"Jim..."
Bahçesindeki ağaçla aynı cinste olan, büyük defne ağacı yapraklarından yanında onunla gelen askerlerden istemişti. Yeşil, parlak, sivri yapraklı olan bir defne dalını toprağın baş kısmına usulca koymuştu.
O bu andan itibaren oraya ait olacaktı. Onun orada yatan Jim'le beraber kurumasını istiyordu.
Gözyaşlarını içine akıtmak zorundaydı. Sarılı koluyla kendini zorlayarak toprağa dokunmaya çalıştı. Bileği acıdı. Sızı parmaklarına kadar devam etti.
"Buradayım."
Sonra da tırnaklarına...
Ailesi istese de yalnız başına gelmeyi seçmişti. Israrcı olmuştu.
Jim, Nexus'ta hiçbir zaman göremeyeceği toprakların altına gömülmüştü.
Okuduğu okula yakın bir yerdeydi. En özel kısmı buydu belki de onun için.
"Duyuyor musun?" Rüzgarın sesi...
Hareket etmeden kendini sıkarak gerindi. İçinden, boğazından gelip etkisi gözlerine kadar çıkan garip bir esnemenin ardından gözünü kamaştırdı. Başını abisinin toprağına, alnı yere değecek şekilde yasladı. "Neden olduğu aşikar, ama nasıl olduğuna bir arpa boyu kadar yakın değilim. Kim olduğuma..."
Dizleri üzerine oturmuş duruyordu. "Ya da tam tersi."
Ellerini kucağına sardı. "Sen yokken de dilsiz tavşanımızla konuşurdum. Hıhıh!" Çok sessiz bir kırkıdamaydı.
Duraksadı. Hemen yanı başında dikilmiş askerler onu izliyordu.
"O şimdilerde yalnızca toprak." Sözleri netti. Onları doğruca Jim'e söylüyordu. Artık bir aldatmaca yoktu. "Şimdilerde de çoktan çürümeye başlamış bir bedenle konuşuyorum."
"Bu hikayenin en kaçığı benimdir belki de ne dersin? Hıhı!"
"Ama..." Ilık bir nefes verdi. Daha sonra aldığı tek nefeste şu cümleyi tane tane tekrar etti. "Sonsuz insan aklı kesinlikle bu evrenden değildir. Akıl, bu evrende sınırlı bedenlerimizin içinde varlığını sürdüren ruhumuz tarafından hapsettiğimiz bir tanrıdır."
"Onca dünyanın, yıldızın, insanın, kitabın, suyun, fikrin, fırtınanın, varlığın arasında doğru gelen tek şey; ölmeden önce bir adamın sarf ettiği şu satırlar biliyor musun."
Toprağı sıktı.
"Özür dilerim Jim." Hıçkırdı.
Bu noktada soğuk havada kabanıyla toprağa sarılmış ve üzeri toprakla kaplanmış Sarah, her şeyiyle ağlamaya başladı. Kollarıyla bir karış yüksekliğindeki toprağı sarmıştı. Yeryüzünden yeteri kadarını kollarına alıp durmak zorunda kaldığı anda parmaklarıyla devam etti ve elinde ufalanana kadar kahverengi kuru toprağı toz haline gelesiye sıktı.
Başta sessiz ancak güçlü başlayan ağlayışı gittikçe yükselmişti. En sonunda acı bir yakarışa gidecekti ki sakinleşmeyi denedi.
Başardı.
Kolları olduğu yere tamamen serbest bir halde düşüyordu.
Şimdi tam anlamıyla yere dayanmıştı. Dik durmaya özen göstermiyordu.
Karnına çektiği dizleri üzerinde bir süre bekledikten sonra yüzü kirlenmesin diye alnıyla destek alarak biraz doğrulmaya çalıştı.
Fakat başı hala feci bir şekilde ağrıyordu. Onun bu süreçte genelde gözü kapalıydı. Artık bir örüntü haline gelen tek hıçkırıklarla kısım kısım ağlıyordu. Gözünü açtığı perdelerin birinde yaşlarının toprağa düşüşünü görmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Döngü (Doğuş ve Sarah)
Science Fiction"Sonsuz insan aklı kesinlikle bu evrene ait değildir. Akıl bu evrende sınırlı bedenlerimiz içinde varlığını sürdüren ve ruhumuz tarafından hapsettiğimiz bir tanrıdır. Ben insanlığı bu tanrıya ulaştırmaya gidiyorum." -Matt Walker- Instagram hesabımda...