Endişelenmenin ne demek olduğunu çok bilmezdim önceden.
Yüzümden gülümsemeyi silecek her duygu bana uzaktı. Ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayım gülmeye önem vermiştim. Endişe, korku, telaş öyle kötü gözükürdü ki gözüme birilerine değer vermeye de çekinirdim. Değer vermek yanında bütün bu saçmalıkları da getirirdi çünkü. Bu yüzden babalarımla başta çok da yakın olamamıştım. Kaybetme korkusunun ne olduğunu bildiğimdendir, onlara alışırsam ayrılmak da zor olursa demiştim.
Sonra onlar bana, bir başkasına endişe duymanın, onun için korkmanın ve telaşlanmanın tatlı duygular olduğunu öğretmişti. Nasıl yani? demeyin. Birilerinin varlığı için korkmak güzeldi aslında. Bir şeylerin farkına varmanızı sağlıyordu. Kimsenin varlığının kıymetini tam anlamıyla bilmezdik ve bütün bu duygular asıl değerlerini gösterirdi bize. Kaybedersek ne olur diye düşünmemize ve ona göre davranmaya devam etmemize olanak sağlardı.
Okulun 3. katından bodrumdaki revire inerken tam da böyle düşünüyordum işte. Değer vermek diyordum. Yoongi benim için ne ifade ediyor diye ölçüyordum. Ya da merak ediyordum işte; ne zaman, nasıl onun için korkacak kadar kapılmıştım? Onu ilk gördüğüm de mi yoksa bana ilk dokunduğunda mı? Ukala cümleleri mi ilgi mi çekmişti?
Ondan nefret ettiğimi defalarca söylediğim için mi bu haldeydim ?
Normalde arkadaşlarımın yavaşlığımdan şikayet edeceği kadar uyuşuk yürüyen ben, şimdi merdivenleri ikişer üçer inip çarptığım hiç bir bedeni umursamıyordum. Jungkook ve Taehyung çoktan arkada kalmış bana yetişmeye çalışıyordu. Sonunda bodruma ulaşıp soluklanmaya çalışırken bile beyaz kapıya ilerleme çabasındaydım.
Kapıyı açmamla içeri çekilip duvara yaslanmam eş süreliydi. Her şey bir anda gerçekleşmiş ve kapı aniden kapatılırken daha görme fırsatı bile bulamadığım bedenle duvar arasında sıkışıp kalmıştım. Kafamı kaldırıp dudağı patlamış ve kaşına bir yara bandı yapıştırılmış Min Yoongi'yi gördüğümde nefesimi neden tuttuğumu bende anlamamıştım.
"Geleceğini biliyordum." dedi dudağındaki patlaktan dolayı tam olarak gülemezken.
"Kiminle kavga ettin?" diye sordum. Şu an kurduğu hiç bir cümle önemli değildi. Henüz okula geldiği kaçıncı gündü ki bu, çoktan kavgaya karışıp hasar almıştı?
"Sen bir de karşı tarafı gör, demek isterdim ama diyemiyorum." dedi ve eli saçlarıma gitti. Anlımda ki tutamları işaret parmağıyla kenara iterken yeniden gülmeye çalıştı. "8 kişi daldı şerefsizler."
"Yoongi," dedim kendime gelip kurduğu cümlenin farkına varırken. Kolunun altından geçip revirin içinde küçük bir daire çizdim ve nefesimi vererek elimi anlıma koydum. "Kime, ne diye bulaştın?"
"Bak Jiminie, birileri bana sözünü geçirebileceğini sandı ve bende uslu bir çocuk olmadığımı gösterdim. Sonra da o şerefsiz adil oynamadığını belli etti ama sıkıntı değil. O adil oynamayacaksa bende kuralları değiştiririm."
"Sana kime bulaştın diyorum!" hafifçe bağırdığımda bundan zerre etkilenmese de inadımı anlamış gibi omuzlarını düşürüp söylememekte direnmeyi bıraktı.
"Jaebum." dedi. "Im Jaebum."
Min Yoongi kötü çocuk rollerini seviyordu. Bunu anlamanıza gerekte yoktu aslında. Karşısına geçip 'nasıl bir tipsin' diye sorsanız size kendisi söylerdi zaten. Uyuşuk falandı ama karşısındakine alaylı bir cevap vermek için her şeyi yapardı. Uzun konuşmayacağını düşünürdünüz mesela ama gerekirse karşınıza geçip bir roman yazardı dakikalar içinde. Bu yüzden her seferinde onu çözdüğümü sanıyordum ama hep bir eksik kalıyordu ortada. Koskoca bir yapbozdu o, ne zaman geri çekilip tamamladığım kısma baksam aralarda kalan küçük boşluklar takılıyordu gözüme. Kuralları görmezden geliyordu mesela. Ehliyetsiz araba kullanıp, sabahları okul bahçesinin köşelerinde sigara içiyordu.