O an, aklımda bütün hikaye belirdi. Ben bu tapınağın bekçisiydim. Burası bereketli topraklardı. Burayı canım pahasına koruyordum. Bu görevi bana tanrılar vermişti. Bu kısmı hatırlamıyorum ama tanrıların verdiğine inandırılmış olsam gerek...
Tabii ki, işte! Göbekli Tepe'de Geçen Bir Amazon Kadının Hikayesi...
Adım Asral. Koruyan kollayan kadın demek.
Göbekli Tepe'de, Anadolu'nun sıcak toprakları üzerinde, atalarım gibi güçlü ve cesur bir ruha sahiptim. Doğduğum andan itibaren, atamın öğretileri ve çevikliğim sayesinde toplumunun saygısıyla yetiştim.
Daha konuşmayı öğrenmeden savaşmayı öğrenmiştim ben. İlk düşmanımı 12 yaşındayken yendiğimde, adımı aldım. Bana öğrettikleri gibi mızrakla delmiştim düşmanı. Kan bana yabancı değildi ama adamdan akan kanı görünce ne kadar korksam da dik tutmuştum sırtımı. Burada korktuğunu belli edemezsin. Güçlüler yaşar! Tanrılar sadece güçlüleri sever.
O gece, kendimi kanıtladığım o gece Şaman rüyaya yattı ve sabah kalkınca bana Asral adını verdi. Koruyan kollayan iyi niyetli kadın demek... Ben de adımın gereğini yaptım elimden geldiğince... Çocuğum bile olmadı. Elime erkek eli bile değmedi. Tek hedefim, Göbekli Tepe'yi olabildiğince korumaktı. Tanrılar bana bu adı vermişti. Çünkü görevim Göbekli Tepe'yi korumaktı. Bu benim ilk yaşamımdı belliydi. Hiçbir şeyden korkmamam bunun kanitirdi belki de...
Göbekli Tepe, o dönemde birçok kabile ve topluluk için kutsal bir yerdi. Orası, bereketin ve hayatın kaynağı olarak kabul ediliyordu. Ancak, bu kutsal yer aynı zamanda birçok tehlikeyi de barındırıyordu. Bir gün, buranın bereketini, kutsallığını çalmak isteyen bir kabile bize saldırdı. Bir düşman kabilesi, kutsalımızı ele geçirmek istedi.
Savaşın kızgın ateşi altında kılıcım, düşmanlarımın üzerine inerken, kırmızıya bürünen bedenler bir sağa bir sola savruluyordu. O an, artık kandan korkmadığımı farketmiştim. Cesur Amazon olan ben, çevikliğim ve savaş zekasıyla düşmanlarımı kısa sürede alt ettim. Göbekli Tepe, kanla ve haykırışlarla dolup taşarken, ben ve kabilem kutsalımızı savunarak düşmanları geri püskürttük. Tanrılarımızı koruyarak onları onurlandırdık. Bu zaferin ardından kabileme Göbekli Tepe'ye olan sadakatimi ve yeteneklerimi kanıtlamış ayrıca, Göbekli Tepe'nin koruyucusu olarak kabilemden saygı görmüştüm.
Seneler içerisinde, bir çok çatışma yaşadık ve hepsinden alnımızın akıyla çıkmayı başarabildik. Adımın hakkını verebildiğim için gururluydum.
Savaşın çatışmaları sona erdiğinde, kahramanlığım ve liderliğim, kabile üyelerinin cesaretini artırdı. Bir kez daha Göbekli Tepe'de, savaşın çığlıkları yükselirken, az askerle bile efsanemizi yazıyorduk. Düşmanlarımızı kararlılıkla püskürtürken, nihayetinde Göbekli Tepe'yi kutsal ve özgür bir yer olarak koruduk. Uzun yıllar boyunca hiçbir kabile, kutsalımıza göz koymayı aklından bile geçirmedi. Son zaferim bende farklı bir duygu uyandırmıştı. Bu da benim sonuma giden kapıyı açmış oldu. O kapı kibirdi. Bu zaferden sonra, yeni askerler yetiştirme görevi benim olmuştu. Aslında eski öğretmen işinde gayet iyiydi fakat, ben zaferlerimi öne sürerek bu göreve talip olmuştum. Eski öğretmen ise zaferlerime karşı bir şey dememişti. Bununla da kalmayıp Göbekli Tepe'ye savaşan silüetimin motif olarak çizilmesini istemiştim. Şimal olarak düşünüyorum da, bence bu biraz fazlaydı.
Bir süre savaş üzerine eğitim verdim. Hem eğitim verip kalan zamanımda da tapınağı korumak beni yormuştu. Ciğerlerim acımaya başlamıştı. Kendimi oldukça ihmal ediyor yine de kimseye ciğerlerimde terslik olduğunu farkettirmemeye çalışıyordum. Demiştim ya Tanrılar güçlüleri severdi. Bazen güçsüzlerin kurban verildiği bile olurdu. Tanrılar, doğa bu hayattaki herşey güçlülerin yaşaması içindi.
Bir gece tapınakta bir ses duydum. Bu arada ben Göbekli Tepe'nin koruyucusu olarak Göbekli Tepe'de kalıyordum. Hemen yine düşman gelmiş olabilir diye düşünerek dışarı çıktım. Dışarıyı kolaçan etmeme rağmen dışarıda kimsecikler yoktu. Belki de yanlış duydum diyerek tapınağa girdim ve o taş gibi halime bakıyordum uyumadan önce. Sürekli olası savaşlar için hazırlık yaptığımızdan dolayı burada herkesin heryerinde kas var tıpkı Asral'ın vücudu gibi...
Yüzüm Okşan'da olduğu gibi aynı, sadece vücudum kaslı. Neyse hiçbir şey düşünmeyerek bir süre sonra uyumaya koyuldum. Bu sefer uyanamadım ama. Uykumda kalbime saplanan sivri şey kalbimi parçalanmıştı. Zaten uykumda olmasa, beni asla öldüremezlerdi. O an aklıma zamanımdan bir söz geldi. Su uyur düşman uyumaz.Gözlerimi hafif hafif son kalan enerjimle açtığımda, beni öldüren hainin, öğretmenin kızı Sora olduğunu gördüm. "Kibrine yenik düştün Asral!"
Fısıltıyla "Sora! Sen uyuyan birini uykusunda öldürecek kadar alçaksın."
"Kes sesini öleceksen öl. Senin yüzünden babam hasta oldu. Ne vardı, derslerini onun elinden almasaydın ha?" diyerek, bu sefer de boğazıma sarıldı. Artık savaşacak enerjim kalmamıştı. Acıyan kalbim ve halihazırda yeterli nefes üretemeyen hasta ciğerlerimle, ecelimi beklerken kendimi bıraktım ve ölüme teslim oldum. Ölüme teslim olurken, "Bir daha dünyaya gelirsem tembellik yapacağım. Bu kadar çalışmayacağım. Karşılığı yine de ölüm" dediğimi hatırlıyorum.
Uyandığımda boğazımı tutmuş, zor nefes alıyordum. Ağzımdan o sözler döküldü. "Tembellik yapacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Reenkarnasyon
SpiritualBazı ruhlar özel ruhlardır. 7 günah ile sınanıp her seferinde farklı hayat yaşarlar. Şimal'in Asral olarak Göbekli Tepe'de başlayan hayatı; Julia, Celine, Elay, Jülide ve Okşan olarak devam etmiştir. Son hayatında ise Şimal olarak ya ödülünü alacak...