-1-

14.5K 619 658
                                    


Günümün yaklaşık on saatini geçirdiğim yerin zemininden kalktım ve burnumdaki kanı elimin tersiyle sildikten sonra ayaklandığım gibi rakibimin ensesinden iki elimle kavrayıp-kollarımdan destek alarak- kendime çektim ve dizimle burnuna vurdum. Bana karşı koymaya çalışırken sanki o yokmuş gibi, sesini duymuyormuşum gibi, kırılan kemiğinin sesi kulağımda çınlamıyormuş gibi dizimi geçirmeye devam ettim. 

Orta hakemin yanımıza koşup bizi ayırmasıyla birlikte maçın bittiğini belli eden çan çalmıştı. Ağzımdaki ağızlığı köşeye tükürüp dizlerinin üstünde, az önce yanına gelen koçunun desteği ile ayaklanan rakibimin yanına ilerleyip elimi uzattım vurması adına. Bana hafifçe bakıp elime vurduktan sonra hızla ayaklanıp çıkmışlardı. 

'Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim.' 

Her şey ülkemi temsil etmek içindi. Verdiğim saatler, yüzümü boyayan kırmızı kanım ve kendimden kısıp çalıştığım günler. Hepsi kendimi Dünya şampiyonasında, al bayrağımla birlikte birinci kademede görmek içindi. Elimde sayamayacağım kadar çok kupa, sayamayacağım kadar fazla madalya vardı. Aralarında stresten geberdiğim, belki de Dünya Şampiyonalarına en yakın gördüğüm Avrupa şampiyonluğum da vardı lakin hiçbirinin önemi yoktu çünkü hedefim hiçbir zaman basit olmamıştı. Tıpkı benim basit biri olmadığım gibi.

Çevremdeki insanlarla iyi anlaşamazdım. Tabii ki anlaştığım arkadaşlarım, dostum dediğim kişiler vardı lakin ailesi ile bile arası olmayan biri için ne denli güvenilirdi, tartışılırdı. 

Maçın bitişiyle birlikte hızla koçuma doğru koştuğumda, kendisi de bana koşuyordu. Ringin halatlarını geçmeden birleştiğimizde kafamı tutup hızla saçlarımın üstünü sert bir şekilde öptü ve omuzlarımı sıkıca sıkarak bana tebrik cümlelerini ardı ardına sıraladı. Her zaman, her maçtan sonra böyle yapar; maçlar bittikten sonraki antrenmanlarda beni kendimden iki kat cüsseli insanlarla karşı karşıya getirip dayak yememi sağlardı. Gururlu olduğumu da bilirdi, yediğim dayağın yerde kalmayacağını da bilirdi. Her zaman ardımdaydı bu yaşlı kurt vesselam. 

34 yaşındaydı ve eski Dünya şampiyonuydu. Murat Fethi Alagündüz. Ailemden çok onun yüzünü görüyor, onu kendi ailem olarak görüyordum çünkü aile olmak için kan bağına gerek yoktu ve bu adam, ben ne zaman düşsem bana bir tekme de kendisi atmıştı. Şaka bir yana, Murat abi her daim yanımda olmuş ve geçirdiğim sancılı günleri atlatmamdaki en büyük desteğim olmuştu.

Bir ailem vardı evet ancak bence hiçbir zaman bir aile olamamıştık. Bunun nedeni neydi bilmiyorum, belki anne ve babamın durmadan kendi aralarında tartışmaları belki de abimin hiçbirini siklemeyip yurt dışına çıkmasıydı. Abimle de hiçbir zaman ahım şahım bir bağımız olmamıştı evde bile günaydına günaydın hatta bazen günaydınımız bile yoktu. Ergenlik dönemlerinde benden utandığına da şahitlik ettiğim anlar olmuştu. Şimdi kendisi kavga gürültüden kurtulmuş bir şekilde Almanya'nın nezih bir semtinde oturuyor, arkasında bıraktığı yıkımdan haberdar bir şekilde yaşamının keyfini sürüyordu.

Arada aklına gelmiyor değildim, geliyordum ancak aklına gelmeye başlamam muhtemelen benden utanmayı bırakmasıyla yani adımı çok bilinen bir gazetenin ilk manşetinde görmesiyle başlamıştı. 

'İrem Sevinç Avrupa şampiyonluğunu, eski Dünya şampiyonu olan koçuyla birlikte paylaştığı gönderide şu cümleyle kutladı. 'Boynuz kulağa geçti üstadım, zaman benim zamanım!'

Haberden sonra beni sık sık aramaya başlamış ve gerçekten pişmanlıklarını dile getirmişti. Bana yalnız başına aile olmak istediğini de eklemişti. Biliyordum, samimiydi çünkü abim hiçbir zaman yalan söyleyebilen bir adam olmamıştı. Bir şeyde samimiyse söyler, değilse susmayı tercih ederdi. Almanya'ya giderken beni de götürmesi adına yalvardığım zaman yalnızca susmuştu. 

MAZHAROĞULLARIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin