Jin, Namjoon'un elinden tutmuş yol boyu yürüyorlardı. Çevrelerindeki tepkilere göz yummayı başardıklarından beri her şey daha kolaydı sanki onlar için. Artık atılan laflar, söylenen sözler veya üzerilerinde gezen bakışlar önemli değildi. Onlar çoktan birbirlerinin değerini kavramış ve birlikte geçirdikleri yıllar herkese karşı örülen sağlam bir duvar olmaya yetmişti. Şimdi ise evliliklerinin ilk yılıydı, yurt dışında onlar gibi olanlara imkan tanınan bir yerde güzel bir düğün yapmalarının üzeriden tekrar Kore'de olmak can sıkıcı olsa da artık bunu dert etmiyorlardı. İşlerinin izin gününü böyle değerlendirmek belki de en güzel şeylerden biriydi. Önünde durdukları kafeye bakarak 'otursak mı oturmasak mı' tartışmasına girmişken yanlarına gelen çocuğu fark etmemişlerdi bile. Çok küçük durmayan çocuk, büyük de değildi. Jin aniden yanında gördüğü bedenle yerinden sıçrarken mümkünmüş gibi biraz daha Namjoon'a yaklaştı ve baş parmağını hızla damağına dayayarak kafasını arkaya attı.
"Üzgünüm," dedi çocuk bakışlarını yere indirirken, sözlerinde samimi olduğu her halinden belli oluyordu. "Korkutmak istememiştim efendim."
Namjoon eşini kolunun altına aldı ve dikkatle çocuğu süzdü. Üstü kir pas içinde, ayaklarında eski ayakkabılar vardı, saçlarının sarı olduğu belli olsa da artık tozdan renkleri grimsi olmuştu. Yine de diye düşündü Namjoon, çocuğun parıldayan bir yüzü vardı. Gözlerinin içi gülümsüyordu.
"Şey, beni yanlış anlamayın efendim. Sizden bir şey istemeye veya para dilenmeye gelmedim. Sadece..." biraz duraksadı ve ikiliyi işaret ederek gülümsemesini büyüttü. "Herkes size kınayan bakışlar atarken siz umursamıyorsunuz ve birbirinize olan bakışlarınız aşk dolu."
Namjoon biraz daha rahatlamış bir ifadeyle kendini kasmayı bıraktı ve hafifçe "Teşekkürler," diyerek mırıldandı. Jin ise şimdi çocuğa sevecen bir ifadeyle bakıyor ve kendini onun üstüne atlayıp sarılmamak için zor tutuyordu.
"Umarım her zorluğa beraber göğüs gerersiniz efendim. Baksanıza insanlara, bana üstüm başım kirli olduğu için, size birbirinize aşık olduğunuz için, hayvanlara sokakta gezdikleri için kızgınlar. Seçimleri biz yapıyormuşuz gibi davranıyorlar lakin kendi kalpleri bir çöpten farksız. Umarım mutlu olursunuz, iyi günler."
Çocuk büyükçe gülümsedi ve hafif bir baş selamıyla eğilerek yanlarından ayrılmak üzere arkasını döndü fakat Jin kendini daha fazla tutamamanın verdiği heyecanla eşinin kollarından sıyrıldı ve çocuğun kolundan tutarak kendine çevirdi.
"Hey," dedi samimice. "İsmini söylemedin, bak ben Jin ve bu da eşim Namjoon. Seni tanıdığımız için çok memnun olduğumuzu bilmeni isteriz."
"Uhm, ben Jimin. Yani ben bu ismi beğeniyordum ve artık arkadaşlarım bana böyle seslenmeye karar verdiler. Hem annemin ismine de benziyor. Eminim duysaydı o da severdi."
Jin olayı şöyle böyle kavrarken çocuğu üzmemek için irdelemedi ve gülümseyerek başını salladı. "Kaç yaşındasın?"
"Pek bilmiyorum ama 11 olmalı. Birisi bana doğum yılıma göre böyle olduğunu söylemişti."
"Peki ya her gün burada mısın Jimin?"
Çocuk hafifçe başını salladı. Bir arka caddede küçük bir ara sokakta kalıyordu. Gidecek başka yeri de yoktu zaten. Bazenleri ise arkadaşlarına davet edilir, onların bodrum katı evlerinde soğuk odalara rağmen sıcak bir aile ortamında bulunmanın mutluluğunu yaşardı.
"Belki diğer gelişimizde de seni görürüz ha?"
"Öyle umuyorum efendim. Sizinle karşılaştığım için şanslıyım fakat gitmeliyim."