Ekim ayının sonuna doğru en çok neyi seversin deseniz tek kelime ile yağmur derdim. Küçük yaştan beri yağmuru o kadar çok seviyordum ki, sırılsıklam ıslanmış olsam bile tek kelime etmezdim. O yüzden geceleri perdemi açıp uyuyordum sırf sabah kalktığımda yağan yağmuru yattığım yerden görebileyim diye. Şimdi de izliyordum. Güneş yeni yeni doğuyordu ve yağmurun buğusu onu biraz gizleme çabasındaydı. Ayın başından beri hayranlıkla izlediğim görüntü aynıydı fakat şimdi bir farklılık vardı. Arkamı dönmeye korkuyordum. Korkmakta haklıydım da çünkü belime sarılı bir el vardı ve ben bu elin kime ait olduğunu çok net bir şekilde biliyordum. Dün gece ben uyuduktan sonra gitmiş olması gereken kişinindi. Sabah ondan taraf olan yer buz gibi olmalıydı. Ben uyanmak için sağa sola dönüp kendime gelmeye çalışmalıydım fakat tam arkam doluydu, sıcaklığı bölüşmüştük ve bir bütün halindeydik. İşin en garip yanı ise bu beni güvende hissettiriyordu.
Ne kadar o vaziyette dışarıyı izledim bilmiyorum. Sadece bir ara Yoongi hareketlenmiş ve bu hareketlenme beni daha sıkı sarmalamasıyla son bulmuştu. Onun kolları arasında uyurken onunla karşılaşmaktan korkmak nasıl bir şeydi? O an aslında başından beri Yoongi'den değilde bana hissettirdiklerinden nefret ettiğimi fark ettim. Bu duygular ve kalp ağrıları bana yabancıydı. Yatağımda bir başkasıyla uyuyup yine bir başkasıyla uyanmak kesinlikle yabancıydı.
Kapı tıklandığında kalakaldım. Babamgil öyle kapıyı tıklatan kişiler olmadığı gibi; 'Jimin ayak sesimizi duymadan nası odasına birden dalabiliriz?' yarışması yaptıkları bile olmuştu. Birden yanımda uyuyanın Yoongi olduğu aklıma gelince tedirginlikle "Efendim?" diye bağırmak zorunda kaldım.
"Jimin, kahvaltı hazır bebeğim. Yoongi'yi uyandır da aşağı gelin."
Şaşkınlık tüm bedenimdeydi. Zaten kapıyı tıklattığı andan itibaren bir halt olduğunu anlamam gerekirdi. Muhtemelen daha öncesinde beni kaldırmaya gelmiş ve gördüğü manzara karşısında geri çıkmaktan başka bir şey yapamamıştı. Babamın uzaklaşan ayak seslerini duyduktan sonra bir kaç dakika tavana bakıp 'Acaba ben ne suç işledim?' diye düşünmemin ardından yavaşça arkamı döndüm ve beni izleyen gözlerle karşılaşmam bir oldu.
"Günaydın." diye mırıldandı ve belimdeki eliyle beni kendine biraz daha yaklaştırarak kafasını boynuma gömdü. "Bana kızmadan önce dinle." Kaşlarımı kaldırmış, siyah tutamlara tepeden bakıyordum. Sonunda ellerimi nereye koyacağımı bilemeden sırtına bıraktığımda, "Kokun yüzünden oldu." diye mırıldandı. "Jimin yemin ederim sen uyuyunca gidecektim ama kokun insanı öyle mayıştırıyor ki uyuyakalmışım."
Ne yapmam gerektiğine dair zerre fikrim yoktu. Şu an Yoongi'nin uykudan yeni kalkmış sesi ve boynuma gömülü yatması gözüme o kadar tatlı gelmişti ki onu alıp kalbimin içine sokmak ve ömür boyu orada yaşatmak istiyordum.Öte yandan aşağıda dün öpüştüğümüz öğrenip bugün de muhtemelen bizi birlikte uyurken gören babam vardı. Zaten Jin gördüyse, Namjoon'un görmesine gerek yoktu. Jin babam bir şeyleri o kadar ayrıntılı anlatırdı ki siz baksanız da göremeyeceğiniz detaylara kadar değinirdi. İkilemde kalmak da böyle iğrençti işte. Neye göre, kime göre davranacaktım?
"Yoongi... Pek doğru bir konumda değiliz."
Kafasını kaldırıp kısa bir an bana baktı ve hemen ardından tekrar eski konumunu alıp "Birkaç dakika daha böyle kalalım, başka bir şey istemiyorum." dedi.
Birine karşı duyulan sevgi tuhaftı. Bu bir nevi ihtiyaçtı. İnsan doğası gereği birilerini sevmeye, güvenmeye ve daha fazlasını hissetmeye ihtiyaç duyuyordu. En soğuk olduğunu düşündüğümüz, kalpsiz dediğimiz insanlar bile bir yerden sonra başkasına sevgi beslerdi. Onlara bile düşünmedikleri şeyleri yaptıran aşk bana neler yaptırır? diyordum şimdi. Kollarımın arasına girmiş bu bedene daha çok kaptırırsam kendimi, sonum nere olurdu? Kırılmak istemiyordum.