22.Bölüm

164 20 2
                                    

Aurora Ophelia Swan

Oliver'ın tahmin ettiğinin aksine herhangi bir misafirim olmamıştı. En azından ilk 20 dakika içinde. Odada bir aşağı bir yukarı yürüdükten sonra bugün olanları düşünmekten kafayı yiyeceğimi hissettiğimde odadan çıktım. İçimde kimseye anlatamadığımdan biriken şeyler beni çıldırtmak üzereydi.

 Sarayın koridorları boş görünüyordu. Merdivenlerden indiğimde oturma alanından bir ışık geldiğini fark ettim. Oraya doğru yürüyecekken durakladım. Sarayda gezmek serbest miydi? Acaba biri beni görürse başım derde girer miydi? Zaten sürekli başıma dert alıyordum belki de sessizce odama dönmeliydim.

Odama dönmeye karar vererek arkamı döndüğüm sırada bir kırılma sesi geldi. Bir şey yere düşüp kırılmıştı. Ses ışığın olduğu odadan geliyordu. Merakıma yenik düşerek oraya gittim. Sadece göz atacaktım.

Bana arkası dönük bir kadın yere eğilmiş kırık bir fincanın parçalarını toplamaya çalışıyordu. Odada başka kimse yoktu.

"Merhaba, sesi duyup geldim. Yardım lazım mı?" beni duyduğunda kadın irkilip bana döndü. Bu Kontes Lexington'dı. Başını iki yanına salladı.

"Hayır, hallettim zaten," ortadaki sehpaya bırakılan mumun yanındaki kitabı gördüm. Kontes buraya yalnız kalıp kitap okumaya gelmiş olmalıydı. Onu rahatsız etmekten çekinerek odadan çıkmaya karar verdim. "Uyku tutmadı mı?" Kontes'in sesi beni durdurdu. Tekrar ona dönerek başımı iki yana salladım.

"Bugünlerde pek uyuyamıyorum," yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirdi. Başını yana eğerek yüzümü inceledi. 

"Erkek problemi mi?"

"Hıh?" o kadar doğrudan sormuştu ki şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. Bu devirde böyle şeyler bu kadar açık konuşulmuyor diye biliyordum. Yüz ifademe bakıp kıkırdadı. Topladığı parçaları sehpaya açtığı mendilin üstüne bıraktı. Ardından koltuğa oturup yanındaki boşluğu işaret etti.

"Gel hadi. Konuşmaya ihtiyacın varmış gibi görünüyorsun," bir an tereddüt etsem de gidip Kontes'in yanına oturdum. Bir şekilde gözlerindeki sıcak bakış beni her şeye ikna edebilirmiş gibiydi. 

"Ee, hikayen nedir?" çekinerek Kontes'in gözlerine baktım. Hikayemi anlatsam suçlu çıkacaktım. Suçlanmak istemiyordum. Birine sarılıp ağlamak istiyordum. Biri saçlarımı okşasın ve her şeyin düzeleceğini söylesin istiyordum. Biri bana benim de kendimce haklı olduğumu söylesin istiyordum. 

Büyükbabam, dayım, Oliver. Bunların hepsine sahiptim ama kalbimdeki önemli bir kişinin boşluğunu onlar dolduramıyorlardı. 

İzlediğim dizi ve filmlerde genç kızlar bir ayrılık yaşadıklarında, hayatta bir şeylerin üstesinden gelemediklerinde annelerinin dizlerine yatar ve sadece ağlarlardı. Bazen anlatırlardı ve anneleri kızı ne kadar büyük bir hata yapmış olursa olsun kızının yanında olurdu. 

Kalbimdeki boşluğun sebebi buydu. Nasıl olduğunu hiç bilmediğim anne şefkatine ihtiyacım vardı. Kontes'in merakla sorduğu sorunun cevabını anneme anlatmak istiyordum. Anneme Christopher'ı şikayet etmek ve o saçlarımı okşarken dizlerinde ağlamak istiyordum.

"Hey, kızım neyin var? Neden ağlıyorsun?" Kontes'in parmakları göz yaşlarımı silene kadar ağladığımı fark etmemiştim. "Eğer anlatmak istemiyorsan da sorun değil, sadece ağlayabilirsin. Ben buradayım," içimdeki tüm karışık duygularla Kontes'e sarıldım. Bir an şaşırsa da o da bana sarıldı ve ben ağlarken saçlarımı okşamaya başladı. Çok rahatlatıcıydı ve iyi hissettiriyordu.

"B-ben iyiymiş gibi yapmaktan çok yoruldum. Sahte bir şekilde gülümsemekten de çok yoruldum. Tüm bu tanımadığım insanların benim hakkımdaki görüş ve yorumlarını dinlemekten de çok yoruldum. Ve o kişinin bana söylediği korkunç şeyleri düşünüp durmaktan da çok yoruldum. Ben çok yoruldum," Kontes beni kendinden uzaklaştırdı. Özenle yüzümdeki yaşları silip hüzünlü bir şekilde gülümsedi. 

Kader Madalyonu: Orkide | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin