Türkiye'ye dönmesiyle birlikte küçük kardeşinin son zamanlarda fazla kilo vermesi dikkatini çekiyor ve onu hastaneye götürüyor.
Küçük kardeşinin Lösemi olduğunu öğrenmesinin ardından uygun ilik için verdikleri testlerdeki fazla uyumsuzluktan dolayı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
~ Ahsen ALKAN ~
Oy kullanmayı ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. Satır arası yorum istiyorum.
İyi Okumalar
💫
Bir ip vardı boğazıma urgan olan. Sıkıyordu boğazımı kendini belli edercesine. Elimi atıp genişletmek istediğimde daha da yapışıyordu sanki. Kurtulmak için çırpınıyorum ama boynumu kertiyordu. İpi kesmem gerekliydi belki de... Ya da kendi boynumu koparmam.
Belirsizlik bu hayatta en nefret ettiğim şeylerin başını çekiyordu. Ben net bir insandım. Bir sağ bir sol oynamak bana yorucu gelirdi. Her zaman safım da hareketim de belliydi. Hareketim belliydi ama düşüncelerim değildi. Anlamak zordu. Çözmek ise imkansız. Kapalı bir kutuydum ben. Bir karadelik...
Ucu bucağı olmayan bir karadelik.
Her şeyi içine çeken ve bir daha dışarıya çıkmasına izin vermeyen karadelik.
Dışarıya çıkmasına izin vermediklerim duygularım oluyordu. On sekizimde dem vurmak zorunda kaldığım duygularım. Kardeşlerime abladan çok anne olmak için, onlara güzel bir hayat sunmak için her daim ikinci plana atılan duygularım. Saçmaydı belki ama gerçek bundan ibaretti. Ben erken büyümüş olan bir genç kızdım. Belki bu hayattaki yaşım henüz daha çok gençti ama ruhum bir o kadar yorgun ve yaşlıydı.
Yaş değil yaşanmışlık önemliydi...
Elimi kapı kulpu dan çekip kapının kenarına koydum ve kapıyı yavaşça kapattım. Küf kokan odadaki tek ses kapı gıcırtısıydı. Ve en sonunda kapı gürültülü bir şekilde kapandı. Odada ikimiz kaldık. Sadece ikimiz. Ben ayakta duruyorum, o ise demir sandalye de oturuyordu. Şaşkınlığını emaresini okuduğum gözlerini bütün bedenimde gezdiriyor, sanırım burada olduğumu anlamaya çalışıyordu.
Gözleri bütün bedenimi es geçip yüzüme çıktı. Dakikalardır asla yüzüme dokunmayan gözleri şimdi yüzümün her zerresinde tura çıkmıştı. Gözlerime asla bakmıyordu ama. Ben öylece ayakta dikilerken o, en sonunda siyah saçlarımda durdurdu gözlerini. Gözlerime bakmıyordu.
Neden? Utanıyor muydu? Ya da kendini şu an güçsüz mü hissediyordu? Halbuki beni hastanelik edip komaya sokan kendisiydi. Utanma duygusu o zaman neredeydi? Yeni mi aklına gelmişti. Hem de bunca zaman sonra.
"Gözlerime bakmayacak mısın?" diye sordum güçlü bir sesle. İçimdeki kan ağlayan çocuğu susturarak.
Sonra yıllar sonra bir şey oldu. İlk aşkım, kahramanım, hayattaki en büyük şansım olan adamın kahveleri, benim buzdan soğuk olan mavi gözlerime tutuldu. Sadece baktı aslında. Gözlerindeki pişmanlıkla sadece baktı bana. Ama içimdeki sesini duyurmaktan kokan küçük kız çocuğu, bu küf kokan duvarları çığlıklarıyla inletti. Sessizce. Kimsenin duymasına izin vermeden.