4

41 9 26
                                    

Ekim ayının ilk haftası. Yağmurlu ve kasvetli bir hava hakim gökyüzüne. Kara bulutlar henüz akşam olmamasına rağmen etrafı karartmış. Şemsiyesi olan tek tük insan görünüyor sokakta. Şemsiyesi olmayanlar ise kıyıda köşede yağmurun bitmesini bekliyorlar.

Tıpkı Barış gibi.

Barış her gün evine otobüsle gider. Bunun için de durağa yürümesi lazım. Islanmayı asla sıkıntı etmiyor fakat başka bir sorun var; yağmurlu havalarda Barış'ın nefesi daralır. Ufak yaşlardan beri olan bir şey bu. Bu yüzden kendini riske atmaktansa oturup beklemeyi tercih ediyor. Muhtemelen birkaç kişi dışında kimsenin kalmadığı okulun bahçesinde, krize girmeyi göze alamayacak kadar önemsiyor kendisini.

Bir başka sorun ise neredeyse iki saatini burada öldürmüş olması. Yağmur bitmek bilmiyor. Başta Barış ile beraber bekleyenler olsa dahi kimse iki saat sabredecek kadar ıslanmaktan nefret etmiyor elbette. Bu yüzden olacak ya, Barış'ın bekleyişinin son bir buçuk saati yalnız geçti ve geçmeye de devam ediyor. Sıkıntıdan ha patladı ha patlayacak bir şekilde kararan gökyüzünü seyrediyor öylece.

Okulun bahçesinde, yağmurun ulaşamadığı bir bankta oturuyor. Hava serin sayılır ama üşütecek kadar değil. Yine de hafif hafif titremeye başlamış şimdiden. Taksi çağırmak geliyor aklına ama kirada oturduğunu ve aldığı eşyaların borcunun hala bitmediğini göz önünde bulundurunca beklemek daha cazip geliyor.

Bu esnada okul binasında kalan son kişi yavaş yavaş ayaklanmış, Barış'a doğru ilerliyor. Odasından çıkacak, biraz daha yürüyecek ve bahçe kapısını kapatarak okulu kilitleyecek. Bu da Barış'ın iki saatlik bekleyişini sonlandırıp onu yağmurun altında ıslanmaya itecek.

"Sen daha eve gitmedin mi?" Birkan'ın -okulda kalan son kişinin- sesi bu. Elinde henüz açılmamış siyah şemsiyesi ile öylece durmuş Barış'a bakıyor şaşkın şaşkın.

"Yağmuru bekliyorum." Dese bile Birkan'ın elinde ki anahtarlardan anlıyor süresinin bittiğini. Yine de kalkmıyor yerinden ve "Ben kitlesem olur mu?" Diye umutsuz da olsa bir soru yöneltiyor.

"Olmaz." Kendi eşyasını ödünç verme gibi bir huyu yok Birkan'ın. Ayrıca karşısındakine güvendiği de söylenemez. Yine de onu kaldırmak istemiyor. Anahtarları cebine sokup Barış'ın yanına oturuyor yavaş yavaş. Okulun ilk günü oturdukları bank burası. Komik olan şu ki oturdukları yerler bile aynı. Barış sağda, Birkan solda.

"Astımınla mı alakalı?" Barış'ın hastalığından herkes haberdar. Acil bir durum olursa diye saklamamış kimseden, bilsinler istemiş. "Evet."

"İyi, yağmur dinene kadar beklerim seninle." Mahcup hissediyor kendini Barış. Birinin daha zamanını yemek istemediği için "Taksiyle giderim boşver." Diyerek ayağa kalkıyor ama Birkan kazağının kenarından nazikçe tutup onu durduruyor.

Bu saate kadar taksi çağırmadıysa parası olmadığı için çağırmamıştır. Az aklı olan bunu anlar. Birkan da acelem yok nasılsa diye düşünüyor. "Otur lütfen." Diyor ilk günden kalan o gülümseme ile.

Bu söz ile neyse diye düşünerek kalktığı yere geri oturuyor delikanlı. "Teşekkür ederim." Diye mırıldanıyor kendi kendine fakat yağmurun sesi yüzünden Birkan bunu duyamıyor.

Sessiz sakin yarım saat kadar oturuyorlar. Yağmurun sesi kulaklarını tıkayacak bir boyuta ulaşmış artık. Bir süre sonra sessizlikten içi şişiyor bizimkinin. Bu kadar suskunluğa alışık değil. "Ee nasıl gidiyor?" En son Birkan'ın numarasını isterken iletişim kurmuşlar. Ondan sonra ikiside birbirinden utanmış olacak ki daha fazla birbirleriyle muhattap olmamışlar. O günden sonra ki ilk sohbetleri bu. Haliyle konuşacak bir şeyleri yok, yabancılıktan öteye geçebilmiş sayılmazlar henüz.

Barış'ın sohbet isteğini geri çevirmeden "Sıradan. Ya senin?" Diye cevaplıyor. O da sıkılmış oturmaktan. Anahtarı verip eve gidebilse sorun çözülecek ama güvenemiyor ki. "Aynı. Alıştım biraz... Yani ögretmenlik yaptığım söylenemez pek ama yine de iyi gidiyor şimdilik."

"Anlıyorum." Yine kısa bir sessizlik giriyor aralarına fakat Birkan bu seferkinin uzun sürmesine izin vermiyor. "Doğulu musun?" Sessizliği önlemek için ortaya atılmış basit bir soru bu. Merak ettiğinden değil ya, susmak istemiyor sadece.

"Evet, çok mu belli?"

"Şivenden anlaşılıyor." Belli belirsiz bir şivesi var Barış'ın. Konuşurken anlaşılan fakat fazla kulağa batmayan cinsten bir şive. Bunu fark eden ilk kişi ise Birkan. Barış'ın hoşuna gidiyor bu ufak detay, başını yanında ki adama doğru çeviriyor sırıtarak. Bu hareketiyle anlık olarak gözleri kesişiyor. Kısa bir bakışma geçiyor aralarında. Barış için sıradan bir bakışma bu fakat Birkan'ın içini huzursuz ediyor karşısında ki gözler.

O an belki gerçekten söylemek istediği için, belki de boşluğuna geldiği için ağzından bir laf kaçırıveriyor. "Sende beni kötü hissettiren bir şeyler var." Diyor. İlk gün ki rahatsızlığı ile o kısacık süren bakışma anının rahatsızlığı birleşince kendini tutamıyor ki ne yapsın? Barış hem zeki hemde salak gibi görünüyor. Zararlı gibi dururken aynı zamanda da masum durmayı beceriyor bir şekilde.

"Öyle mi? Ne var mesela?"

"Bilmiyorum ama ileride ögreniriz." İlerisi olacak elbette, rastgele iki iş arkadaşından ilerisi...

B ile BHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin