Evden çıktığımızda herkeste bir "şey" korkusu oluştu. Şey işte... Bilirsiniz pek küfür etmem ama göt korkusu işte. Ben ve Tuğçe ara sıra birbirimize bakıyorduk, sanki Ayaz hakkında bir şeyler düşünüyorduk ama bunun böyle olduğundan emin değilim. Tam olarak ne düşündüğümü bilmiyorum.
Ayaz ise bize nazaran hiçbir şeyi üzerine alınmamıştı. Sanki babam ona laf atıp durmamıştı da iltifatlara boğmuştu. Erkeklerdeki bu gamsızlık ne olacak, bilmiyordum. Pekâlâ, bizim her şeyi yanlış anlamış olmamız ve Ayaz'ın benden hoşlanmaması da ihtimaller arasında tabii.
"Duygularını çok güzel saklıyorsun," dedi Tuğçe, Ayaz'a hafifçe omuz atarak.
Tuğçe'den beklenmedik atak. Buna ben de şaşırmıştım, Ayaz gibi. Ayaz, kaşlarını çatıp ona baktığında afallamışa benziyordu. "Ne gibi?"
"Neden kızdın ki?"
"Ne kızması? Kızmadım." Bu cevabı verirken sesi belirsizce titremişti.
"Tamam, tamam." Ayaz bir şey söylemese de Tuğçe onun koluna girdi. "Tamam kızma benim Süryani şarabım..."
"Kızmıyorum Tuğçe."
Ben ise onları uzaktan izliyordum. Konuşursam Ayaz'ı utandıracağımı düşündüğüm için tek kelime etmiyordum. Belki de kendi kendime gelin güvey oluyordum. Minibüse bindiğimizde etraf tuhaf biçimde sakindi. Sanki bugün yılbaşı değil de sıradan bir gündü. Sanırım insalarda özel günleri kutlama hevesi kalmamıştı. Ayakta kalan kişi sayısı çok az, trafik biraz var, esnaflardaki bilmem kaç aydır camlarda kalacak olan yeni yıl yazıları eskisi gibi ışıltılı görünmüyor. Nerede o eski yılbaşı heyecanı arkadaşlar?
Her neyse, eğer dramayı bırakırsak, bu sakinlik mis gibiydi. Nereye gideceğimizi söylememe gerek yok diye düşünüyorum. Tahminleri alayım? Evet, Ahududu.
Nasıl olduğunu anlamadan otobüs durmuştu. Tuğçe ile konuşmamızdan kaynaklı olabilir. Otobüs, demişken... Alperen ile uzun zamandır konuşmuyorduk. Belki bir hafta belki daha fazla, emin değilim. Daha az da olabilir, artık günleri saymıyordum. Açıkçası artık pek konuşma heveslisi değildim. Kötü biri sayılır mıyım?
Kafeye geldiğimizde Emir ve Feyza yerlerini almıştı. Feyza yine bir şeyleri tiye alıyordu. Bunu Emir'in kırmızı suratından anlamıştım. Ha bir de masaya koyduğu başından.
Bu kez içerideydik, dışarının aksine sıcacıktı. Selam verip oturduğumuzda camın yansımasından gözüme biri çarptı. Yanlış gördüğümü sandım.
"Ne oldu?" dedi Emir.
"Bir şey yok." Gerildim.
"Emin misin?" diye sordu Feyza. "Şey gibi bakıyorsun..."
"Ne gibi?"
"Sevgilini odana atmışsın da babanın ayak seslerini duymuşsun gibi." Gülmedi ama imalı bir bakış attı.
"Sevgilisi kim?" dedi Ayaz.
"Sen olmak ister misiniz?"
FEYYAZ!
"Biz kimiz?" Ayaz'ın suratında hafif gülen ama belli etmemeye çalışan çelişkili bir ifade belirdi.
"Git namaz kıl Feyyaz, akşam ezanı okunmuştur." Ah, Emir, benim hamsili pilavım...
"Ben hâlâ abdesti ve namazı bozan durumları karıştırıyorum." En azından deniyor.
Bu sırada telefonuma mesaj geldi. Kim olduğuna bakacakken aynı karartının önümden geçtiğini gördüm. Yanımıza geldi. Koyu kahverengi saçı, süt rengindeki teni, kusursuz cildiyle meydan okumaya gelmiş gibi hazırlanmıştı. Ela yanımızdaydı.
Mesaja bakmadım ama bildirim çubuğundan okumuştum. İçimde işlerin sarpa saracağına dair bir his vardı.
Otobüs: Saat tam on ikide sana çok önemli bir şey söyleyeceğim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EROS SUS, OKU AT (Yarı Texting)
HumorSiz: Ben sormadan bana hesap verdin. Siz: Bana aşıksın diyebilir miyiz? Otobüs: Seni sevdim aslında. Otobüs: Ama bacım olarak diyebilir miyiz? Siz: Bacı mı? Siz: Hayatımda duyduğum en ağır küfürdü biliyor musun? Mesajı yazıp kitabımı kucağıma yerleş...