Her insanın bir yaratılış amacı vardır. O amaç doğrultusunda tanrı tarafından verilen özellikleri keşfedebilenler ya da o özelliklerin üzerine gitme imkanı bulabilenler yaratılış amaçlarına ulaşırlar. Kalanlar ise Birkan gibi nefret ettiği bir mesleğin içinde sıkışıp kalır ve kalan hayatlarının her gününü sinirli bir ruh hali ile geçirirler. Keşkeler eksik olmaz dillerinden. Ya öyle olsaydı diye düşünür dururlar.
"Ders anlatmayı hiç özlememişim. Sağolsunlar bunu bana hatırlattılar." Dedi Birkan kravatının ucunu elinde sallarken. Branşı ingilizceydi. Müdür olmadan önce ingilizce öğretmenliği yapmıştı. Okulda ki öğretmen açığı nedeniyle de dil sınıflarından birine kendi adını yazmak durumunda kalmıştı ve bu sayede bu meslekten ne kadar nefret ettiğini tekrar hatırlamıştı. Sosyal ilişkileri yerlerde sürünen bir insanın öğretmenlik yapması neydi Allah aşkına? Oluru yoktu bu işin. Olmuyordu da zaten.
"Yani dersi dinliyorlar ama öğrenmek için değil. Müdürüm ya, onun korkusundan dinliyorlar. Çocuğa şu kelimenin anlamı ne diyorum- Kelimenin anlamını da iki dakika önce söyledim ha... Yok diyor, bilmiyorum diyor. Sorduğum kelime de zor bir şey olsa... Bir bok olmaz bunlardan." Ne kadar sinirli olduğunu açıklayan bir ses tonu ile hararetle döküldü kelimeler ağzından. Ona eşlik eden Barış kendi içinden bu duruma gülse bile üstün bir gayret ile bu gülümsemeyi dışa vurmama başarısını gösterdi. Yılların tecrübesine rağmen çocukların ilgisini nasıl kazanabileceğini hala kavrayamamış bir öğretmen...
"Çok üstlerine gidiyorsun. Evet öyle nitelikli bir okul değil ama-
"Nitelikli değil demek az kalır. Ülkede ne kadar işlevsiz ergen varsa buraya atmışlar gibi." Dedi aynı sinirli ses tonuyla, bir yandan da tek eliyle şakaklarını ovuyordu. "Neyse ne biz işimizi yapalım sadece. Kalanını konuşmak istemiyorum."
"Aynen." Dedi Barış hızla. İş konuşmak istemiyordu. Zaten iş yaptığı da yoktu. Tek yaptığı şey sınavda çıkacak olan yerleri söylemek ve daha sonra da öğrencileri boş bırakmaktan ibaretti. "Bugün bir yere gider miyiz?"
"Her gün her gün gezdiremem seni. Hem böyle giderse bu ay maaşımın yarısını benzine yatıracağım."
"Yürüyerek gideriz ya da otobüsle?" Cıklayıp önüne geldikleri odanın kapısını açtı. Barış'ın içeri girmesini bekledikten sonra kendisi de içeri girerek kapıyı kapattı ve hiç tereddüt etmeden müdür koltuğuna oturan genci izledi. "Sorun benzin değil ki canım. Yoruluyorum. Sonra gideriz yine."
Barış döner koltuğu hafifçe sağa sola doğru oynatırken dudaklarını büküp "Nereye gideriz?" Diye sordu. Okulda çok az görüştükleri için mecburen dışarıda buluşarak aralarını açmamaya çalışıyorlardı. Özellikle Birkan bu konuda çok kararlıydı ama son dönemlerde her gün çıkışta buluşmak yorucu olmaya başlamıştı. Barış'ın oynattığı sandalyenin kol koyma yerlerine ellerini koyup sandalyeyi sabitledi ve genç adamın üzerine doğru eğildi. "Sallama şunu şöyle." Biraz daha eğilip konuyu farklı bir yere -öpüşüp koklaşmaya- çekmeye meyl edeceği sırada Arif'in bodoslama odaya girişi ile olduğu şekilde kaldı.
"Arkadaşız diye kapıyı çalmamazlık etmesen mi Arifciğim?" Dedi ellerini yasladığı yerden kaldırıp belini dikleştirirken. Arif mahçup olarak elinde ki zarfı ceketinin cebine sokuşturdu. Gözleri ikilinin arasında gidip gelirken "Haklısın valla. Heyecandan öyle şey ediverdim işte. Yoksa biliyorsun beni, yapmam öyle." Dedi.
Birkan bir şey demeden masanın çevresini dolanıp elini Arif'in cebine attı ve zarfı aldı. Bu bir düğün davetiyesiydi. Ters düz edip biraz inceledikten sonra "Sade olmuş." Diye mırıldandı ve deminden beri onları seyreden Barış merakını giderebilsin diye zarfı ona uzattı. "Naz öyle istedi. Sade."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
B ile B
Novela JuvenilYeni iş yerine adapte olma konusunda yığınla tereddüte sahipti. İlk gün heyecandan titreye titreye oturduğu bankta yanına bir adam oturdu. Bu adam sıradan birisi değildi. Barış'ın tek günlük heyecanını bütün bir yıla yayacak ve onu karman çorman bi...