Birine karşı duyulan endişe önemlidir. Bu kesinlikle ona verdiğiniz değerin seviyesini belirtir ve sizin için ne kadar değerliyse hissettiğiniz endişe de aynı oranda artar. Bende bunu şimdi anlıyordum. Etrafa sinir püskürterek, hızlı adımlarla koridoru geçen Yoongi'nin arkasından koşarken. Ona bir şey olursa diye ne yaparım, diye düşünürken anlıyordum. Min Yoongi gelmiş, hayatıma girmiş ve beni kendine bağlamıştı. Bu haksızlıktı ama yine de hoşuma gitmediği söylenemezdi.
"Ne olursun dur artık Yoongi," derken sesimin yorgun çıkması benim bile garibime gitmişti ama herif koşmamasına rağmen o kadar hızlıydı ki, yetişemiyordum. "Buna değmez."
Aniden durup bana döndüğünde kısa bir saniye duraklayıp anın şokunu atlatmamla gözlerine baktım. "Bana o numarayı vermeyeceksen peşimden gelme Jimin." dedi şimdiye kadar duyduğum en sert ses tonuyla. "Çünkü bu seni hiç ama hiç ilgilendirmez."
Öylece kaldım. Dediklerinin gerçeklik payı beni oraya sabitlemiş ve hareket imkanlarımı kısıtlamıştı sanki. Bir şey diyemiyordum, arkamı dönüp gidemiyordum. Komikti. İronikti. Karşısında sadece duruyor ve muhtemelen hayal kırıklıklarıyla parıldayan gözlerimle ona bakıyordum. Sinirinin yoğunluğundan bunu fark etmesi imkansızdı fakat küçük bir cümlesiyle beni nasıl parçaladığını biliyor muydu? Bir kez daha bu kadar kolay kırılan bir yapıya sahip olduğum için kendime lanet ettim.
"Doğru, ilgilendirmez." dedim omuzlarım istemsizce düşerken. "Hiçbir şeyin değilim çünkü. Kimseyim ben, öylesine öptüğün çocuğum. Karışamam sana, haklısın." alaycı bir gülüşle elimi arka cebime attım ve telefonumu çıkarıp bir kaç tuşa basmamla onun telefonuna gelen mesaj sesi dağıldı aramızda. "Jaebumla en son bu numaradan konuştum Yoongi." dedim yanından geçip gitmeden önce. "Sonradan değiştirdiyse bilmiyorum."
"Jimin," diyerek beni durdurmaya çalışsa da kolumu çekip uzaklaşmam bir oldu.
Dediğim gibi; endişe verilen değerlere bir ölçüttü. Nasıl boyunuzu metreyle, kilolarınızı tartıyla ölçüyorsanız bu da öyleydi. Az önce Yoongi yanıma yaklaşmış, bu bana fazla diyerek verdiğim değerden bir parça koparmıştı işte. Bense müdahale edemeden sessizce kabullenmiştim.
Hoseok'un dedikleri ve Yoongi'nin yaptıkları birleştiğinde ise otaya kocaman kırık bir kalpten başka bir şey bırakmıyordu. Cidden acınası durumdaydım.
***
Kardeşlik, en az arkadaş kelimesi kadar basit bir kavramdır. Okunuşu, yazılışı, kullanılışı kolaydır. Herkes istediğine söyleyebilir hatta hiç tanımadığı birine teşekkür ederken kullanabilirdi. Fakat derinlere indiğiniz de bu öyle karışık bir hal alıyordu ki, kanınıza işliyordu. Sizinle hiç alakası olmayan, aranızda kan bağı bulunmayan birini öyle kabulleniyordunuz ki ona kardeşim dedikçe, insanların bu kelimeyi böyle basite indirgemesine kızıyordunuz. Tae ve Kook canımdan bir parçaydı artık. Onlardan ne saklım ne gizlim olurdu. Ağlarken de gülerken de birlikteydik. Yaşayamadığım çocukluğumdu onlar, hiç sahip olmadığım dostluk ve aileydi.
Şimdi yatağımda Kook'un dizlerinde yatarken, Tae'nin oynamaya çalıştığı sessiz sinemaya bakarken düşünüyordum tüm bunları. Moralim bozuktu ve onlar bunu sormadan anlamış, tek kelime dahi etmeden beni en mutlu olacağım alana getirerek kendi yeteneklerini konuşturmaya başlamışlardı. İçler acısı bir durumdu ama bu gülümsediğim gerçeğini değiştirmiyordu.
"Maymun taklidi yapmayı kes de filmi anlat artık Tae." dedi Kook, kısa saçımı muhtemelen örmeye çalışırken.
"Ulan geri zekalı, maymun taklidi yaptığımı anlıyorsan niye söylemiyorsun angut?" Sinirle ofladı ve ceketini çıkarıp sandalyeme bıraktı. "Valla malsın sen kurabiye bozuntusu, maymunlar cehennemini anlatmaya çalışıyorum kırk saattir şurada."