Alfa türünün tükenme noktasına geldiği, üremenin durduğu kırsal topraklara şehirde yetiştirilmiş asker alfaların gönderilmesine karar verilir. Min Yoongi de bu grubun içindedir ve görevi öğretmenliğin yanı sıra tıpkı köye gönderilen diğer alfalar gi...
merhaba...evet süpriss 😖baby blue'nun sonuna gelmiş bulunmaktayız. kemerlerinizi bağlayın, 13 bin kelimelik bir yolculuğa çıkıyorsunuz.
bölümü full- blue billie eilish ve taylor swift- thank you aimee ile yazdım dilerseniz dinleyebilirsinzz (˶ᵔ ᵕ ᵔ˶)
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🏫
Taehyung
Yaşamda bir an yeri geliyor insan kendine verdiği tüm sözleri tutmayı bırakıyor. Şimdi olacağımı düşünmediğim birçok şeye dönüşmüşken buluyorum kendimi. Olgun bir omegaya, sadık bir eşe, iyi bir anneye.
Jungkook benim iyi bir ebeveyn olduğum konusunda çok inatçı.
Üstelik çok da iyi bir eşmişim. Doğru söylüyor olmalı ki yalan söylese kokusundan şak diye anlardım. Üstün delta sezgileri ve duyuları bile buna engel olamaz. Çünkü o benim ruh eşim.
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek tek şey bu aslında. Bir deltanın ruh eşi olmak. Milyonlarca insanın arasında, milyonlarca kurdun arasında seçilmiş kişi olmak. Bir ruhun diğer bir ruha eş olması. Sırrın ortaya çıkmasının üzerinden bir buçuk yıl geçti ama ilk günkü etkisini koruyor bende. Bu hoşuma gidiyor, özel olmak.
Tanrılar aşkına. Onu her geçen gün daha fazla seviyor olduğuma inanamıyorum.
Onun da beni sevdiğini biliyorum. Hep biliyordum. Onu seçmediğim o kara günde yüzünde yakaladığım bakıştan beri belki. Uzun zaman önce yani. Kim başka birinin doğum sancısını almaya gönüllü olur ki? Bu ruh eşi olsa bile. Ama Jungkook düşünmeden oldu. Eğer bunu yapacak yeteneği olmasaydı bile acımı benden uzağa taşımanın yolunu bulacağına eminim. Böyle konularda çok iyi. Yani olmayanı oldurmakta.
Annemin dengesizlikleri, sevgisiz ve suçlanarak büyüdüğüm o çatı altında olanlar bile ruhumu deşmiyor artık. Bana hiç söylemedi ama Jungkook annem ve büyükannemle konuşmuş. O günden sonra annem bana bir daha hiç ters konuşmadı. Onu korkutmuş olmalı. Hatta birkaç kez kilisenin yanındaki kulübemize bile geldi. Sırf ikizleri görmek için. Beraberinde büyükannem de vardı ve elinde içi örgü kıyafetler olan sepet ve sebzeli kekle birlikte.
Eskisi kadar kötü değiliz ama sıkı fıkı da sayılmayız. Büyükannemin dizinde yatıp gözyaşları dökmeyi bazen özlüyorum, saçımı okşamasını da ve bana her şeyin iyi olacağını söylemesini de öyle. Ama sanırım artık ikimiz de bunun için fazla mesafeliyiz. Bir şeyler sonsuza kadar değişti. Anlam vermek güç. Onun acısını hala en derinlerinde hissettiğini biliyorum. Oğlunu ve torununu kaybettiği o günden beri hep acısına yoldaş oldum, kendimi hayattan sakındım, alfalardan uzak durmaya çalıştım ve hep gözyaşı döktüm.
Kim bilir, belki de yeni ve mutlu bir hayata başlamış olmam yüzünden kayıplarıma ihanet ettiğimi düşünüyordur. Yanılıyor. Acı herkeste aynı şekilde zuhur etmiyor sadece. Zamanın silemeyeceği kadar büyük bir acıyı bastırmanın yolunu buldum sadece.