8. Bölüm

63 14 2
                                    

Bayramda yazmak için fırsat bulamadım. Boş kaldığım ve kafamın rahat olduğu ilk anda yazdım.

Geçmiş bayramınız mübarek olsun. :)


8. Bölüm

O an sevinse miydim, yoksa sinirlense miydim? Karar verememiştim. Hem beni karanlık, ıssız bir sokakta tek başıma bırakıp gitmişlerdi hem de telefon bırakmışlardı. Amaçları neydi? Anlamıyordum.

Ayaklarım acıdan uyuşmuş gibiydi. İlk seferki kadar keskin ve dayanılmazmış gibi hissetmiyordum. Ya acıya alışmıştım ya da acı bedenimi uyuşturmuştu. Ayağıma cam girdiğini düşünüyordum çünkü kesik bu kadar sızlamazdı ve ayağımın içinde bir şey hissetmezdim. Bu... İğrençti.

Yerde emekler gibi telefona doğru ilerledim. Elime aldığım son model telefonun Savaş'a ait olduğunu düşünüyordum çünkü yanıma eğilen kişi oydu. Buğra ayakta ve bir kaç metre uzağımdayken onu oraya koymuş olamazdı. Kilidini açtığımda şifre olmamasına sevinmiştim. Aksi takdirde bu trajikomik olurdu.

Dokunmatik ekranda hemen ezberimdeki numarayı tuşladım. Annemi ya da babamı aramam onları telaşlandırdı ve sonunda ceza alırdım. İrem'i ararsam, bu saatte onu buraya çağırmam doğru olmazdı. Geleceğini biliyordum ama bana yardım edebilecek en iyi kişi Özgür'dü. Her zaman olduğu gibi...

Arama tuşuna bastıktan sonra siyah renkteki telefonu kulağıma dayadım. Üçüncü çalışta açtı. Uzaktan müzik sesi geliyordu ama çok değildi. Demek ki rahat konuşabilmek için sakin bir yere geçmişti.

"Savaş?" Savaş mı? Ah demek tahminim doğruydu. Güven aşılayan birinin sesini duyduğum için rahatça nefes aldım ve konuştum. Şimdi daha iyi hissediyorum ama her an kandan bayılabilirdim. Ayağım kanamaya devam ediyordu. Halbuki, doktor kansız olduğumu söyleyip dururdu.

"Özgür? Benim, Öykü."

"Öykü mü? Savaş'ın telefonunun sende ne işi var? Senin yaklaşık yarım saat önce evde olman gerekirdi..."

Sözünü kestim. "Tamam, sakin ol. Kafenin sağındaki sokağa gel. Çıkmaz sokağın olduğu taraf. Ben... İyi değilim. Yardımına ihtiyacım var."

Telefondaki seslerden anladığım kadarıyla mekandan çıkmıştı. Nefes alışları hızlandığı için koştuğunu anlamıştım.

"Gelene kadar benimle konuş. Ben... Korkuyorum, burası ıssız ve karanlık."

"Tamam," diye mırıldandı. Sesinde bir şeyler sezmiştim. Endişe... "Nasıl oldu bu?"

"Ben..." Durdum. Ne diyecektim ki? "Köpek kovalıyordu. Ondan kaçarken ayakkabılarımı çıkardım. Daha rahat koşabilmek için ama birisi yerde cam şişesi kırmış..."

Lafımı "Siktir," diyerek kesti. "Sen iyi misin? Neden Savaş'ın telefonundan aradın? O nerede?"

"İyi değilim," dedim. "Ve Savaş'ta gitti. Telefonunu burada bırakmış."

"Bir şey anlamadım ama her şeyi anlatacaksın. Zaten, geldim. Karşına bak."

Koşma seslerinin olduğu yere kafamı çevirdiğimde, köşeyi dönen Özgür'ü fark ettim. Telefonu yavaşça kulağımdan indirirken o çoktan karşıma gelmişti bile. Gözü ilk önce ayaklarıma takıldı. Ardından yüzünü buruşturarak yanıma eğildi.

Kollarımı hemencecik boynuna doladım. O da belimden tutarak kaldırdı. Kucağında beni taşırken sordu. "Canın acıyor mu?"

Acıyordu ama alışmıştım. Nasıl acımazdı? Ayaklarıma cam girmişti. Bastığım yerde onlarca küçük cam parçası vardı. Bu, işkenceden farksızdı.

KÜLLERLE DANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin