12

60 0 0
                                    

Sabah okula geldiğimde telefonuma bir mesaj düştü: "Saat 12'de ofisime gel." Bu kısa mesaj bile içimde garip bir karışım yaratmıştı; hem bir korku hem de bekleyemediğim kadar güçlü bir heyecan. Mesajın bu kadar kısa ve net olması, ne anlatmak istediğini az çok biliyordum ama yine de içimdeki belirsizlik beni huzursuz ediyordu. Onunla yüzleşeceğim düşüncesi midemi düğümlüyordu, ama aynı zamanda oraya gitmekten kendimi alamıyordum. İçimdeki arzu ve merak ağır basıyordu.

Saat yaklaştıkça zaman sanki daha da yavaşlamış gibiydi. Kendimi bir türlü toparlayamıyordum. Ofisinde neyle karşılaşacağımı az çok biliyordum ama yine de o anın gelmesini beklemek bir tür işkence gibiydi. 12'ye doğru adımlarım hızlandı. Ofisinin kapısına yaklaştığımda, içimdeki heyecan ve gerginlik daha da yoğunlaşmıştı.

Kapıyı çaldım ve yavaşça içeri girdim. Ofisi, her zamanki gibi düzenliydi; masasında biriken dosyalar, kitaplar ve çalışmaları tam önündeydi. O ise masanın arkasında oturmuş, elindeki bir belgeyi inceliyordu. Kapı kapanırken çıkardığı sesi bile duymadım çünkü o an tamamen ona odaklanmıştım. Onunla karşılaşmak beni her seferinde farklı bir ruh haline sürüklüyordu.

Başını belgelerden kaldırdı ve gözlerini bana dikti. Yüzünde o alışık olduğum sert, ifadesiz bakış vardı. Her zamanki gibi sanki hiçbir şey olmamış, aramızda hiçbir şey geçmemiş gibi profesyonel bir mesafeyle karşımdaydı. Bu soğukluk, içimdeki duyguların daha da karmaşık bir hal almasına neden oluyordu. Dosyaları masasına bırakırken gözlerim istemsizce onun gözlerine takıldı. Aramızda o tanıdık gerilim bir kez daha belirmişti. Sanki görünmez bir bağ ikimizi de içine alıyordu, ama o bu bağa hiç aldırış etmiyor gibiydi. Oysa içimdeki kasvet, bu soğuklukla birlikte daha da ağırlaşıyordu.

O konuşmaya başladı, sakin ve ciddi bir tonla iş hakkında birkaç şey söyledi, ama kelimeleri anlamakta zorlanıyordum. Gözlerim onun dudaklarına takılmıştı; her bir kelimenin hareketi, dudaklarının hafif kıpırdaması beni büyülemişti. Söylediklerini duysam da, onları anlamıyordum. Dikkatimi toparlamak istesem de bu mümkün olmuyordu. Onun varlığı, bana her zaman olduğu gibi bir şekilde baskı yapıyordu. İçimdeki bu baskı, aynı zamanda arzumu da körüklüyordu.

Bir süre sonra cümleleri kesildi ve aniden ayağa kalkarak bana doğru yaklaştı. O an, onun bakışlarında hiçbir duygu belirtisi yoktu. Gözleri ifadesizdi, soğuktu ama elleri tam tersi bir sıcaklıkla bana yaklaşıyordu. Elleri, yine yavaşça bedenime uzandı. Hafifçe yanağıma dokunduğunda, içimdeki çekim yeniden devreye girdi. Vücudum irkilse de hareket edemedim. Sanki ona teslim olmamı bekleyen bir güç vardı. Elinin tersiyle yanağımı okşarken, bedenimin titrediğini hissettim. Gözlerimi kapattım ve içimde hissettiğim karmaşık duygularla baş başa kaldım.

Beni yavaşça kendine doğru çektiğinde, aklım karıştı. Bir yanım onu deli gibi istiyor, her dokunuşunu, her yakınlaşmasını arzuluyordu. Ama diğer yanım bu soğukluktan kaçmak istiyordu. Onunla aramızda olan bu fiziksel bağın ötesine geçememek, her dokunuşta beni daha da yalnızlaştırıyordu. O ise her zamanki gibi soğukkanlıydı, sanki yaptığımız şey sıradan bir ritüel gibiydi onun için. Hiçbir şey söylemeden, beni bir kez daha kendine çekti.

O an, aramızda yaşanan her şeyin geçici olduğunu bir kez daha hissettim. Bir süreliğine, belki birkaç dakikalığına, aramızdaki gerçekleri unutabilirdim. Ama gerçekler sonunda yine yüzümüze çarpıyordu. Bu ilişki ne bir sevgi ne de bir duygusal bağ üzerine kuruluydu. Sadece arzularımızı tatmin ediyorduk. Onunla her an daha da derin bir bağ kurmak istesem de, bu bağ asla duygusal değildi. Yine de kendimi geri çekemedim. Her dokunuş, her yakınlaşma beni ona daha da bağlarken, aynı zamanda içimde bir boşluk bırakıyordu.

O gün ofisinde fiziksel yakınlık dışında hiçbir şey paylaşmadık. Ne bir duygu, ne bir söz, sadece dokunuşların sessiz dili vardı. Bu sessizlik, ilişkimizi daha da belirsiz kılıyordu. Ofisten çıktığımda, içimde derin bir boşluk hissettim. Ama bu boşluğa alışıyordum. Sanki bu hissizliğe ve uzaklığa katlanmak benim için bir tür alışkanlık haline gelmişti. Ne kadar boş hissetsem de, onun beni bir sonraki sefer çağırmasını bekleyeceğimi biliyordum. İçimdeki bu bağımlılık her geçen gün büyüyordu.

Zamanla, bu belirsizliğin içinde kaybolmuş hissetmektense, o anlarda bulduğum geçici huzurun daha değerli olduğunu düşündüm. Her defasında ofisinde geçirdiğim anlar, bana bir şeyler hatırlatıyordu; ona olan arzumun yanı sıra, kendime olan güvensizliğimi. Ama bu karmaşık duyguların arasında kaybolmak, içimdeki tutkuya karşı koymayı imkânsız hale getiriyordu.

Gece olurken, aklımda onun sesi yankılanıyordu. "Saat 12'de ofisime gel." Sanki bu basit cümle, aramızdaki her şeyi özetliyor gibiydi. İçimdeki kararsızlık, onu bir sonraki kez gördüğümde belki de daha da derinleşecekti. Geçici anların peşinde koşmak, aslında benim için bir tür kaçış gibiydi. Ama ne kadar kaçmaya çalışsam da, aramızdaki bu karmaşık bağdan kurtulamıyordum. Ve onu bir sonraki çağrısını beklemekten başka çarem yoktu.

Yasaklı ÇizgilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin