Düşünün.
Sadece bir dakikanızı ayırmanız bile yeter. Oturun ve düşünün. Siz kimsiniz? Amaçlarınız neler? Bütün bu başınıza gelenleri hak ediyor musunuz? İyi, kötü ne varsa; cidden hak ediyor musunuz?
Bazen bana yapılan onca haksızlığın bir nedeni olduğuna inanırdım. Kırmışımdır, ağlatmışımdır veyahut parçalamıştır bilip bilmeden diye düşünürdüm. Üzülür ve haksızlığa dayanamazdım ama bunun bir nedeni olduğuna da tutunmadan edemezdim. Dünya öylesine saçma bir yerdi ki; yolda duran bir taşa vurmanız bile bazı şeylerin gidişatını değiştirebiliyordu. Bilirsiniz, kelebek teorisi. Ben bunu tamamiyle benimsemiş biriydim. Ona inanır, ona göre yaşamaya çalışırdım. En azından ben, öyle yaşadığıma inanıyordum.
Tanrı bana böyle güzel bir aileyi layık görmüştü çünkü iyi bir çocuktum. Bunu kimse inkar edemezdi. Bütün o kirli sokaklara rağmen temiz kalmıştım ben ve bunun ödülü Namjoon ve Jin olmuştu. Mutluydum. Sonra kırdılar, kırıldım ve şimdi, bunun da nedenini biliyordum. Paramparça olacağım şeyler yaşamıştım çünkü bende bilmeden birinin kalbini yok etmiştim. Önce benzin döküp sonra yanan kibriti fırlatmıştım.
Hoseok'un gözlerine baktım. Günlerdir bakışlarından kaçıyordum. Aslında aklımda ona teşekkür etmek vardı çünkü bir nevi beni Jaebum'dan kurtarmış sayılırdı. Fakat yapamamıştım işte. Ne zaman ona dönmeye kalksam o gün gelmişti aklıma. Bana her şeyi açıklarken ki bakışları. Gözlerim önünde yıkılışı ve bütün yaşadıkları. Onu yargılamıştım. Onu epey yargılamıştım. Bize olan her zararında hakkında düşünmediğim şey kalmamıştı.
"Diğerleri ner.."
"Özür dilerim."
Cümlelerimiz çakışırken güldüm ve, "Özür dilerim." diyerek tekrar ettim. Kim olursa olsun sesimdeki mahcubiyeti hissedebilirdi.
"Ne için?" dedi. Aniden ciddileşmesi hoşuma gitmesede bende biraz dikleştim. Açıklamak istemiyordum. Özür dilemek bile yeterince zor olmuşken gerisini dile getirmek daha beterdi.
"Sadece özür diliyorum işte Hoseok." dedim omuz silkerek. "Eğer bir özürle düzeltebileceğim bir parça varsa ona say," gülümsedim. Kesinlikle gerçek bir gülümseme değildi. İçi acı doluydu. İçi epey pişmanlık doluydu. "Çünkü ben başka ne yaparım bilmiyorum."
Sakince öne uzanıp kirli kantin masasında duran elimi tuttu. "Bir şey için özür dilemen gerekmiyor Jimin." dediğinde gerçekten samimi bir tavır takınmıştı. "Yaptıklarım saçmaydı, senin bütün hatalarını bir bir örttü. Asıl ben üzgünüm."
Derin bir nefes alıp gözlerimi onun gözlerine çevirdim. "Sorun yok." dedim. "İyiyiz."
Tekrar etti. "İyiyiz."
***
"Vay anasını satayım ya," Tae ağzındaki elmayı şapırtarak sırtıma sertçe vurdu. "İbretlik olay mochi, tebrik ederim.""Bunun şakası yok Tae, biraz ciddi ol." Benim yerime Jungkook cevap verdiğinde korkarak ona döndüm. Tarhyungun şakaya vurmaya çalıştığı her halinden belliydi ama Jungkook bunu pek de hoş karşılamamıştı işte. "Bak." dedi sonra bana dönerken ama gerisi gelmedi. "Tamam her neyse bakma, vazgeçtim." Kafa karışıklılığıyla öylece kalırken, "Bakma işte," diye devam etti. "Sana sinirlendim ve saçma uzunlukta bir konuşma yapmalıydım ama sen öyle bakınca yumuşuyorum."
"Üzgünüm Kookie, gerçekten." Kabullenerek omuzlarımı düşürdüğümde çoktan yanıma gelip sarılmaya başlamıştı bile. "Size o zamandan anlatmalıydım, epey geç kaldım."
"Boşver artık, geçmiş gitmiş. Hem Hoseok'un seçtiği yöntem daha yanlıştı." Tae de aramıza katıldığında gülümsedim ve yanağımdan düşen bir damlayı hızlıca sildim.