60

204 21 18
                                    

Babam, koltuğun üstünde tüm hiddetiyle bana ve küçük tatil çantama bakıyordu. Annem ise babamın daha fazla yükselmemesi için bana kızamıyordu. Nenem mi? Beni desteklemesi için onca dil dökmüştüm. Konu, benim Ankara'ya gitmek istememdi.

Kızmayın.

"Sen o parayı nasıl topladın?" diye sordu bana.

Şaibeli bakışlarım suratında gezindi. Akla gelecek ilk üç sorudan biriydi ve benim buna verebileceğim mantıklı bir yanıtım yoktu.

"Ben verdim," dedi anneannem.

Suratımın ışıldadığını zannettim. İhtiyacım olan tek şey buydu. Beklentiyle onlara baktım.

"Neden bize haber vermedin kızım?"

Annemin sorusuyla ona odaklandım. "İzin vermeyeceğinizi düşündüm."

Konuşmadılar. Madem öyle düşündün neden gidiyorsun, der gibi bakıyorlardı. Ben ise yaptığımın büyük bir tehlike olduğunu biliyordum. Kim hiç görmediği birinin sözüyle Ankara'ya gider ki, şüpheli en yakını olsa bile?

"Kızın üzerine gelmeyin artık," dedi nenem. "Karışmayayım diyorum ama torunumun üzerine çok geliyorsunuz. Bu ailenin büyüğü olarak ben izin verdim. İşte bu kadar."

Babamın hiddeti neneme kaydı fakat yine konuşmadı. Dışarı çıkmasının yaklaşık iki dakika ardından annem de peşinden gitti. Arabanın marş sesini işitebiliyordum. Beni bekliyorlardı. Nenemle yalnız kalmış kalmıştık.

"Teşekkür ederin anneanne," dedim utangaç bir sesle.

Gözlüklerinin arkasından beni aşağıya doğru süzdü ve sarıldı. "O çocuğa sakın güvenme. Seni ailene karşı savunarak büyük bir kumar oynadığımın farkındasındır umarım. Bir şey olduğunda veyaz olacağını sezdiğinde derhal bize haber ver. Dikkatli ol."

Ruhen sessizleştim. İçimde rahatsız edici bir duygu hakim oldu. Nenemin söylediklerine yalnızca başımı sallamakla yetindim. Çantamı alıp annem ve babamın yanına, arabaya gittim. Ortam fazlasıyla sakindi ve bu beni geriyordu. Hani susulmasa fırtınalar esilecek o nadide anlar var ya, öyle bir andı. En azından ben öyle görüyordum. 

Çok kısa bir sürede okula varmıştık. Babam bana olan öfkesini arabasından çıkarıyordu, bunu anlayabilmiştim. Arabadan ineceğim esnada annemin sesini işittim. "Dikkat et Büşra, Ayaz'ın yanından ayrılma."

Korkuyorsa Ayaz benim yanımdan ayrılmayabilir.

Akabinde babamın ihtarına kulak verdim: "En ufak bir şeyde bize haber veriyorsun. Seni ara ara kontrol edeceğim, telefonun elinde olsun."

"Tamam," dedim her ikisine de. Eh, en azından beni seviyorlardı. Kötü ayrılmadığımıza bir nebze sevinmiştim.

Dışarıya çıktığımda okul bahçesinin içindeki küçük otobüse yakından baktım. Birkaç öğretmen ve birkaç öğrenci, otobüsün başında bekliyordu. Gerisi, otuza yakın öğrenci, aracın içindeydi. Söylemeyi unutmuş olabilirim, saat sabah sekizdi ve soğuk fazlasıyla keskindi. Ankara'yı düşünemiyordum.

S'nin bana nasıl ulaşabileceğini de bilmiyordum çünkü engelini hâlâ kaldırmamıştım. Derken valizimin üzerinde öncekine benzer bir kağıt fark ettim. Merakla etrafıma bakındım ancak bana yakın kimse yoktu. Arkam dönükken koymuş olmalıydı. Evet, bana çok yakındı.

"Koltuk numaranın 4 olduğunu duydum. Önündeki koltuğun file kısmına senin için bir şeyler bıraktım. Bana kızdığının farkındayım, yakında her şey bitecek. Ve evet, geleceğini biliyordum."

Çantamı da alıp ağır adımlarla aracın içine girdim. Beni izliyor olabilirdi, meraklı olduğumu belli etmemeliydim. Evet Büşra meraklı değilsin evet, çantana bak Büşra evet. İçeri girer girmez Ayaz'ı görmüştüm. Benimle göz göze geldi ve elinde birini açmak üzere olduğu iki kağıt vardı.

Hızla ona yönelip elindekileri kaptım. "Günaydın."

Kaşları çatıldı. "Günaydın."

Çantamı yukarıdaki bölmeye fırlatıp yerime, cam kenarına geçtim. Ayaz ile yan yanaydık. İlk kağıdı açtığımda kendimi gördüm. Pembe simli kalemle çizilmiş harika bir portreydi. Tüm kusurlarıyla. Öhm. Neyse. 

İkinci kağıtta da bir başka not vardı: "Ankara'ya vardığımızda otel odasının girişinde seni bekleyeceğim matmazel."

Otele eşyalarımızı bıraktıktan sonra gezimize başlayacaktık. Bu aradan bahsediyor olamalıydı. Bundan sonrası için yapacağım tek şey uyumaktı. Çünkü tokadı basacağım beyefendiyi görmek için daha fazla beklemek istemiyordum. 

Ara sıra uyanıp Ayaz'a laf attığımı hatırlıyordum. Henüz İstanbul'dan çıkamamıştık. Sonrasında adını bilmediğim ilçeleri gördüm. Bir tesite durup yarım saat ihtiyaç molası verdik. Çok açtım, S'nin yalanlarını bile yerdim.

Yola yeniden çıktığımız zaman uyku için doğru pozisyonu bulmak adına Ayaz'a yanlışlıkla dirsek attığımı anımsıyorum. Ben deli yatarım arkadaşlar. Daha önce bunun tam aksini söylemişsem yalan söylemişimdir teşekkürler. 

Annem ve babam... iki saatte bir arıyorlardı.

En sonunda orta halli bir otelin önünde durduk. Yani durmuştuk. Kolumu itekleyen kişiye baktım, Ayaz'dı. Güya beni uyandırmaya çalıyordu.

"Ne vuruyorsun bana?" diye kızdım.

"Uyansana kızım."

"Sana mı soracağım?"

Etrafa bakındı, herkes gitmişti. "Yani. Sorabileceğin pek kimse yok gibi."

Cevap vermedim ve bana uzattığı çantamı aldım. Hissediyordum, son dakikalar.. Belki daha az. Bana ve iki kıza daha verilen otel odasına girdiğimiz an ilk işim elimi yüzümü yıkamak oldu. Vaktin geçmesi için kendimi oyalıyordum. Başarmaya yakındım, veyahut sille atmaya.

Saçımı düzelttim, giysilerimi kontrol ettim ve kendimi her şeye hazırladım. Herkesten önce giriş kapısına varmam gerekiyordu, aksi halde onu göremeyebilirdim. Asansöre bindim, aceleci görünmemeye özen gösteren aceleci adımlarımla aşağıya ulaştım. Kimseyi göremedim.

Ellerimi montumun cebine sıkıştırıp dışarı çıktım. Biri vardı. Zaten etrafta bir kişi vardı. Bu, oydu.

O da ellerini cebine sokmuştu. Beni görmeden önce başı aşağıya düşmüş, yeri izliyordu. Omuzları dikti, kararlı görünüyordu. Beni fark ettiğinde yüzü yavaşça yukarı kalktı. Gözlerindeki heyecan ve merak tüm bedenimi sardı. Ben ise ne diyeceğimi bilemiyordum. 

Kahve saçlarına, beyaz tenine, kendinden emin bakışlarına, her şeye hazırlıklı duruşuna ayrı ayrı dikkat edebilecek kadar uzun bir zaman duraksadım. Soğuk hava kulaklarımı kesiyordu. Üşümemek adına açık bıraktığım saçlarım rüzgarlı havada savruluyordu. Tenim, havanın sert olması nedeniyle sanki aniden kurudu. Ama ben sıcak hissediyordum. Bana şuan yarayıp yaramadığını kestiremediğim tuhaf bir sıcaklık.

Sonunda mavi gözleri beklentiyle hareketlendi. Mavi gözler. Evet, Ayaz'ın mavi gözleri. 

EROS SUS, OKU AT (Yarı Texting)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin