1.3

99 9 6
                                    

"Tanımaya öyle mi?"

"Evet, bir kere girdin aramıza. En azından ben bırakmam peşini."

İddialı, severdi Adalie. Sırıttı, sanırım onun türünden biri çıkmıştı karşısına. "Fury, her şeyi bildiğini sanardım."

"Pek bir şeyin yok zaten, biliyoruz hepsini."dedi Steve. Bu sefer o baskı yapacaktı ve bu yolun sonunda kazanacağına emindi. "Dosyada yazanlar işte. Babam Thanos, gerçek ailem beni bırakmış. Ve üzerimde bir takım deneyler uygulanmış."

"Onu kastetmediğimi ikimizde biliyoruz. Daha fazlasını istiyorum. Gerçek seni."

Adalie şimdi gerçekten şaşırmıştı işte. Bunu saklama gereğide duymadı. Karşısında en az kendi kadar iddialı bir adam vardı. Onun böyle olduğunu bilmiyordu. "Pekala, kazandın. Sor ve cevaplayayım."

Elbette gerçek halini söylemeyecekti. Aptal bir kız değildi. Yalan yanlış cevaplar ya da en kısasından tutacaktı. Steve keyifle arkasına yaslandı. Bir yudum daha aldı kahvesinden.

"Bizim hakkımızda ilk düşündüğün neydi?"

Adalie daha özel şeyler sorar zannetmişti. Bu soruya en içten cevaplarını sunacaktı. "Sizi ilk tanıdığımda babamın yanında, planlarını dinliyordum. Bana taşlar hakkında bahsederken, sizinle yolumuzun kesişeceğini biliyordu. Kısaca sizi tanıttı. Yani babam size düşmanken ben dost olamayacağıma göre...

Sonra ilk karşı karşıya geldiğimiz gün, ne kadar zavallıydınız. Dört bilemedin beş kişi koskoca evreni korumaya çalışıyordunuz. Oturup saatlerce kahkaha atmak istemiştim ama zamanım yoktu. Tüm taşlar elimizdeyken bize karşı koymanız komikti. Sonra ben yok oldum, babam beni kurtardı.

Bana bıraktığı mektupta ne zaman istersem sizinle olabileceğimi söylemişti. Kendi de istedi sizinle olmamı, güvende olacağımı düşündüğü için. Ben istemiyorum ama, ben saçma bir kahraman olmak istemiyorum. Tamam bu saatten sonra sizinle bir derdim yok, sadece taşlar için vardı. Kullandık ama değişen bir şey olmadı, yine başladığımız noktadayız. Şimdi sizinle kesişen hiçbir alakam yok. Burda olmakta istemiyorum. Lanet birileri tüm evimi yok etti ve mecbur kaldım. Sizden nefret bile etmiyorum, hiç tanışmamak isterdim ama olmadı işte."

Steve kızın uzun konuşmasını sakince dinledi, hareketlerini gözden geçiriyordu. Bu açıklamanın en dürüst konuşması olduğuna emindi. "Peki, eğer olurda bizimle bir şekil anlaşırsan, bizimle birlikte olurmuydun. Bizim tarafımızda."

Adalie durdu, ne saçma bir soruydu. Ya da kendisi öyle algılıyordu. Yüzünü buruşturdu ve konuşmaya başladı.

"Bir kahraman olmak istemediğimi söylemiştim. Sizinle anlaşabileceğimi de sanmıyorum."

"O zaman bende konuşayım. Biz seni zaten baban ile tanıdık. Sende bizim düşmanımızdın. Sonrasında babanın senin için yaptıklarını gördük, ne kadar değer verdiğini. Kendi adıma konuşuyorum, ben sonrasında bir şey fark ettim. Sen, çevrende gördüklerini kopyaladın. Kötülük gördün ve kötülük yapıyorsun. Bizi düşman gördün ve aslında hâlâ öyle düşünüyorsun."

Kaşları havalandı kızın, öylece durdu. Hayır susmamalıydı, konuşmalıydı. Ama o sadece durmayı tercih etti. Steve ise kızın duraksamasından anlamıştı çoğu şeyi, haklıydı. Gözlerinde bir duygu aradı ama kız o kadar profesyoneldi ki, saklamıştı.

Adalie onun haklı olduğunu biliyordu. Söyleyecek bir şey bulamamıştı. Kitlenen taraf bu sefer o olmuştu. Ama Yüzbaşı'nın bunları kimseye söylemeyeceğini biliyordu, belki de sadece inanmak istedi.

"Tamam, şimdi istersen sen sor. Belki merak ettiğin şeyler vardır.", kızın suskunluğundan hoşlanmamıştı. Nasıl kendisini, bir açığı çıkınca endişeleniyorsa onun da öyle olabileceğini düşündü. Kızın hakkında çoğu şeyi bildiğinin farkındaydı. Zeki bir kızdı ve elbette araştırmıştı. Soracak bir sorusu olduğunu düşünmüyordu.

Aksine Adalie, sormak istedi. Konuşmayı seven bir insan değildi, en azından yabancılarla. Ve şuan Steve'i kendine yabancı görüyordu. Ama yinede sormak istedi.

"Kahraman olmak güzel bir duygu mu?"

Gelen soru ile şaşırdı, ve kızı izlemeyi bıraktı. Bir soru sormasını beklemiyordu. "Yani, gayet güzel. İnsanlar tarafından iyi kabul edilmek harika bir şey. Ben işimi sadece insanlar için yapmıyorum elbette. Elimde böyle bir güç varken bunu en iyiye kullanmak istiyorum. Ve bunun sonucu terim olarak kahramanlığa çıkıyor. Burada kazanan ben ve insanlık oluyor."

"Kahramanlığı bir iş olarak mı görüyorsun?"

"Öyle söylemek daha uygun geliyor. Peki sen, ne düşünüyorsun?"

"Ben mi? Ben kahramanlık hakkında pek bir şey düşünmüyorum. Yani, gücümü iyilik için kullanmak güzel olur. Ama düşün, insanlar için birçok güzellik yapıyorsun. Sana düşen ne, insanların daha konforlu yaşaması. Onlar rahatına rahat katarken ben kendi canımı ortaya koyuyorum. En küçük bir olumsuzlukta suçlanan ben oluyorum ve tüm her şey üstüme patlıyor.

Beni kötülüyorlar ve benim bunca yaptığım şeyi unutuyorlar. Onlar rahatlığını fark etmiyorlar, fark etmedikleri diğer şey ise onların eline veren benim."

Neden bunları anlatıyorum, diye düşündü Adalie. Elinde olmadan tüm düşüncelerini dökmüştü. Karşısındaki adam ne düşündüğünü biliyordu ve bu korkunç bir şeydi. Ayağa kalktı, adamın bitmiş bardağına yöneldi. "Herneyse, unut gitsin. Saçma şeyler işte. Gerek duymuyorum."

Elindeki bardaklarla mutfağa ilerledi. Yıkayıp makineye koydu. Aklına bir sürü ihtimal düşmüştü. 'Ya ses kaydı aldıysa', 'hepsini anlatırsa'. Hızla içeri gitti.

"Bunları anlatacak mısın?" Sesi adeta fısıltı gibi çıkmıştı. Hayır, güçsüz gözükmek istemiyordu!

"Merak etme, her şey aramızda kalacak."

Steve asansöre yöneldi. Açılan kapıdan içeri girdi ve odasının olduğu katı tuşladı. Duran asansör kendi katı değildi. İçeriye giren Tony'yi gördü. Aralarında gideceğini bilen tek kişi Tony idi.

"Yüzbaşı, ne konuştunuz bakalım. İlerleme var mı?"

"Ne konuştuğumuzu söyleyemem ama bir umut olduğunu bilmelisin."

•••

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Artık klasik oldu ama sormadan edemiyorum.

İlerisi hakkında düşünceleriniz var mı? Yani bilmek isterim çünkü kafamdakilere ters bir şekilde mi gidiyor merak ediyorum. Planladığım gibi mi falan.

Kendinize iyi bakın, öpüldünüz:)

• 𝐁𝐥𝐚𝐧𝐜 𝐍𝐨𝐛𝐥𝐞 •Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin