chapter four

307 32 2
                                    

yarın büyük gündü.

takım ister istemez stresliydi tabii ama herkes bir o kadar da keyifliydi.

benim onlar kadar keyifli olduğum söylenemezdi. twitter'da yine gündem olmuştum, insanlar hangi formayı giyeceğimi ya da ne tarafta duracağıma dair teoriler sunuyor ve benimle dalga geçiyordu. bu saçmalıktı, beni tanımıyorlarmış gibiydi. her maçta kendi formamızı giymiyormuşum gibi davranıyorlardı.

alnımı sıvazladığımda iştahım kesilmişti. önümdeki yemeği yemek artık çok zordu. "felix," dedi jisung. "yine twitterda mısın?"

"insan gündemlerde kendi adını görünce bakmadan gerçekten duramıyor jisung, biliyorsun."

"zor olduğunu biliyorum," diye mırıldandı. takımla akşam yemeğindeydik. aslında masada benim yerim yoktu ama sabah çekim yaptığım için tüm gün onlarlaydım. eh, o yüzden akşam yemeğine denk gelmiştim. ayrıca bir hafta stadın yanından bile geçmediğim zaman onları özlüyordum ve o anların birindeydim.

"senin de içinde şüphe yok değil mi?" diye sordum. yüreğim ağzımda atıyordu. jisung da öyle düşünürse ben kime neyi açıklardım?

"hayır tabii ki," kaşlarını çattı. sanki bu soruyu sorduğum için çok aptalmışım gibi bakıyordu... "sana bundan başka renk yakışmaz zaten." dedi formasını göstererek. gülmeden edemedim. tanıdığım en iyi insanlardan biriydi ve bu kişi benim en yakın arkadaşımdı. "sen bu takımın kameramanı olabilirsin ama aynı zamanda birçok şeyisin. sadece soyadın bile bunu anlamak için yeterli. bırak, kim ne düşünürse düşünsün."

"sen de öylesin," elimde olmadan duygusallaşmıştım. "herkes seni sahiplendi, ben de dahil."

dişlerini göstererek güldü. "benim de yuvam oldu." bir yandan yemeye devam ettiğinde derin bir nefes alarak güldüm. diğerlerine kulak verdiğinde birkaç dakika daha bekleyip ayağa kalktım ve sessizce bahçeye çıktım.

çok daralmıştım ama bugün eve de gitmek istemiyordum. twitterdakilerden çok daha zordu evdeki babam. beni herkesten daha çok zorbalayacaktı. bang chan'la da bugün konuşmamıştık ve muhtemelen yarın da konuşmayacaktık. bunların başımıza geleceğini bildiğimiz için her şeyi başından konuşmuştuk ve en mantıklı fikir derbi günlerinde ve ondan önceki gün konuşmamak olmuştu çünkü ona takımın her şeyden önemli olduğunu, kimseyi takım için karşıma almayacağımı belirtmiştim.

o da beni anlayışla karşılamıştı çünkü aynı fikirdeydik.

ama bana yansıdığı kadar ona yansımıyordu bazı şeyler. bunu tabii ki de istemiyordum ama ister istemez kuruluyordum çünkü bunu ben de hak etmiyordum.

o topçuydu, gol attığında tanrı ilan ediliyordu. taraftarlar için benim bir faydam yoktu, olsa da asla konuşulmazdı. bu yüzden hep benim üstüme oynanıyordu.

mesela son okuduğum tweette, paşam yarın takımı sikmeyecekmiş gibi akşam hırsını alamayıp manitasını fena sikebilir, yazıyordu.

bu iğrençti amına koyayım.

rüzgârlı hava içime işledi. yanaklarımın kızardığına emin olduğumda kollarımı göğsümde birleştirdim. "insanlar umursamaz," dedi artık aşinası olduğum ses. kafamı yavaşça ona çevirdiğimde dudaklarındaki sigarayı yakmaya çalıştığını gördüm. kaşlarımı kaldırarak ona baktım. o ise sigarasından derin bir nefes alıp havaya üflemişti. bana bakmadan konuştuğunda gözlerimi karşımızdaki denize çevirdim. "insanlar için önemli olan sondur, hatırladıkları tek şey bıraktığın son olur. kazanırsak senin adın geçmez, kaybedersek yine seni bulur." ona döndüğümde beni incelediğini gördüm. "gol atacağım felix, merak etme."

ister istemez güldüm. "sen de onlarla aynı imâyı yapmadın mı sanki?" dedim açıklamasının hiçbir faydası olmadığını belirtmek için.

"bilmem." omuz silkti ama başka hiçbir şey demedi. gitmediği için de sigara içişini izledim.

"bu sorun teşkil etmiyor mu senin için?"

ne demek istediğimi hemen anladı. alayla güldüğünde bana inatmış gibi daha çok içine çekti sigarayı. "bağımlı değilim, başım ağrıdığı zamanlar içiyorum." açıklama yapmasını beklemediğim için bir süre kalakaldım. konuşulması çok da zor biri değildi demek ki.

"kendini şartlarsan psikolojik olarak hep başın ağrır."

"o yüzden bağımlı değilim diyorum." gözünü gökyüzünden ayırmıyordu. "çok kötü olduğumda içiyorum."

"içerisi mi sıktı?" damağını şaklattığında kafasını sağa sola sallıyordu.

"beklentiler... aşılması hep çok zor."

iç çektim. demek istediklerini o kadar iyi anlıyordum ki, ister istemez kanım kaynadı. "o yüzden aşmamaya çalışmalıyız bence."

güldü. samimi bir şekilde güldüğünü anladığımda ayağının ucundaki taşla oynuyordu. "yoksa kendine bulduğun bahane bu mu?" sesindeki alayı hissettim.

"hayır," kaşlarımı çattım. "ben ciddiyim, beklentileri zor yapan şey benim o kişi olmamam. beni hiçbir zaman yansıtmayacak, bu yüzden aşmaya çalışmayacağım."

omuz silkti. "katılmıyorum." dediğinde kafasını kaldırıp bana baktı. boy farkımız o kadar barizdi ki, kendimi bir an minicik sandım. "beklentiler, iyi kullanabildiğinde seni başarıya götürebilir."

göz devirdim. "bana karşı çıkmaya ne meraklısın öyle, ben de tam bir fikirde anlaşacağız sanmıştım!" dediğimde gülüyordum. hafiften üşümeye başlamıştım.

"belki de karma yaşıyorsundur," benim aksime oldukça ciddiydi. "ön yargıların peşinden geliyor, farkında değilsin."

dudaklarımı yaladım. yüzündeki sinsi ifade tanıdıktı. bana kendini gösteriyordu, açıkca masum olduğunu söylüyordu. ona yaptığım şeyin ön yargı olduğunu mu sanıyordu? "yanılıyorsun," dedim. atmosfer bir anda değişti, o gıcık ifadesini aynı şekilde taşıyordum. "bir gol attın diye fikrimin değiştiğini mi düşünüyorsun? bana göre hâlâ mantıksız bir hamlesin ve bu takıma asla uyum sağlayamacaksın." gözlerini kıstı. "kabul et, bu takımın ruhuna ve büyüklüğüne uygun değilsin."

birkaç saniye sessizce gözlerime bakmış ve öylece kalmıştı. ne ben gözlerimi ondan almıştım ne de o benden. bir tepki bekledim, daha sert bir adım ama istediğimi vermedi. uzun bir nefes daha aldı sigarasından. kafasını yavaşça sakin denize çevirdi. rüzgârdan saçları savruluyordu. "içeri geç." dedi sert bir sesle. "daha fazla üşüme."

bu siktir olup git demekti sanırım.

sırıttım ama bir şey demedim, dediğini yaparak içeri geçtim. ses bir anda çoğaldığında takıma baktım bir de dışarıdaki adama. evet, uzun boyu ve yapılı vücuduyla takıma uygun olabilirdi ama bu ruhu yakalamayacağı bir gerçekti.

karmaymış, siktiğimin karması.

ben kimsenin, özellikle tanımadığım insanların annesine sövmüyordum.

"gelsene," dedi jisung. "zaten bir şey yemedin, tatlı ye."

gülmeye çalıştım, sinirimi yansıtıp onu da bozmaya gerek yoktu. yerime geçtiğimde gözlerim dışarıya kaydı.

hwang hyunjin izini kaybettirmişti.

geleceğini sandım ama kimse o gece onu bir daha görmedi.


22 şubat 2024

mirror, hyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin