Kül 21: "Dalgakıran"

53 11 2
                                    

Bölüm 21 "Dalgakıran"

Her bir soluk alış verişim önümüzdeki manzarada kayboluyordu. Soğuktan ötürü ağzımdan çıkan buhar ve burnuma dolan sigara dumanı karışıyor, ikimizin bir parçası olarak kasvetli şehre sunuluyordu. Şehir, sanki kıştan nasibini almış gibi hüzünlüydü. Her tarafta hüznün renkleri süzülüyordu. Gri, siyah ve daha fazla gri. Denizin maviliği bile etki etmiyordu bu kasvete. Sanki şehir de yıpranmıştı. Yorgun ve sessizdi. Tıpkı insanlar gibi.

Sanki görünmez bir ipin üzerinde cambazlık yapıyordum. Adımlarımı görmem mümkün değildi. İlerliyordum ama bir adım sonra ayağımın boşluğa gelmeyeceğinin garantisi yoktu. Hayatım da işte böyleydi. Bir gün, bir hafta veya bir ay sonra her şey daha da kötü olabilirdi. Tamamen kaybolabilirdim ya da bu ipin ucuna gidebilirdim. Fakat ipin ucunda ne olduğunu da bilmiyordum. Karşıma ne çıkacak, kiminle karşılaşacağım tek fikrim yoktu. Geleceğim sisli ormandan ibaretti. İlerisini göremiyordum. Amaçsızca yaşamaya devam ediyordum. Ne olursa olsun, ölüm de dahil, bu ipin ucunu görecektim. Oraya vardığımda ruhumun son gölgesini de süpürür müydüm, kalbim daha ne kadar darbe yerdi, her şeyi tüketmiş olarak mı varırdım? Bilmiyordum. Hiçbir şey... Bilmiyordum.

Ellerimi cebime sokarak ona döndüm. Arabasının kaputuna yaslanmış benim gibi manzarayı seyrediyordu. Baş parmağı ve işaret parmağı arasında tuttuğu sigarayı bir kez daha dolguna yakın dudaklarına götürdü. Savaş nasıl bir adamdı, hâlâ cözebilmiş değildim. Parça parça fikirlerim vardı ama bütün olarak net bir kelime söyleyemiyordum. Genelde soğuk davransa da alay ettiği zamanlar da olmuştu. Sevmeyi biliyordu. Kitaplardaki gibi tüm kızları kullanırım ama asla sevgili olmam gibi bir amacı da yoktu çünkü Nur ile sevgili olmuştu. Ve ben değer verdiğinde ne kadar mutlu ettirebildiğini kendim görmüştüm. Yakışıklı mıydı? Kesinlikle. Her okulda olduğu gibi bizim okulun da dikkat çeken çoçuğu vardı. Savaş da o çocuklarından biriydi. İstediği kızı etkileyebileceğini biliyordum ama vazgeçilmez bir yakışıklılığı yoktu. Yani abartılacak kadar değildi. Tamam, pekala ,benim için öyleydi. Bunun sebebi onu sevmemdi. Çoğu kız ona dönüp bakardı lakin benim kadar etkilenir miydi bilmiyordum.

Onun gibi kaputa yaslandım ve tekrar manzaraya döndüm. Aramızdaki sessizlik çığ gibi büyürken ikimiz de bundan rahatsız gibi değildik. Aksine, ben halimden oldukça memnundum. Melih'le yüzleşmeye şimdilik hazır değildim. Uzun bir süre de hazır olacağımı sanmıyordum. Amacı gerçekleşiyordu. Zaten, beni tedirgin ve rahatsız hissettirmek için bizim okula kaydolmuştu. Bunu anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Sıkıntılı bir nefes aldım. Ne bok yiyeceğimi bilmiyordum.

"Duyuyor musun?"

Neredeyse bir saate yakın süredir ilk kez konuşmuştu. Omzumun üstünden ona baktım.

"Neyi?"

Sigarasından bir kez daha çekti ve sanki tek ihtiyacı buymuş gibi ağzındaki dumanı havaya uğurladı. Dumanı izlerken kıskandığımı hissettim.

"Sessizliği."

Böyle bir cevap vermesine şaşırmadım ve dinledim. Sessizliğin sesini dinledim. İçinde neler barındırıyordu kim bilir. Kaç kişinin sessiz çığlıkları yankılanıyordu burada. Biz duymuyorduk. Kulaklarımızı tıkamış, inkâr etmekten başka yaptığımız bir şey yoktu. Belki sessizliği dinlesek o çığlıkları işitecek ve kuyunun dibindekilere elimizi uzatacaktık ama biz o kuyunun üzerini örtmeye karar vermiştik.

Benim çığlıklarım da bu şehrin havasına tutsak olmuştu. Zincirlerini kıramıyordu ve kimse ona zincirlerin anahtarını uzatmadı. Parmakların arkasından yalvaran gözlerle önümden gözleri bağlı geçen insanlara bakıyordum. Elleriyle gözlerindeki bağı çözüp orada yalvaran, kurtarılmak için bekleyin beni görebilirlerdi ama onlar bunu yapmıyordu. Kendi yollarına devam ediyor, önlerindeki perdeyi indirmiyorlardı.

KÜLLERLE DANSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin