22-İki Kalp Düşünün. (Kelimelerimdeki Fırtına).

17 5 3
                                    

Sezin'den

Atlas sabah uyanmadan önce, odanın sessizliğiyle baş başa kalmıştım. Perdeler yarı aralanmış, odanın içine soğuk bir şubat sabahından süzülen sönük bir ışık vuruyordu. Laptopumun ekranına bakarken, zihnimde dolanan o sessiz karmaşayı susturmaya çalışıyordum. Dünün izlerini taşıyan baş ağrımı yatıştırmak için kahve makinesinden en sert kahveyi hazırladım. Kahve kokusu odayı sararken, sıcak kupayı ellerimin arasına alıp masaya oturdum. Ama kelimeler... Kelimeler gelmiyordu.

Bir yazıcının ilhamsızlıkla savaşının neye benzediğini merak eden var mı? Bir kıış sabahı, sessizlikle dolu bir odada, sözcüklerin birdenbire zihninize dolacağını umarak beklemek. Ama şu bir gerçek ki, ilham sihirli bir dokunuş gibi gelmez; beklemek yerine savaşıp kazanmam gerekirdi.

"Yeter ki birkaç kelime yaz," diye düşünerek kendi kendime cesaret vermeye çalıştım. Devamı gelecektir. Gelmek zorundaydı. Ama işte mesele tam da buradaydı: O ilk kelimeyi yazabilmek. Her şeyin başladığı o an. Parmaklarım klavyede hareketsiz duruyor, zihnimde bir savaş kopuyordu. Sessizliği kıran yalnızca kahvemin buharı ve dışarıda uzakta çalan bir horozun sesi oluyordu.

Derin bir nefes aldım ve parmaklarımı klavyeye koyup yazmaya başladım:

"İki kalp düşünün."

Sonra bir an duraksadım. Bu iki kelime nereden gelmişti? Neden kalpler? Bilmem. Ama yazdım ve devamını getirmeye karar verdim.

"Birisi gökyüzü kadar açık ve berrak, diğeri kızıl kan kadar hırslı. Sizce bir olabilirler mi? Gökyüzü hırsı taşıyabilir mi? İmkansız diye bir şey var mıdır? Yoksa insanların aşık olmak istemedikleri için uydurdukları bir hikâye midir, 'imkansız'?"

Ellerimi klavyeden çekmeden yazmaya devam ettim.

"Bazı aşklar işte tam da bu imkansızlıklardan doğar. Tesadüf ya da tevafuk, adını ne koyarsan koy. Ama bir şey değişmez: O aşk seni büyüler ve hırçın bir rüzgar gibi savurur. Sana kendi cesaretini sorgulatır. Belki de biz kendi korkaklığımızdan doğuş bir 'imkansız' yaratıyoruzdur. Her şey insanın kendi kendine oynadığı bir tür oyun olabilir mi?"

Derin bir nefes aldım ve yazının akışına baktım. Sözcükler sonunda gelmişti. Belki de sabahın o sakin, sönük ışığı, kahve kokusu ve odadaki bu sessizlik, ilhamı uyandıran anahtarlardı. Sessizce kendime gülümseyip kahvemden bir yudum aldım.

Arkamdaki sessizliğin Atlas'ın yavaş ve düzgün nefesleriyle dolu olduğunu fark ettim. Onun bu sükûneti bana bir şey hatırlatıyordu: Yazı yazmak bazen bir insanın yanında o sakin varlığı hissetmek gibiydi. Aceleye gerek yoktu. Zamanı geldiğinde, her şey yoluna girecekti.

Az sonra masanın üzerindeki defter gözüme çarptı. Bu Atlas'ın hiçbir zaman yanından ayırmadığı defteriydi.

Elimi uzatıp defteri aldım. Kapak, Atlas'ın kişiliğini yansıtan sade bir tasarıma sahipti; ne fazla süslü ne de basitti. Bir an tereddüt ettim. İçini açmalı mıydım? Atlas, bu defterde ne yazdığını hiç paylaşmamıştı. Ancak merakım ağır bastı. İlk sayfayı çevirdim.

Sayfanın tam ortasında büyük harflerle bir cümle yazılıydı:

"Her hikâye bir kalpte başlar, diğerinde son bulur."

Altında ise daha küçük yazılarla, sanki aceleyle yazılmış gibi duran cümleler vardı. Atlas'ın kaleminden çıkan bu cümleler, zihninin derinliklerine bir pencere açıyordu.

"Bazı insanlar hikâyelerini başkalarına anlatamaz, çünkü kelimeler eksik kalır. O yüzden sadece yazarlar. Ama yazdıklarının bile kime ulaşacağını bilemezler. Peki ya hikâyelerimizin sessiz dinleyicileri varsa? Onlar bizi hiç bilmeden anlar mı?"

OYUNCUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin