Karmaşıklığın her zaman kötü olmadığını fark etseydiniz ne yapardınız?
Ortalığı daha da mı kızıştırır yoksa size ne kadar güzellik katarsa katsın köşeye çekilip suların dinmesini ve etrafın sakinleşmesini mi tercih ederdiniz? Ben sakin biri değildim. Mutlu olmayı, enerjiyi, etrafıma neşe saçmayı severdim. Çevreyle her zaman etkileşim içinde olmak beni hep daha güler yüzlü biri yapıyordu. O yüzden şimdiye kadar oturup anlatabileceğim çok olayım olmamıştı. Çünkü karmaşadan uzaktım. Karmaşa hayatıma Hoseok ile girmiş yine onunla çıkmıştı ya da ben çıktığını sanıyordum bilmiyorum.
Şimdi karmaşıklığı hissediyordum mesela. Hayatımdan uzaklaştığını düşündüğüm bu kavram damarlarımda dolaşıyor ve bir zehir gibi kanıma karışıyordu. Ortamın gergin olduğunu anlayabiliyordum ama bunu engellemek belki de istediğim son şey bile değildi. Her zaman ki Jimin olmak istemiyordum. Hemen şimdi ortalık kızışsaydı, diyordum. Fitili ben ateşleyebilirdim.
Çok şey olmadı diyemezdim. Başta Yoongi harika gidiyordu. Öyle ki benim şimdi öğrendiğim üzre akıcı bir şekilde Çince konuşabiliyordu ve bunu gözler önüne sermesiyle zaten Yixing hyung ona hayran olmuştu. Min Yoongi öyle kurnaz biriydi ki, zekasını harika kullanmayı en iyi şekilde öğrenmişti. Önce karşısındakini tartıp biçiyor, klasik sorularla kişiliğini anlıyordu. Sonrası ise kolaydı, gözlerine bakarak onların seveceği her şeyden bahsediyordu.
Junmyeon hyung nasıl tanıştığımızı sorduğunda hızla doğum günümü anlatmaya başlamıştı. Üstümdeki her parçayı hatırlıyordu. Buna şaşırmıştım işte. Hepsini öyle net saymıştı ki, tedirgin hissetmiştim. Belki de benim düşündüğümden çok daha fazlası vardı onda.
Sonrası ise sessizliğin arasında sözde sevgilimin hemen karşımızda yemeği bırakmış çatık kaşlarıyla beni izleyen Sehun'a öldürecek gibi bakmasıyla geçmişti. Hatta ben daha yemeğimi bitirmeden ortamdaki gerginliği bozmak için 'hadi biz odama geçelim' diye kalkmıştım. Düşünebiliyor musunuz? Onlar yüzünden yemeğimi bırakmıştım yahu!
Şimdi ise yatağımın köşesine, Yoongi'nin hemen yanına oturmuş ortamdaki somut bir şekilde hissedilen gerginliği izliyordum. Demiştim ya fitili ben ateşleyebilirim diye, yapardım. Şu an o kadar çok şey yapmak istiyordum ki, yazmaya kalksam saatlerimi alırdı. Sadece ortada tek ve kocaman bir sorun vardı; Yoongi'den çekiniyordum, utancım ön plana çıkıyordu ve Tanrı aşkına, onunla akşam hakkında konuşmamıştık bile. Buraya geleceğinden zerre haberim yoktu.
"Buna inanacağımı sanmanız biraz komik değil mi?"
Sehun çalışma masamın tekerlekli sandalyesine oturmuş, belli belirsiz ileri geri yaparken çatık kaşlarıyla bizi izliyordu. Şüpheciydi. Benim normalde böyle biri olmadığımı bildiğinden olsa gerek kuşkulanması normaldi. İtiraf etmem gerekirse son 2-3 haftadır ortada gerçek Jimin'i göremiyordum. Yavaş yavaş çevremde mutlu olacağım bir neden kalmamaya başlıyordu ve ben bundan korkuyordum. Birde bütün bunlar yetmez gibi pazartesini Hoseok ile geçirmeliydim.
"Bunu sana düşündüren ne..." Yoongi ismini hatırlamayı dener gibi kısa bir süre düşündü ve hemen ardından "Sehun?" dedi. Oysa ismini unutmadığını anlayabiliyordum.
"Bu Jimin değil." dedi omuz silkip. "Emin ol onu tanıyorum."
Elbette tanıyordu. Henüz küçükken tanışmıştık ve bütün ergenlik salaklıklarımızda birlikteydik. Hani insan bir süre sonra yavaş yavaş kendine bir karakter belirlemeye başlardı ya, işte tam o dönemde de birlikteydik. Maalesef bir şekilde etrafımda Sehun olmuştu.
"Yeterince iyi tanıyamamışsın." dedi Yoongi gülümseyip belimdeki elini sıklaştırırken.
"Bana kanıtlayın o halde."