Mine'den
İnsan zor durumda kaldığında hafızasını tararmış. Ölüm de bunun en güçlü örneklerinden biri mesela. Hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti derler ya beyin ölüme çare ararmış hatıralarda. Benim şu anki konum ölümlü bir şey değil ama gözümün önüne gelen Samsun'daki evimizin minik çiçekli bahçesi oldu. Annem çiçekler ekerdi oraya hani rengarenk açsınlar diye. Belki de gökyüzünün griliğine yeryüzünde çare bulmuştu kendince. Papatyaları hatırlıyorum özellikle. Beyaz ve mor karışımı... bir sürü açardı. Yerini sevdi, derdi annem. Ama ısrarla diğer çiçekleri de yanında yaşatmaya çalışırdı. Olmuyor diye söylenirdi. Komşunun kasımpatılarına takardı kafayı. Meliha'nın kasımpatılar ne güzel açtı, derdi. Onunkiler o kadar güzel olmuyormuş. Her çiçeğin toprağı, yaşamak için istediği koşullar aynı olmuyor. Anlamadı annem, anlamak istemedi. Bahçesine kasımpatılar dikeceğim diye o güzel papatyaları unuttu. Kasımpatılar uğruna papatyalardan vazgeçti. Papatyalar soldu, kasımpatılar da hiçbir zaman o kadar güzel açmadı...
Kendimi bildim bileli dudaklarım mordu benim. Tenim soluktu. Hasta olarak algılanırdım çoğu zaman. Değildim. Öğrendim ki insan ait olmadığı yerde solarmış. Ya da ait olduğu yerde istenilmediğinde... Ben şunun farkına vardığımda çıktım o topraktan. Toprağa bağlı köklerim yok. Kendi bahçemde papatya olamıyorsam neden kalayım ki? Ya da kasımpatı olduğumda Meliha teyze gibi birinin beni oradan alıp kendi bahçesine dikecek kadar şanslı mıydım? Ya da şans denilebilir miydi buna? Seçim şansım varken neden seçilen olayım ki? Ayaklarım var benim. Gidebilirim, gittim...
Ait olmadığım topraklara onların istediği çiçekleri vermeyi çalışmayı bırakalı çok oldu. Biliyordum. Köklenemezdim. Başkasının topraklarında, başkasının ruhunda, sırf başkası istiyor diye köklenemezdim. İnsan kendi ruhuna kendi topraklarında köklenmelidir, demişti bir arkadaşım. Kendi ruhunda var olmayı başarmalıdır ki mevsimi geldiğinde kendi çiçeklerini açabilsin. Başkasının sevdiğini değil. Kendi sevdiğini... Benim sevdiğimi sevse ya biri, olduğum gibi her halimle... Yanımdaki yarime bakıyorum. Köklerine bakıyorum. Onun bana karışımına benim onda var oluşuma ve bu doğal oluşuma... Karşı koyamıyorum buna. Biz birbirimize sarılmış/karışmış olan iki sarmaşık... Belki birimiz Yasemen diğerimiz Begonvil. Ama birini diğerinden ayırmaya kalksan ikisinin de canı çok acıyacak olan iki sarmaşık...
Kadın beni duymasıyla yönünü bize çevirdi ve üzerimize doğru koşmaya başladı. Yalnız ben de korkmaya başladım bu durumdan. Benim bu şansım varken arkasında zombi sürüsü çıkarsa hiç şaşırmam. Tamam birazcık şaşırabilirim. Düşünsenize onların hepsini buraya ben çekiyorum... Kötü de hissettim şimdi. Hiç seslenmese miydim acaba? Yok sessiz kalamam. Bir de bu teyze çok hızlı koşuyor. Zombi olan buymuş falan. Bizi yemeye geliyor belki. Değilse de bizi zombilerin önüne kemik gibi atar kendi kaçar. O değil de deve var demişlerdi burada. Ya deve geliyorsa peşinden? Deve ile savaşamam abi ben ya off.
Cesaretimi toparlayıp taş duvara çıktım. Az önce gazi olsam da savaş savaştır. Savaştan korkaklar kaçar ve bitmeden çıkamazsın. Elimle yüzüme gelen güneş ışığını gölgeledim. Silahım da 1 tane taş. Bari iki üç tane daha alsaydım. Menzili de 10 metre anca.
-“OHAA!” diye bağırdı Serin. “ARKASINDA BİRİ VAR LAN!” Nerede be? Ulan güneşten göremiyorum. “ÖLDÜRECEKLER KADINII!”
-"NEE? KAÇ KİŞİ SERİN KAÇ KİŞİ GELİYOR?” panikle Serin'e sorumu sorarken elimle güneşi gölgelemeye çalıştım. Kör gibi oldum. İnsem mi buradan?
-“TEYZEEE KOOOŞ!”
-“Ya Mine Serin hayatım bi’ dur. Furkan o.” dedi Lena.
-"Furkan mı?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mine Çiçeği II (G×G)
RomansaVer elini öyle durma hadi gülümse... Homofobikseniz veya bu tür hikâyelerden hoşlanmıyorsanız lütfen okumaya devam etmeyin. Başlangıç Tarihi: 25.08.2023