Hayat, bazı temeller üzerine kuruludur.
Aşk, aile, para, arkadaşlık veya buna benzer her şey. Bazen bir köpek için bile çoğu şeyinizden vazgeçebilirsiniz ya da sadece telefon sahibi olmak için günlerce aralıksız çalışabilirsiniz. Sevgi görmek için tüm çabalarınızı ortaya koyarsınız veyahut tek bir sınav için tüm gençliğinizi yakarsınız.
Bunların hepsi hayatın getirileriydi. Birini ya sever ya da ondan nefret ederdiniz. İkisini aynı anda yürütmek imkansız gibi davranırlar size. Birini ya özler ya da görmek istemezsiniz. Sımsıkı sarılmak ya da dokunmamak. İşte, ya hep ya hiç olayının buradan doğduğuna inanıyordum. İnsanlar kendilerini bu kalıplara sıkıştırarak yaşıyordu.
Biz ise.. biraz farklıydık. Seneleri ardımızda bıraktıkça birbirimizi tanıyor, tanıdıkça da her şeyi birlikte yürütmeye çalışıyorduk. Min Yoongi'ye deli gibi aşık olduğumu düşündüğüm günün akşamında ondan nefret ettiğimi savunmam gibi. Hatta bir saat öncesine kadar kollarının arasında küçülmüş, bana şefkat göstermesine bile müsaade etmiştim. Ama şimdi hemen karşısında, ellerim belimde olacak şekilde kaşlarımı çatmış ona karşı koyuyordum.
Açıkcası biz hiç normal bir çift olmamıştık.
Olamamıştık.
Minji küçük yaşta bize gelmiş, kolay uyum sağlayarak bizimle büyümüştü ama çok sevgili kocamın idrak edemediği bazı gerçekler vardı. Oğlumuzun deli bir ergen oluşu ve bazı sınırları olması gerektiğini bilmesi gibi.
"Gitmeyecek." dedim son defa ona gözlerimi kısıp bakarken. "Akşamın kaçı oldu farkında mısın? Bu saatte çıkarsa on ikiden önce dönmesi imkansız."
"Cho Hee onunla olacak." dedi benim gibi kaşlarını çatarak. Tek fark onun elleri belinde değil önünde bağlı duruyordu. "Tek gitmiyor."
"Bu daha beter işte. O kız tamamen Taehyung'un kızı olduğunu belli ediyor. Ruhu deli onun. Minji eve geri sağlam gelsin istiyorsak, Cho Hee ile gitmemeli."
Kaşlarını kaldırıp "Seni kesinlikle Jungkook'a şikayet edeceğim." dediğinde ona aldırış etmemiştim bile.
Cho Hee güzel bir kızdı. Bunu inkar edemezdim. Birkaç kere Minji'nin telefonunun kilit ekranında fotoğrafı olduğunu da görmüştüm. Bu bana biraz zorunlu aşk gibi geliyordu çünkü birlikte büyümüş sayılırlardı. Aralarında bir yaş vardı ve biz aile olarak Tae ve Kook ikilisiyle görüştükçe onlarda arkadaş olarak yakınlaşmıştı. On sekiz yaşlarına denk birlikte büyümüş olabilirlerdi ama bu dışarı tek çıkabilecekleri anlamına gelmiyordu! Deliydi işte o kız. Geçen gün Minji'nin camından evimize girmeye çalışırken düşüp tek bacağını alçıya aldırmak zorunda bile kalmıştı.
"Jimin," dedi sonunda Yoongi pes etmişcesine omuzlarını düşürürken. "Bebeğim, canım sevgilim." Pekala, bu taktikleri biliyordum. Yanıma yaklaşıp belimdeki ellerimin üzerine ellerini yerleştirdi. "Minji artık büyüdü."
"Ve ona şimdiden sınırlar koymazsak yolunu şaşırabilir Yoongi. Böyle olsun istemiyorum." Ellerimin üzerindeki ellerini sıkıca tutup gözlerimizi birleştirerek ufak bir tebessüm armağan ettim ona. "Zaten çevresi tarafından fazlaca incitiliyor. İki babaya sahipse, bunun sebebi biziz ama.. onu öyle harika yetiştirirsek normal çiftlerin yaptıklarını aşarak herkesi şa-"
İşte bu konulardan yine kaçıyordu. Cümlemi dudaklarıyla bölüyor ve her zaman içine düşüp çıkamadığımız o öpüşmelerden birine çekiyordu bizi. Yoongi'yi tanıyordum. Bunu yaparken özellikle dilini kullandığını ve aklımı çelmek için küçük bir öpücüğe bile inlediğini anlayabiliyordum. Eh, bu yüzden bir elimi aşağılara indirip kıymetlisini tutmaya çekinmemiş ve ondan "gerçek" bir inleme kazanmıştım.