26. Bölüm

1K 62 6
                                    

İnsan nedir? "Düşünebilen bir hayvan..." Ama tabi bu, kendini beğenmiş birkaç bilim adamının ortaya attığı, gerçeklikten uzak bir tanım. Aslında insan, teknolojinin ve hayallerin ulaştığı son noktadır. Fakat bu evrenin özeti niteliğinde varlığı kısıtlayan yumruk büyüklüğünde bir şey vardır, ortalığı karıştırıp deyim yerindeyse sistemi "hurdaya çıkaran".
Çoğunlukla mutluluğa götürmek adına nice çılgınlıklar yaptıran. Hemen hemen herkes dinler kalbinin sesini, doğruyu söyleyip söylemediğine aldırmadan. Hani ucunda "mutluluk" var ya, o yüzden kimse düşünmez gerisini "ne olacaksa olsun" der, ne olacaksa olsun...

Peki ama ya bir yerlerde, az da olsa durmadan konuşup duran kalbini dondurmayı seçen biri varsa? Aklıyla hissetmeyi seçen biri, ne olursa olsun doğruyu yapıp güçlü durmayı seçecek biri? İşte Lee Yuhwa onlardan biriydi. Belki de bu yüzden kader onu, Kim Yuhwa olmaya giden o zor yola sokmuştu, kim bilir...
Yuhwa duyduğu soruyu tekrar edip duruyordu. Sahi, neden ayrılmıştı? Kader miydi sebebi, yoksa o kötü adam yüzünden mi ayrılmak zorunda kalmıştı Ken'den? Onun hayatını korumak için diye de açıklanabilirdi, ama Yuhwa kendi güçsüzlüğünden olduğuna inanıyordu. Eğer o zaman yeterince güçlü olabilseydi, Ken'i o zor günlerinde yalnız bırakmak zorunda kalmayacaktı.

Jeong'un hala cevap beklediğini ise çok sonra fark etti, bakışlarını kaçırıp 'kader' dedi ayağa kalkarken. Son zamanlarda en sık kullandığı kelime bu olmuştu.

Yuhwa biranda kalkıp gidince Jeong anlatmayacağını anlamıştı, zorlamanın alemi yoktu. En azından şu an için, ellerini cebine koyup 'Adı neydi?' diye sordu, bakışları Yuhwa'nın sırtına dökülen saçlarındaydı ama aklı başka yerde.

Durup sert bir şekilde yutkunan Yuhwa 'Ken' dedi 'Ken Hiramatsu'

Yuhwa üst kata çıktı, yüzünü yıkamak için, o sırada Jeong da daha fazla dayanamayacağını anlayıp hızla evden dışarı attı kendini, arabasının anahtarlarını bile almamıştı.
Yuhwa ise aynada kendine bakarken kapanan kapının sesini duyunca 'Özür dilerim' dedi gözünden akan tek damla yaş eşliğinde, 'Hem senden, hem de Ken'den'

Dışarı çıktığında sert bir rüzgarla karşılaşan Jeong başını hafifçe sallayıp saçlarını dağıttı, saat geç olmuştu ama cadde hala hareketliydi. Şaşırmadı, Seul hiç uyumazdı. Elini cebine koyup yürümeye başladı, ara sokaklara girdi. O sırada biri koşarak yanından geçerken çarptı, sonra bir diğeri. Muhtemelen polisten kaçıyorlardı, aldırmadı. Arkalarından baktı bir süre, polisten kaçmak neydi ki? İnsanın kendinden kaçmaya çalışmasının yanında...

Yuhwa anlatınca anlamıştı, kalbinin günlerdir hatta haftalardır bağırıp durduğu şeyi daha yeni duymuştu. Ne kadar da aptaldı! Ona aşık olduğunu nasıl da anlamamıştı, eğer böyle olacağını bilseydi... Sahi, bilseydi ne yapardı? Yuhwa'yla tanışmaktan, gözlerine bakmaktan vazgeçip ondan kaçar mıydı? Yoksa onu daha gördüğü ilk gün kollarına alıp sıkıca sarılıp doyasıya öper miydi? Kahretsin! Hiç bir şey için emin olamıyordu. Emin olduğu tek şey Yuhwa'ya "kadınım" derken çok acele etmiş olduğuydu. Onun için tek değilmiş, öncesinde çok daha mükemmelini yaşamış. Belki de onu asla elde edemeyecekti, gözleri yanıyor boğazları ağrıyordu. Yürüdüğü kirli sokaklardan birinin zeminine oturdu. Yuhwa'ya sarıldığı her geceyi tekrar tekrar geçirdi aklından. Kollarında onun varlığını, kalbinde onun sıcaklığını hissettiği her anı. Şimdi o anların hepsi bir hayal gibi geliyordu, ancak gözünün önüne gelen bir görüntüyle beyninden vurulmuşa döndü. Yine Yuhwa'ya sıkıca sarıldığı bir geceydi ve o Ken'in adını sayıklamıştı. Başını yaslandığı binanın ruhsuz duvarına dayadı, rutin hareketlerle başını kaldırıp tekrar koyarken gözlerini kapatmıştı. Güzel cadısı hala o şanslı adamı seviyor olabilir miydi? Kraliçesinin kalbini kazanmak için geç kalmış olabilir miydi? Sorular, sorular, sorular...

Aklını kaybetmek üzereydi, kaç saat orda öylece durduğunu bilmiyordu ama o arada da bir kaç dal sigarayı duman etmişti, bir türlü sevememişti şu meretin tadını. Orada daha fazla kasvetli sokak arasında kalmak istemediği için ayağa kalktı. Etrafında dolanan yavru kedinin sırtını da son birkez sıvazladıktan sonra ayrıldı ordan, eve geldiğinde saat 3'tü.

Kapıyı açtığında kendisine bakan bir çift göz ile karşılaştı, bunlar aşık olduğu gözlerdi. Bir süre ikisi de hiçbir şey söylemeden birbirlerine baktılar, duyulan tek ses duvar saatinin tıkırtısıydı -ki o da iyice sinir bozucu olmaya başlamıştı-

Jeong sonunda gözlerini kaçırıp 'Neden hala ayaktasın?' diye sordu ancak bu cümlenin soğukluğu Yuhwa'nın kalbinin rotasını buz dağına çevirmişti sanki ve Jeong hemen bir şeyler yapmazsa çarpacaktı. "Normalde olsa yanıma gelip sarılır, ve yüzümü okşarken 'Neden ayaktasın, Güzelim' diye sorardı" Evet, Yuhwa'nın aklından tam olarak bunlar geçiyordu, eşinin o karmaşık gözlerine bakarken az önce bir soruyla karşılaştığını unutmuş gibiydi. Çok sonra hatırlayabildi 'Seni bekledim' dedi gizlemeye gerek duymadan, bilmesini istemişti nedensizce.

Jeong mutfağa geçip dolabı açarken 'Geldim işte, hadi git uyu' dedi ve ardından aldığı su şişesini bardakla uğraşamayacağı için kafasına dikip içti, soğuk su iyi gelmişti.

Kocasının arkasından mutfağa giren Yuhwa, Jeong'un sırtına hafif dokunuşlar yaparken 'Ceketin tozlanmış' dedi, omuzlarında da elini gezdirdikten sonra 'İşte oldu' diyerek ayrıldı, gülümsemeye çalışıp. Jeong ise karısına dönüp yorgun gözlerle baktı "Ne yapmaya çalışıyorsun!" diye bağırmak istedi önce ama sonra vazgeçti. Ne işe yarayacaktı ki bu?

Öte yandan Jeong'un ifadesiz yüzüne bakan Yuhwa 'Yalan söyledin' sesi zor duyuluyordu 'Bana "Geldim işte" dedin ama gelmemişsin, hala çok uzaktasın. Mars Jüpiter veya Uranüs, her neyse o kadar uzayla alakam yok ama senin başka bir galakside olduğunu hissediyorum'

'Ben sadece...' Jeong durdu. Ne diyecekti? Seni burda olmayan birinden kıskandım falan mı? Ah, hayır. Konu kesinlikle bundan ibaret değildi, Yuhwa'nın sorusunu cevaplamamış olmasıydı içini kasıp kavuran. Neden anlatmak istememişti ki? En fazla ne olmuş olabilirdi?

Jeong yine sorulara boğulmuşken, Yuhwa ona doğru bir adım daha atıp elini yüzüne götürdü. Dudağının kenarındaki şu damlasını baş parmağıyla kuruturken Jeong'un gözlerine bakmamaya çalışıyordu, aksi takdirde cesaretini kaybedebilirdi. Aşık olduğu adamın yüzüne dokunduğu sırada aklından geçenleri anlamaya çalıştı ve bu sefer başarılı olmuştu. Jeong'un istediği cevabı vermek için güç almak isterken ona sarılmak için davrandı ancak Jeong Yuhwa'yı kendinden uzaklaştırmaya çalışıp 'Duş alsam iyi olacak, biraz terledim de' dedi saklamaya çalıştığı sigara kokusuydu. Hem ona dokunmak için kendine yeterince güvenemiyordu

Ukala bir gülümseme ile kocasına bakan Yuhwa ise 'Sence bu umrumda mı?' diye sordu ve Jeong'un engellemek istemesine aldırmadan gelip sarıldı. Başını kocasının sert göğsüne gömdüğü sırada, duyduğu sigara kokusuyla Jeong'un neden böyle bir bahane öne sürdüğünü anlamıştı, Mr.Hoon ne olursa olsun kadınlar üstünde kötü bir etki bırakmayı istemezdi. Bunu fark eden Yuhwa ortamdaki gerginliğe hiç uymayan bir şekilde kıkırdadı, işaret parmağını dişlerinin arasına koyup ısırırken, muhtemelen Jeong'un gözünden deli gibi göründüğünün farkındaydı -ve tabi ki haklıydı-.
Jeong neden bu kadar inatçı olduğunu anlayamıyordu, zaten ona kapılmamak için zor tutuyordu kendini. Bir an önce kurtulmalıydı bu cadının büyüsünden, Yuhwa'yı omuzlarından tutup ayırdı kendinden.

Bu hareket üzerine kalbinin darmadağın olup yerlere döküldüğünü hisseden Yuhwa, başını eğip alt dudağını ısırdı ağlamamak için.

Ancak Jeong dayanamayıp iki parmağıyla çenesinin altından tutup kaldırdı. 'Hadi uyu artık'

Yuhwa başını iki yana salladıktan sonra 'Hayır' dedi ve 'Seninle konuşmak istiyorum' diyerek salona geçti, camların önünde durup şehre bakarken 'Anlaşılan soruna cevap almadıkça uyuyamayacaksın, dolayısıyla ben de uyuyamayacağım'
Jeong kollarını önünde birleştirip gelirken 'Biliyorsun, hiçbir şey yapmak zorunda değilsin'

'Hayır, anlatmak zorundayım. Madem nasıl başladığını biliyorsun neden bittiğini de öğrenmen lazım'

Hafifçe başını salladıktan sonra yerdeki mindere oturan Jeong 'Sen bilirsin' dedi 'Ben dinlerim'

Dizlerinin üstüne çöküp Jeong'un elini tutan Yuhwa ise 'Biliyorum' dedi 'Bu yüzden ben de sadece sana olduğu gibi, hiçbir şey saklamadan anlatıyorum. Kim Jeong Hoon sana güveniyorum'

Karısının bu net sözleri karşında bir an ne diyeceğini şaşıran Jeong 'Ben de' dedi kısık bir sesle 'Ben de sana güveniyorum'

Bu sözler üzerine Yuhwa'nın yüzüne zayıf, anlık bir gülümseme yayılmıştı, Jeong'un yanına oturup aynı onun gibi bağdaş kurdu. 'O lise günlerimizi saymazsak tam 3 yılım onunla birlikte geçti. Dolu dolu, üzüntünün sorunların uzak olduğu tam 3 koca yıl. Her anına güzel şeyler sığdırmayı başarabilmişti Ken, öyle abartılı yaşamazdık birlikteliğimizi. Yani şimdiki üniversite aşkları gibi vıcık vıcık değildi, bazen Ken'le saatlerce oturup konuşurduk. Kimi zaman futboldan, kimi zaman modadan, kimi zaman da günlük hayattan. Aklına gelebilecek her şey güzeldi bizim için, bir noktaya beraber baktıktan sonra orda ne gördüğümüz değil birbirimize nasıl anlattığımızdı önemli olan. Canımız sıkkın olduğunda da yine birbirimizde bulurduk çözümü, ona sarılmak bile yeterdi bana. Kendimi güçlü hissediyordum onun yanında, sanırım kadınları güçlü kılan şey etrafındaki erkeklerdi. Baba, abi, kardeş, sevdiği adam ve oğlu, bir kadının güçlü olmasını sağlayan en önemli etken bunlar. Yoksa birkaç feministin dediği gibi iş, diploma falan hepsi değersiz şeyler. Mesela şu an bu güzel ev yalnızca bana ait olsa dahi yanımda sen olmadığını sürece koskoca bir yalnızlık olurdu. Ha biraz lüks bir yalnızlık ama olsun sonuçta bir gecekondu veya rezidansın en üst katı, her iki koşulda da yalnızlık yalnızlıktır'

Derin bir nefes alıp aklını toparlamaya çalışan Jeong 'Galiba haklısın' dedi. O da, cadısı hayatına girmeden önce lüks bir yalnızlık yaşıyordu. 'Anlayamıyorum Yuhwa, her şey bu kadar güzelken neden ayrıldınız?'

Derin bir nefes alıp ciğerlerini dolduran Yuhwa 'Ben Ken'i bizim gibi, yani ben ve Ahmet gibi sıradan biri sanıyordum. Babasının işini sorduğumda omuz silkip gülerek "dükkan işletiyor" diyordu. Ama birgün okul çıkışına geldi "Hadi" dedi "Seni babamla tanıştıracağım" O an ne yapacağımı şaşırmıştım, annem Ken'i tanıyordu ama ben onun ailesinden kimseyle karşılaşmamıştım.
Otobüs durağına kadar yürüdük sonra orda siyah bir BMW durdu önümüzde, şık giyimli bir şoför indi arabadan koşup geldikten sonra arka kapıyı açıp önce bana sonra da Ken'e baktı "Buyrun efendim" dedi ve Ken çok rahat bir şekilde elimden tutup çekti. Arka koltuğa kurulurken her şey normalmiş gibi davranıyordu. Tek kelime etmedi, ta ki araç o gökdelenin önüne gelene kadar. Arabadan inmeden önce bana dönüp "İşte babamın dükkanına geldik" dedi. İnan bana o andan ne ara babasıyla tanışıp onun sevgisini kazandım. Hatta sonraki akşam için bizzat Bay Hiramatsu tarafından yemeğe davet edildim bilmiyorum, her şey o kadar hızlı gelişti ki son hatırladığım eve gelip başımı yastığa koyuşumdu.
Meğer Bay Hiramatsu'nun serveti hiç de azımsanacak gibi değilmiş sadece bir süreliğine oğlunu korumak için sıradan insanlar gibi davranmasını istemiş. Bay Hiramatsu sağlıklı biriydi, yaşının aksine dinç bir görüntüsü vardı fakat kader yaşa ve sağlığa bakmıyor biliyorsun. Birgün biz çınar ağacının altında otururken Ken'in telefonunu çaldı amcası arayıp hemen hastaneye gelmesini söylemişti' Durup sertçe yutkunan Yuhwa alt dudağını ısırıp duruyordu. O gün yaşadığı acı kalbinde hiç kapanmayacak bir iz bırakmıştı. 'Babası kalp krizi geçirmiş, biz hastaneye ulaştığımızda artık çok geçti. Ben... Ben ne yapacağımı bilemedim, üzüntümü mü yaşamalıydım yoksa Ken'e destek mi olmalıydım. Jeong sana yemin ederim onu o duvar köşesine sinmiş halde görünce tüm dünyayı buna pişman etmek istedim, o'nun gözlerinden akan her yaş için ona bunu yaşatan dünyaya lanet ettim. Keşke onun yerine ben üzülseydim'

Karısının kıpkırmızı gözlerini gören Jeong o anıların hala taze olduğunun farkına varıp büyük bir korkuya kapılmıştı. Yuhwa'nın sadede gelmesini istiyordu fakat bir şey demedi çünkü anlatmak istediği her şeyi anlatmazsa eksik kalacak parçalar olacağının farkındaydı, bu yüzden sabırla dinledi ve dinleyecekti.

'O günden sonra her şey değişti, zaten annesiz büyüyen Ken'in şimdi lanet aksi bir amcasından başka hiç kimsesi kalmamıştı. Ama o yine de yenilmedi acısına rağmen ayakta kalmasını bildi. Artık sorumluluğunda koskoca bir şirket ve o şirketten ekmek parasını kazanan binlerce insan vardı. Elimden geldiğince ona destek olmaya çalıştım, her zaman o kömür karası gözleriyle bana bakıp "Senin varlığından güç alıyorum" derdi. Ancak benim varlığım ona güç verirken bazılarına da rahatsızlık veriyormuş'

Bu sözler şaşkınlıkla Yuhwa'ya bakan Jeong 'Nasıl yani?' diye sordu, ne olmuş olabileceğini anlamaya çalışıyordu. Derin bir nefes alıp dudaklarını ıslatan Yuhwa gözlerini kırmadan şehre bakıyordu. 'O adam yani Ken'in amcası, benim Ken'in yanında olmamdan hoşlamıyordu çünkü biz... Biz evlilik planlar yapıyorduk. Ama Ken'in amcası onun kendi kızıyla evlenmesini istiyordu çünkü babası ölmeden önce yazdığı vasiyetinde şirketin tüm yönetim hakkını üvey abisi yerine oğlu Ken'e bırakmıştı. Durum böyle olunca o adam da beni asla kabul etmedi, tabi bunları hiçbir zaman Ken'in yüzüne karşı da söyleyemedi çünkü olur da Ken öğrenirse. Onu asla kendi kızıyla evlenmeye ikna edemeyeceğini çok iyi biliyordu. Defalarca uyardı beni "Onun peşini bırak, canını alırım" dedi umursamadım, "Aileni mahvederim" dedi, "Yapamazsın" dedim. Bu aşkı kolay kazanmamıştım ve birinin para hırsı yüzünden de sevdiğim adamdan vazgeçmeyecektim. Ama bir gün... Bir gün ben okuldan dönerken bir araba önümü kesti, şaşırmadım çünkü o pislik herif bunu sık sık yapar olmuştu. Arabadan çıktı taktığı güneş gözlüğünü çıkarıp "Sana göstereceğim bir şey var" dedi'
Yuhwa o berbat anları tekrar tekrar yaşıyordu sanki, o gün yaşadığı acıyı hatırlayınca gözleri doldu. O zaman daha çok gençti ve kötü adamlara karşı onu koruyacak ne bir iyilik perisi vardı, ne de özel güçleri.

Dayanamayıp sarıldı kocasına 'Lütfen izin ver' dedi kısık sesle, başını Jeong'un gömerken gözyaşları da boşalmaya başlamıştı. Bu gözyaşlarını ve anlattıklarını yıllarca içinde tutmuştu, bu yüzden çok doluydu. O güvendiği güçlü kollarda soluklandıktan sonra sesini düzeltip anlatmaya başladı. Bu gece her şeyi anlatacaktı, anlatacaktı ki bir daha asla geçmişi düşünmek zorunda kalmayacaktı.

'Arabaya bindim' dedi sanki hiç ara vermemiş gibi 'Gittiğimiz yerin Ken'in çok sevdiği çiftlik evi olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Bazen at binmeye giderdik oraya, bazen de Ken kaybolduğunda onu orada bulurdum' Yuhwa bunu söyleyince gülümsedi, her ne olursa olsun Ken iyi ki vardı. 'Çiftliğe yaklaşınca araba çamlığın hemen arkasında durdu. O adam arabadan indikten sonra bana dönüp eliyle uzakta, atının yelelerini okşayan Ken'i gösterdi. Onun varlığını burdan bile hissedip güç almıştım "Neden burdayım?" diye sordum o lanet herife fakat bu soruyu sormamla Ken'in beyaz ceketinin üstünde kırmızı bir lazer ışığı görmem bir oldu' Bunları söylerken tekrar aynı dehşete kapılan Yuhwa 'O... o adam Ken'e silah tutmuştu' dedi ağlayarak.

'Benim o halimi görünce yaptığı işten memnun olmuştu, ıslık çalarak yanıma gelip ellerini cebine koydu "Seni uyarmıştım" dedi o iğrenç sesiyle "Uslu bir kız olup dinleseydin, şu an o sniperı çok sevgili yeğenime doğrultmak zorunda kalmayacaktım" O an nefes alamadığımı hissettim, beynim uyuşmuş gibiydi "Onu rahat bırak" dedim umutsuzca, işe yaracağını bilsem ayaklarına kapanırdım ama o kadar güçsüzdüm ki, ilk defa böylesine aciz olduğumu hissetmiştim. Bağırmak istedim, onu uyarmak istedim ama daha ağzımı açar açmaz o tetiğe basılacağına adım gibi emindim. Jeong o an kendimden nefret ettim, eğer yeterince güçlü olmayı başarabilseydim Ken asla böyle bir tehlikede olmazdı. "Onu kurtarmak senin elinde" demişti bana, "Ken'in serveti benim olamıyorsa, senin de olamaz" diye iğrenç amacını tekrarladı, bilmem kaçıncı kere. Bana dedi ki...' Yuhwa başını iyice Jeong'un göğsüne gömmüş hıçkırıklarından fırsat bulur anlatmaya çalışıyordu "Ken'i o namlunun ucundan kurtarmak istiyorsan defolup gideceksin, onun hayatından çıkıp evlilik hayallerini unutacaksın"

Kollarında perişan halde ağlayan Yuhwa'nın üzüntüsüne ortak olan Jeong kendini yabancı hissetti bir an. Yuhwa ise artık çok yorulduğu için biran önce anlatıp rahatlamak istiyordu. 'Kabul etmemek gibi bir şansım yoktu, "Tamam" dedim yere çöküp "Tamam, ne istersen yapacağım yeter ki onu rahat bırak" Jeong... Ben... İlk ve son defa o adamın önünde başımı eğdim"

Jeong dayanamayıp sıkıca sardı karısını kollarıyla 'Geçti' dedi fısıltıyla 'Geçti bak, her gecenin bir sabahı olduğu gibi senin gecen de şafak vaktini gördü'
Dudağını ısıran Yuhwa kendini toparlamaya çalışıp 'Eğer öyleyse hayatımın en uzun gecesini yaşamıştım, Ken'in hayatını korumak için onsuz yaşamaya katlanmak zorundaydım. O adamın yanından ayrıldığımda ruh gibiydim, sanki tüm hayatım bir anda kuruyup yok olmuştu. Çınar ağacının altında saatlerce ağladım hava kararmıştı ama eve gitsem ne olacaktı? Oturdum orda saatlerce ama sonra omzuma bir el dokundu, ben tepki vermeyince o da çöküp sıkıca sarıldı bana' Yuhwa bunları söylerken Jeong'a heran daha da sıkı sarılıyordu. 'Ken gelmişti, her zaman yaptığı gibi üzgün olduğumu hissedip beni bulmuştu "Lalem" diyerek o muhteşem sesiyle ruhuma dokundu. O an birkez daha emin oldum, ondan ayrılmak acı verecekti. Nitekim öyle de oldu, onu sertçe itip ayağa kalktım. Lanet olsun Jeong Hoon bunu yaparken bile kendimden nefret ettim, Ken böyle bir muameleyi hak etmiyordu. Fakat ben vazgeçmedim bakışlarımı kaçırıp "Dokunma bana!" diye bağırdım. O an Ken'in yüzünde ki ifade her şeyi daha da zorlaştırmıştı benim için. O kadar iyi kalplı ve asil biriydi ki kızmadı bana Omzuma dokunup "İyi misin, canım?" diye sordu, ortada bir sorun olduğunu tabi ki anlamıştı. "İyi değilim" dedim sertçe "Sıkıldım anlıyor musun? Senden, bu hayattan, şu lanet aşk oyunundan, her şeyden sıkıldım!" diye bağırdım ona karşı. Belki benden nefret ederse beni daha çabuk bırakır diye ama olmadı, bu sefer gelip sarılmak istedi kaçtım. "Yaklaşma" dedim "Seni sevmiyorum! Seni istemiyorum!"

İnanmadı "Gözlerime bak ve söyle" dedi, ben bir an bile tereddüt etmeden gözlerimi onun o güzel ve üzgün gözlerine diktim "Seni sevmiyorum" dedim heceleyerek, tane tane ve acımasızca'

Yuhwa artık zaman olgusundan sıyrılmış, Jeong'un kollarında mı, yoksa Tokyo'da mı olduğunun farkına varamıyordu. Sanki gözlerinin önünde bir ekran vardı ve gördüklerini kocasına aktarıyordu, tabi gözyaşları içinde.
'Jeong ben... Ben ona kimsenin veremediği acıyı çektirdim tek bir sözümle. O lanet adamın yapamadığı kötülüğü yaptım ona, sevgisine kalbine değer vermedim bir nankör gibi. Ama yemin ederim sadece, o yaşasın diye yaptım. Yalvarırım inan bana hiçbir şey gelmezdi o an elimden yapabileceğim tek şey yalan söylemekti ve ben de öyle yaptım çünkü onun gibi mükemmel biri ölmeyi hak etmiyordu'

Yuhwa gözlerini kapatmış ağlamamaya çalışırken Jeong'a sahip olduğu için dünyanın en şanslı kadını olduğunu düşünüyordu, geçmişinde çok üzdüğü, sevgisini görmezden gelip arkasını döndüğü masum bir adam vardı fakat Tanrı ona yine de aşık olma şansını vermişti. Eli kocasının göğsünün üstündeyken kendinde bulduğu son güçle okulunu nasıl bırakıp Kore'ye geldiğini, tıpkı evlilik hayalleri gibi diplomat olma hayallerini de suya bırakıp hem yeni bir başlangıç yapmak, hem de Ken'i daha fazla üzmemek için Seul'e geldiğini anlattı. Daha doğrusu sadece para için genç bir dünyanın nasıl yıkıldığını, nasıl elde ettiği her güzel şeyi bir anda kaybetmek zorunda kaldığını yani güçsüzlüğün getirdiği hüsranı. 'Kim Jeong Hoon?' dedi ses tonu biraz olsun düzelmişti artık 'Sen hiç sıfırdan başlamak zorunda kaldın mı?'

Jeong durdu "Hayır" diyecekti, dudaklarını kıpırdatmak istedi ama olmadı. Gerçi Yuhwa anlamıştı 'Buna sevindim' dedi beceriksizce gülümsemeye çalışıp 'Acı çekmeni asla istemem'.

Sonra ikisi de durdu bir süre sessizlik hakimdi artık duvar saatinin tıkırtısı dahi dikkat çekmiyordu. Çabuk toparlanan Yuhwa oldu, ayağa kalkarken 'Hadi' dedi çok bitkindi 'Uyuyalım artık'

Yavaşça başını sakllayan Jeong ise 'Sen uyu' dedi gözleriyle üst katı işaret edip

'Peki sen ne yapacaksın?' Yuhwa bu soruyu sorarken kaşlarını çatmış, burnundan soluyordu

'Ben biraz daha oturmak istiyorum'

'O zaman beraber oturalım' diyerek gerisin geri kalktığı yere oturan Yuhwa'nın niyeti Jeong'u pes ettirmekti tabi ki.

İnatçı karısına kısa bir bakış atan Jeong tekrar şehre döndü "nasıl olsa uykusu gelince gider uyur" diye düşündü Yuhwa'nın böyle bir şey yapmaktansa ölmek isteyeceğini bilmeden.

Yuhwa başını Jeong'un omzuna koyduktan kısa bir süre sonra gözlerini kapatıp uykuya dalmıştı, o rahat yatakta uykusuz kalacağına bu zemin üstünde huzurla uyuyordu işte, halinden hiç de şikayetçi değildi ancak Jeong bu durumu fark edince, yüzünde oluşan bıkkın gülümseme ile birlikte "Seni cadı" diye söylendi. Karısını kucağına alıp yatak odasına taşırken kraliçesinin huzurla gülümseyen yüzüne bakıp "İşin gücün beni uğraştırmak, öyle değil mi?"

Öte yandan yarı uyanık bir şekilde bu soruyu duyan Yuhwa "Başka seçenek bırakmadın" diye cevap vermek istese de uyku halinden çıkamamıştı, kocasının güçlü kollarında yeri çok rahattı.

Yuhwa'yı yatağa bırakıp ayaklarını da örtünün altına koyan Jeong yatağın köşesine oturup karısını izledi bir süre, bu kadar güzel olduğu için mi ona bakarken içi titriyordu, yoksa içini titretebildiği için mi gözüne bu kadar güzel görünüyordu, bilemedi.

Tam elini dizlerine koymuş kalkacakken Yuhwa elini tutup 'Gitme' dedi gözleri hala kapalıydı, biran hiçbir şey söylemeden içini kaplayan sıcaklığı takip eden Jeong 'Ama...' dedi itiraz etmek istese de aklına bir şey gelmemişti. Zaten kocasının bu şaşkın halinden faydalanan Yuhwa Jeong'u çekip yatağa düşürdü. Başı kendi yastığına düşen kocasına bakıp gülümsedikten sonra 'Lanet olsun, uyuyalım artık. Gözlerim ağrıyor' diye söylendi ve eliyle Jeong'un gözlerini kapatıp 'İyi uykular küçük prens' dedi sanki 5 yaşındaki çocukla uğraşıyordu

...Sabah 10 gibi uyandığında Yuhwa'nın kollarını bedeninde hisseden Jeong tüm gece boyunca ondan uzak durma çabalarının sonuçsuz kaldığını anlamıştı. O, Yuhwa'ya dokunmaktan kaçtıkça cadı karısı üstüne geliyordu. "Ama ben de sonuçta sağlıklı bir erkeğim!" diye söylendi karısının mis gibi kokan saçları kendi boynuna yayılmışken.

O sırada bu yakınmayı duyan Yuhwa geri çekilmedi ve gözlerini açmadan uyuyormuş gibi davranmaya devam etti. Ne yapmaya çalıştığını ise kendine bile itiraf edemiyordu.

İçinde fokur fokur kaynayan lavlara rağmen sakin durmayı başaran Jeong, emanetmiş gibi hafifçe Yuhwa'nın omuzlarından tutup kendinden ayırmaya çalıştı ancak başarılı olamamıştı, sonunda pes edip 'Tamam' dedi karısının saçlarının arasına sıcak bir öpücük kondurduktan sonra 'Orda rahatsın galiba'. Aslında bıkkın görünse de Yuhwa'nın kendisine sarılmış olmasından tabi ki çok mutluydu, ah birde şu patlamaya hazırlanan volkan olmasa...

Yuhwa bir süre daha oylandıktan sonra tam başını kaldırmış kocasına masum bir öpücük verecekken Jeong'un telefonunun çalması sonucu Rtük tarafından bolca biplenerek ayrıldı kocasından ancak ekranda gördüğü "Jang Yuri" yazısı yeni bir sinir dalgasına daha kapılmasına neden olmuştu. Jeong telefonu kulağına götürürken o da kapıyı çarpıp odadan çıktı.

Yuhwa'nın verdiği tepkiyi anlamlandırmaya çalışan Jeong 'Alo? Efendim Yuri?
...Sana da günaydın
...Tanrı aşkına! Ne olmuş toplantıya girmemişsem? Memur muyum ben? Her ne kadar arkadaşlık hukukumuz olsa da beni ararken iki defa düşün bundan sonra
...Tamam, özür dilemene gerek yok ama bundan sonra daha dikkatli ol lütfen'

Jeong telefonu kapattıktan sonra üstünü değiştirip aşağı indi, Yuhwa kahvaltıyı hazırlıyordu fakat çıkan sesler savaş hazırlığı yapılıyormuş izlenimi veriyordu. Yuhwa dışarıdan yumuşak huylu görünse de kesinlikle sinirli bir karaktere sahipti, bu kadına her baktığında daha keşfetmesi gereken çok şey olduğunu anlıyordu. Kahvaltı nispeten sakin geçmişti, konuşmamak ikisine de düşünme fırsatı sağlamıştı ve genç çift ne olursa olsun geçmişlerinin her zaman karşılarına çıkacağını anlamışlardı ama yine de korkmadılar. Hem Yuhwa hem de Jeong beraber olabilmeleri mümkün olsa bu ufak pürüzlerle başa çıkabilecek güçte olduklarının farkındaydı.

Jeong, bir süre tabağıyla oynayışını izledikten sonra 'Yemeyeceksen kalkalım' dedi duvarda ki saati işaret edip 'Malum, zaten geç kaldık'

Arabaya bindiklerinde bir ölüm sessizliği hakimdi, sıkılan Jeong radyoya uzandı. Kare şeklindeki dokunmatik ekranda Kwon BoA-Winter Love () yazısı geçmeye başlarken şarkının manidar sözleri kulakları dolduruyordu. Yuhwa cama vuran yağmur damlalarını izlerken şarkının sözlerini fısıldıyordu. O klipte etraf nasıl buz tutmuşsa kendi kalbi de aynı şekilde buzlar içindeydi, her ne kadar Jeong'a olan aşkı soğuktan donmasını engellese de yine de sıfırın altındaydı işte ve Bay Kim'e verdiği söz yüzünden o buzların çözülmesine asla izin veremezdi, vermemeliydi. Gerçi çoğu zaman Jeong'un büyüsüne kapılıp hata yapıyordu ama ne olursa olsun bu evliliğin biteceğinin farkındaydı.

Şirkete geçtiklerinde aralarında soğuk rüzgarlar vardı fakat Yuhwa ofisinin olduğu katta asansörden ineceği sırada Jeong kolundan tutup kendine çekti 'Böyle ayrılmak istemedim' dedi karısının yüzünü elleri arasına alıp alnına hafif ama içten bir öpücük kondurdu. Başparmağıyla hayran olduğu dudakları okşarken gülümsedi, her ne kadar yorgun bir gülümseme de olsa çok şey anlatmış ve hissettirmişti.Sonrasında her ikisi de günün yoğunluğuyla ve çözülmesi gereken problemlerle uğraşırken gözlerini kapattıklarında akılları bu güzel anın huzuruyla doluyordu.
Jeong artık The Queen Project'i yönetim kuruluna açıklamayı düşünüyordu, bunun için hazırlıklarını yaparken masadaki telefona uzanıp Tae Jin'i çağırdı, geriye son bir dosya kalmıştı.

Kapıyı çalıp içeri giren Tae günlük selamlaşmanın ardından elindeki dosyayı masanın üstüne koydu 'Tarım havzası projesi için bize destek garantisi veren uluslararası şirket ve kuruluşlar çoğuyla bağlantıyı Yuhwa kurdu, itiraf etmeliyim ki karının ikna yeteneği benimkinden iyi'

Gülümseyen Jeong 'Bilmez miyim' dedi o cadı istedikten sonra her şeyi yapabilecek güçte ve zekadaydı.

'Ancak garip bir durum var' diyerek dosyayı açıp Jeong'un önüne koyan Tae 'Şu Japon şirket dün bana ulaşıp, projenin finansmanını karşılamakta koşulsuz şartsız destek olabileceklerini söyledi'

Duyduğu sözlere anlam veremeyen Jeong şirket sahibinin ismini okuyunca beyninden vurulmuşa döndü.

Buz İçindeki Aşk [Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin