Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Uzun bir aranın ardından bir de bu kısmı uzatmak istemiyorum. Keyifli okumalar diliyorum...
Kieran
"Teşekkür ederim, General." Laira iltifatım üzerine metalik renkteki gözlerini benimkilere çevirdi. Bir çift cıva damlası gibiydiler, içinize akmayı planlayan ve de bir çift dövülmüş demir gibiydiler, içinizi deşmeyi bekleyen.
Ardından gözleri arkama ve yeniden aşağıda gördüğü toplanan kalabalığa kaydı. Önce Cassian'ı aramış olmalıydı, onu Sagitta'nın yanına gitmesi için yollamıştım. Bu kadar gösteri yeterliydi. Sonrasındaysa benim de gözlerimden kaçmayan Thane'e.
Elimdeki eskimiş kitabı sıkıca tutarken bir yandan da bacağıma bastırdığımı fark ettim. Tekrar bana bakıp öne doğru bir hamle yapacakken Thane'in yanına gideceğini anladım. "Yanımda kal." dedim. İki basit kelime bir araya geldiğinde ne kadar da zor çıkıyordu dudakların arasından. Ve ne kadar da bir emre benziyordu, belki de öyleydi.
"Emredersiniz General..." dediğinde kaşları çatılmıştı. Baş parmağımı aralarına bastırıp onları düzeltmek geçti aklımdan, gülümsedim. Bunun üzerine kaşları sanki daha da çatıldı. "Ne var?"
"Yok bir şey leydim..." dedim kolumu girmesi için ona uzatarak. "Gelin, halktan uzak ama kraliyet ailesini de görebileceğimiz bir yere geçelim."
Laira "Pekâlâ." derken Thane kuşandığı haki rengi takımın içinde kollarını göğsünde bağlamış bize bakıyordu. Sırtımızı ona döndük ve Laira'yı küçük bir salondaki küçük bir balkona çıkardım.
Askeri üniformamın üstüne giydiğim kaşe kaban sayesinde soğuktan korunuyordum. Laira'nınsa üzerine koridordan geçen görevlilerden birinin taşıdığı kalın yün şallardan birini almıştık. Şimdi daha da aşağıda kalan kalabalığa bakarken düşünceli görünüyordu.
Sarayın dışı kırık beyaz renk mermerlerden oluşuyordu genel anlamda. Yer yer ahşap korkuluklar ve camgöbeğine boyalı cumbalar, balkonların tavanlarına işlenmiş etnik desenler vardı. Yapının estetiği, her seferinde nefesimi tutmama sebep oluyordu. Ve içimden üçe kadar sayıyordum. Kanlı savaş meydanında kullanılmadan yatan parlak bir kılıcı anımsatıyordu.
Dirseklerimi korkuluklara dayayıp Laira'ya baktım. Alt dudağı, korkuluklara dayalı ellerinin olduğu gibi aşağı doğru sarkmıştı. "Senin askerlerinin başında olman gerekmiyor mu?" dedi beklemediğim bir anda.
"Aloysius bu görevi üstlendi..." Tek kaşını kaldırarak buna inanmıyormuş gibi baktı bana. "Tamam... Yakaladın. Üstlenmek zorunda bırakıldı diyelim. Bugün kutlamalardaki tek boş günüm; sonrasında hep görevimin başında, birliğimin yanında olacağım."
"Herkes doyasıya eğlenecekken ne de hüzünlü."
Bahçeden gelen alkış sesleriyle ikimiz de büyük balkona döndük. İki muhafız balkon kapısının iki ucunda dururken diğer iki muhafız da balkonun öndeki köşelerinde ellerinde tüfekleri ve yüzlerine yerleşik hissiz bir ifadeyle dikiliyordu. Prens Arcum ve Prenses Sagitta el ele balkona çıkarken arkalarından da Kral Archer ve Kraliçe Arela geliyordu. Dördü de mavinin farklı tonlarını giyinmişti. Mutlu, güçlü, birbirine bağlı ve sevgi dolu bir aile tablosu duruyordu işte halkın karşısında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk ve Ölümün Hançeri (+18)
Fantastik▪︎Aşk ve Ölümün Hançeri▪︎ WattpadFantasyTR Aşk Ateşiyle Kavrulan Fantastikler okuma listesinde! Etimizi keserseniz bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız gülmez miyiz? Zehirlerseniz ölmez miyiz? Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mı...