?"

gülmeden edemedim. "tam bir baş belasısın," diye mırıldandım yanına gittiğimde.

"bu kahve neli?" gözlerini kıstı. "bana neden almadın?

"neli ne demek geri zekalı, dondurma mı bu?" sitem dolu sesim eğlendiğimi belli ediyordu. onu zorbalamak keyif aldığım nadir şeylerdendi. "ayrıca bugünlerde seni pek sevmiyorum."

"iki gündür falan di mi?" diye sordu pişkince. ben cevap veremeden soyunma odasına geldik. bir adım geride durduğunda homurdanarak kapıyı açtım.

ben kapıyı açar açmaz ufak bir patlama sesi meydana geldi. irkilerek kahvemi sıktığımda kahve elimi yaktı. sızı tüm elimi kaplarken acıyla inledim. sesim sesler arasında kaybolduğunda kafamı kaldırdım ve kafamda pastayla dikilen emre'ye baktım. sağ tarafımda da elinde patlamış konfetiyle duran louis vardı.

sinirden gülmeye başladığımda etrafımdaki koca adamlara inanamıyordum. hepsi bana bakmayı sürdürüyor ve pastayı üflememi bekliyordu. derin bir nefes aldım ve gerçekten gülümsedim. pastanın üzerinde yeni iş yine slay yazıyordu... nereden öğrendikleri hakkında hiçbir fikrim yoktu ama sorgulamadım. gözlerimi kapatıp bir dilek tuttum ve iki mumu da üfledim.

koca bir alkış koptuğunda "şaka mı yapıyorsunuz?" dedim hâlâ inanamayarak. arkamı dönüp jisung'a baktığımda omuz silkti. kıkırdadım ve elimdeki kahveyi kenara koydum.

mirror, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin